51 entry daha
  • daha önce bununla ilgili bir özet ve kısa bir eleştiri yazmıştım, klasörleri kurcalarken buldum. bilgisayarda duracağına burada dursun hemi.

    öncelikle kitabın yazarından biraz bahsetmek faydalı olacaktır. hayatını biraz incelediğimizde ayn rand rusya’da doğup büyümüş, ülkesindeki bolşevik devriminden kaçmış, tekrar dönmüş ve sonunda dönmemek üzere a.b.d’ye taşınmış ve hayatının sonuna kadar orada yaşamaya karar vermiş bir kadındır. bu aslında şu anlama gelir; ayn rand kollektivizmin, sosyalizmin beşiği diyebileceğimiz zamanın rusya’sından kaçıp kapitalizmin beşiği olan a.b.d.’ye yerleşmeyi tercih etmiştir. bu yüzden yazarın sıkı bir objektivizm (kısacası kendi mutluluğu doğrultusunda bir şeyler üretmek, mantıksal davranmak vs.) ve anti-kollektivizm (ortaklaşa faaliyetlere dayanan sosyal yaşayışın zıttı, bireyselciliğin ön planda olduğu bir sistem görüşü diyelim) savunucusu olması doğal karşılanabilir. işte kitapta da yazarın felsefi görüşleri -daha çok bireyselcilik- ön plana çıkmaktadır. kitapta yer alan 5 önemli karakteri ayrı ayrı inceleyelim;

    peter keating: bu kişi üniversitenin mimarlık bölümünü 1.cilik ve yüksek onur derecesiyle bitirmiştir. çok hırslıdır. mezun olduktan sonra guy francon’un en prestijli ve tanınır mimarlık firmasında çalışmaya başlar. fakat mimaride biraz gelenekçidir. çok yetenekli ve yaratıcı olduğu söylenemez. beraber okuduğu howard roark’u sevmemekle birlikte howard’ın kendisine olan güvenini ve yaratıcılığını, modernistliğini kıskanmaktadır. ve istemese de zaman zaman howard’a muhtaç olmakta, onun fikirlerini paylaşmaya hatta ona kendi projesiymiş gibi proje yaptırmaya ihtiyaç duymaktadır. çünkü kendisi daha önce yapılanlardan -söz gelimi 2000 yıllık yunan mimarisinden, antik katedrallerden, toplumun benimsediği o klasik yapılardan- pek öteye gidememektedir. kendisi en prestijli mimarlık firmasının ortağı olsa bile howard kadar yaratıcı ve ideallerini savunan bir insan olamadığı için kendini biraz zavallı görür. mesleğinde diğer insanları olduğu gibi howard’u da kullanmaya çalışır ve sonunda da bu işten zararlı çıkar.

    dominique francon: bu kişi hayatından pek memnun olmayan, içsel olarak inzivaya çekilmiş ama zekice, güzel ve zengin bir kadın olarak karşımıza çıkmaktadır. fakat howard roark’un hayatına girmesi ile tekrar hayata bağlanmaya başlar. toohey gibi o da zengin işadamı olan gail wynand’in gazetesi olan the banner’da yazılar yazmaktadır. daha sonra istifa etmek durumunda kalır ve gail wynand ile evlenir. aslında wynand’i sevmez ve bunu ona belli de eder zaten. takdir edersiniz ki aslında ana karakterimiz olan howard roark’u delicesine sevmektedir, onun modernist mimari anlayışına hayran kalır ve onun fikirlerini kalıplaşmış mimari anlayışını benimseyen halk yığınlarına karşı savunmaya çalışır o da. evli olduğu gail wynand ve howard roark ile birlikte enteresan bir üçlü olurlar sonraları. en sonunda gail wynand’ın hayatlarından çıkması ile birlikte hayatının adamı howard roarkla olma hayalini gerçekleştirmiş olur.

    ellsworth toohey: bu kişi aslında biraz önce de bahsettiğimiz yazarın karşı olduğu kollektivizmin bir simgesi diyebiliriz. aslında kötü bir örneği diyelim biz ona. “the banner” adlı gazetede mimari ile ilgili etkili köşeyazıları yazmaktadır ve bir nevi yazdıklarıyla toplumun düşünce yapısını belirleyebilecek ve yönlendirebilecek kadar güçlü bir kişidir. aynı zamanda çevresi oldukça geniş, tanınır bir köşeyazarıdır. kitapta ilerleyen zamanlarda ters düştüğü howard roark ve gail wynand’e karşı kampanyalar düzenleyerek ve howard’a karşı peter’in imzası ile dava açtırarak rahatça etkilediği toplumu da arkasına alaraktan kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışır. gelgelelim bunda nihai olarak başarısız olur.

    gail wynand: küçüklüğünden beri büyük sıkıntılarla karşılaşmış bir insan olmakla birlikte tabiri yerindeyse ekmeğini taştan çıkaranlardandır. en alt kademelerden başladığı gazetecilik hayatında en tepeye -sonradan ismini vereceği “the banner” isimli yayın organının patronluğu konumuna- çıkmayı başarmıştır. aslında kitabı okurken başta çok kötü bir karakter izlenimi veren ve insanları parasıyla oynatabileceğini düşünen ve onları zaman zaman hor gören wynand, howard roark’la tanıştıktan sonra ondan etkilenir ve o da bir nevi kendi gücünü topluma göstermek için mücadele verir. howard’un kendi tasarımını yaptığı ve daha sonraları havaya uçurduğu bina sebebiyle mahkemede yargılanmasından hemen önce, sahip olduğu “the banner” yayın organı aracılığıyla howard’u savunmaya çalışır. fakat çakal toohey’in önderliğindeki kamuoyu baskısına ve gazeteye karşı yapılan protestolara dayanamaz ve sonrasında onun aleyhine -howard’a satış koyarak demiyelim de o da aslında kendi bireyselciliğine dayalı idealizmi doğrultusunda hareket ediyor- davranır. sahip olduğu maddi-manevi birçok şeyle birlikte dominique ablamızı da baş kahramanımıza kaptırır ve howard’dan da son bir ricada bulunur. ondan newyork’un en uzun gökdelenini yapmasını ve kendi adını vermesini ister. howard da bu teklifi kabul eder ve son defa howard’a şöyle bir şey söyler ve kafasına sıkar:(kitapta sıkmıyor gerçi filmde sıkıyor) “sizin sahip olduğunuz ve benim de sahip olma fırsatına ulaştığım o ruha bir anıt yapın.” sonraları howard onun bu isteğini yerine getirir ve wynand binasını bitirir.

    howard roark: ana karakterimiz olan howard roark da peter keating gibi stanton üniversitesinde okumaktadır. o sıralar geçimini çok kolay sağladığı söylenemez. stanton’u bitirmek üzereyken üniversiteden ani bir kararla atılır. bunun sebebi howard roark’un o hep karşısında durduğu alışılmış antik yunan mimarisi özentisi birbirinin benzeri yapılara karşı kendi orjinalliğini taşıyan modern tasarımlardır. bu uğurda üniversiteden atılmayı ve geri dönmemeyi göze alır ve hayranı olduğu efsane mimar “henry cameron” ile çalışmayı ister. kendisi gibi inatçı olan ve zamanında insanlardan yediği kazıklarla geri plana itilen ve artık çok ta müşterisi olmayan yaşlı kurt cameron bu gençteki yeteneği hisseder ve onu işe alır. howard roark’ta daha sonraları işleri tamamen bırakan cameron’un da öğütlerini alarak büyük şirketlere -başta francon/keating şirketi olmak üzere- rağmen ayakta durmaya çalışır. uzun bir süre müşteri bulamaz ve zor şartlarla karşılaşır. toohey başta olmak üzere insanların ondaki farklı yeteneği görmesi ile adı gazetelerde yavaş yavaş çıkar ve tasarımlar yapmaya binalara kendi mimarisini yansıtmaya başlar yavaştan. bu noktada howard’un hatta -tüm kitabın diyelim- sloganına değinmekte fayda var. uzun zamandır maddi olarak zor durumda olan howard’a proje yaptırmak isteyen iş adamları ile arasında geçen diyalog hatırladığım kadarıyla şu şekildedir:

    - toplum bizim genel standartlarımız olan klasik mimari anlayışını benimsemiştir ve bu herkes tarafından kabul görüp sevilmiştir bay roark.
    - ben bunu kabul edemem.
    - fakat bizim genelgeçer normlarımıza karşı mı çıkıyorsunuz?
    - ben kendi standartlarımı koyarım.
    - tüm dünyaya karşı mücadele etmeyi mi planlıyorsunuz siz!
    - eğer gerekirse evet.
    - fakat neticede biz sizin müşteriniziz ve sizin göreviniz bize hizmet etmektir.
    - ben müşterilerimi kazanmak için inşa etmem, kendi inşalarımı hayata geçirebilmek için müşteri kazanırım. (off kavgada söylenmez)

    sanırım howard’un beş parasız kalma uğruna sarfettiği bu laf kafa yapısını biraz daha iyi anlayabilmemiz için yeterli olmuştur. bu mantalite ile işinde ilerleyen howard için çok önemli bir binanın tasarımını yapması için fırsat doğar. iş aslında peter’in dir fakat peter howard’dan bunun modern tasarımını kendisi için yapmasını aralarındaki çıkar ilişkisine dayandırarak ister. howard da kabul eder. daha sonra daha önce de bahsettiğimiz şekilde proje howard’un tasarladığı şekilde hayata geçmez. yatırımcılar alışık oldukları antik mimarinin izlerini görmek istemektedir. buna içerlenen howard inşası devam eden binayı minik aşkı dominuque’nin de yardımını alarak gece gizlice havaya uçurur. daha sonra adeta “mimariden sorumlu devlet bakanı” modunda ortalarda gezinen toohey bunu howard’un işini bitirmek için bi fırsat olarak düşünür ve tırsak peter’i de howard aleyhinde yazı yazmaya zorlar ve mahkemede yargılanması için zemin oluştururlar. fakat mahkemede egoistçe davranarak hem projeye hem de mimarinin geneline zarar vermekle suçlanılan howard mahkeme salonunda kendi inandığı tüm değerleri içeren sarsıcı manifestosunu (bu kısımlara da yer vermek isterdim ama bir hayli uzun olurdu, imkanı olan açsın okusun ya da izlesin) dakikalar boyunca mahkemeye sunar ve sonunda suçsuz bulunur. bu sayede toohey başta olmak üzere kamuoyunun geneli karşısında bir nevi “bireysel başarı” zaferi elde etmiş olur. son olarak ta biraz önce bahsettiğimiz gail wynand’in son isteği olan newyork’un en uzun binasını inşa eder. ve dominique francon ile birlikte mutlu mesut bir hayat yaşarlar. son cümle fazlaca klişe oldu ama olsun.

    şunu belirtmek isterim ki roman’ın aşılamayı amaçladığı, daha doğrusu benim anladığım “ben” olgusu ya da “bireyselcilik” bana göre salt bir egoist hayat görüşü değildir. buradaki bireyselcilik etrafındaki insanları sömürmeden, onlara ihtiyaç duymadan da bir şeyler üretilebileceğini, hayatta daima kendisine muhalefet eden ve görüşlerine değer vermeyen kitlelere karşı kendi hayat görüşünün doğruluğunu kanıtlamak için elinden gelenin -dolandırıcılığın olmadığı, paranın fikirlerin ve amaçların önüne asla geçemediği, ama kimseye de zararı dokunmayan bir idealizm anlayışı ile- yapılabileceğini göstermektir. bu şekliyle düşündüğümüzde yazarı yahut yazarın çaktırmadan aşılamaya çalıştığı anti-kollektivizm, kapitalizm ya da objektivizm görüşlerini sevsek te sevmesek te kendimize yine de güzel bir ders çıkarabiliriz diye düşünmekteyim.
73 entry daha
hesabın var mı? giriş yap