7 entry daha
  • mr big'in 1996 çıkışlı, orijinal kadrosuyla(eric martin, paul gilbert, billy sheehan, pat torpey) kaydettiği o büyük ara öncesindeki son albümü. [bilahare; (bkz: (#15387652)] her mr big albümünde olduğu gibi, mükemmel ballad ların yanı sıra süper coşku ve hızdaki şarkıları da ihtiva etmekte olan bu albüm, 1991 yılında piyasa çıkan lean into it'in getirdiği o eşsiz başarının ardından -en azından- satış rakamları itibariyle yeterli ilgiyi bir şekilde görememiştir. her ne kadar, mukayesede bi' lean into it ya da bump ahead'le aynı kefeye koyulamayacaksa da, yine de, bilhassa enstrümanların icrası ve uyumu bakımından oldukça başarılı bir kayıttır.

    trapped in toyland: eric martin'in hoş bir klavye ve scream vocal introsuyla albümün açılışını yaptığı, harika bir blues riff ine sahip şarkı. ayrıca, wah wah larıyla atılan gitar solosundaki ton bir yana, bare lerle yapılan slide lar da şarkıya kesinlikle sağlam ve oturaklı bir intiba kazandırmıştır. eserin karakteristiği kesinlikle burada verilen duygudur.

    take cover: şu meşhur ve abuk "topu topu 7 nota var kaç beste yapılabilir ki?" sorusuna ve soranına verilebilecek en güzel yanıtlardan biri. şarkının yüzde 90 ı, paul gilbert'ın enfes riff indeki 4 notayla gitmesinin yanında, tüm mr big kariyeri boyunca pat torpey'in en iyi icrasının da dinlenebileceği şarkı. billy üstadımızın harika bas eşliği ve eric martin'in her "take cover" deyişinde verdiği o hisle, sabahları aç karna alınması halinde bütün bir gün için yeterli olabilecek enerji de alınabilir bu şarkıdan. -demeden geçemeyeceğim- bir arkadaşın, son ses bu şarkıyı dinleyerek kırmızı bir mustang üzerinde ufka doğru yolculuk etmek gibi bir hayali de vardır. güzel bir betimleme... özetle, harika bir eser.

    jane doe: keyifli bir bas introsuyla girilen bu şarkı da yine albüme blues havasına katan önemli şarkılardan biri. baştan sona, sadece bas partisyonları için bile dinlenebilir hatta. genel olarak da bu albüm için, paul gilbert'ın da scratch tonlardaki eşliğiyle birlikte, orta karar herhalde... [ bi' de ilintisiz olarak; (bkz: john doe)]

    going where the wind blows: harika bir akustik ballad... bir arkadaş evinde, koltuklarda otururken çalınmış ve tesadüf eseri çıkmış gibi bir havası var. "hadi pat sen perküsyona!", "paul sen de al şu akustiği!" gibi... milyonlar satmış, grubun bir diğer akustik eseri to be with you'dan kat be kat güzel olduğu düşüncesindeyim. ayrıca -oldukça önemli bir unsur olarak- akustik bas gitarın esere kattıklarını da es geçmemek gerek. süper de bir klibe sahip inanılmaz güzellikte bir şarkı.

    the chain: son ayar reverbclean bir tonda çalınmış oldukça güzel bir şarkı. eskiler; çocukluk, saflık, umursamazlık gibi duygular hakim sanki... grubun bir diğer parçası "arrow"u çağrıştırır hep bana. bolca feedback... duygusal bir 'slow'...

    where do fit in: 4 dakika 20 saniye boyunca tek bir power chord'la verilmiş coşkudan ibaret eğlenceli bir şarkı. güzel de bir bridge inin olmasının yanında, solosu ve ardından kapanışa doğru daha da keyifli bir hale gelen eser. lakin, albümün vasatlarından aslında...

    if that's what it takes: vokalle harika uyumdaki bir gitarın dinlenebileceği şarkı. eric martin söyler, ardından paul gilbert cevabını verir... "o ne diyecek şimdi?" diye beklenir. billy her ikisinin de arkasındadır. o mükemmel soloya beraber girilir, "bir'iz" denilir ve kapanışa hep beraber gidilir. kararında bir distortion la, "'slow' da değil hızlı da" cinsinden enfes bir eser.[bir diğeri için: (bkz: (#15285784), cdff lucky this time]

    out of the underground: albümün bu şarkısına kadar distortion dan hevesini alamamış paul gilbert'ın "yeter beyler, ben giriyorum!!!" dediği, gitarla çılgın attığı bir şarkı. baya bi' hard rock... ayrıca guitar from mars(rock) adlı videoda performansı görülebilecek, gitar switch inin icra esnasında, solonun sonlarında bir yerde -haliyle- bozulması gereken şarkı. (bozmadan çalınmaz)

    dancing right into the flame: 3 dakikaya nelerin sığdırılabileceğini gösteren eser. 'sound' itibariyle albümün 5. şarkısı the chain'le benzerlikler göstermesinin yanında, kendi adıma, ondan çok daha hoş bir parçadır. sevilen biriyle birlikte lunaparka gitmiş ve her alete sadece iki kişi binmiş kadar mutlu mesut, hüzünlü... 2:05'te zorlayabilir.

    mama d: akustik introsunun aksine son ayar distortion ve inanılmaz bir tonla akan şarkı. underrated bir eser olduğu kanaatindeyim... nakarata giriş kısımları, sözleriyle de beraber epey bir vurucudur. re minör de çalınmış bir şarkı olması daha da fazlasını açıklayabilir zaten. son derece güzel.

    fool us today: albüm içindeki bir değerlendirmede vasatın da altında olduğunu düşündüğüm, akılda kalıcılık açısından son sıraya konmasını oldukça yanlış bulduğum eser. palm mute la çalınmış kimi güzel akorların ve bas solosunun dışında pek de bir özelliğinden bahsetmek mümkün değil. (öyle ki; buradan son paragrafa bağlarken bile bi' kopukluk olabilir şimdi)

    kısaca; mr big diskografisindeki 4. stüdyo albüm olan hey man, geneli itibariyle önceki üçünün bir özeti niteliğini de taşımaktadır aynı zamanda. halen dinleyenlerin akıllarında olan, "going where the wind blows", "dancing right into the flame" gibi ballad ların yanında "take cover" ve "trapped in toyland" gibi keyifli ve coşkulu eserleri de kapsayan albüm, 'sound' açısından bas tonların ağırlıkta olmasıyla dikkat çekmektedir. kişisel fikrim olarak da, grubun dağılmasında önemli bir etken olarak, paul gilbert ve billy sheehan arasında çıkan görüş ayrılıklarının esas kaynağı olduğunu düşünmekteyim bu meselenin. zira, bu albüm paul gilbert'ın sololarını ya da inanılmaz riff lerini konuşturduğu bir çalışma olmaktan ziyade, enstrümanların uyumu ve bas kontrolüyle ilerleyen bir albümdür. velhasılı, yine de ayrı bir tattır.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap