513 entry daha
  • sevgili dostlarım, bundan tam 6 ay önce hesabımı 6 aylığına dondurmuştum. hesabımı donduruşum ile ilk pişmanlığımı yaşayışım arasında geçen süre miladi takvime göre yaklaşık 2 dakikadır.

    şimdi yatayım yarın erkenden kalkıp ders çalışırım ideolojisinde bir insan olduğum için 'şimdi hesabımı dondurayım aklıma gelenleri 6 ay sonra yazarım' düşüncesiyle bastım düğmeye. bastığım andan itibaren, yazıldığında okuyanları gülmekten yere serecek bir sürü olay yaşamaya / duymaya / görmeye başladım. bu olaylardan bazılarını küçük bir kağıda yazıp kaybettim, bazılarını aklımda tutarım deyip unuttum, bazılarını bilgisayarda bir dosyaya kaydedip sonra dosyasıyla birlikte hiç ettim... sözün özü 6 aylık periyottan sözlüğe ulaştırabileceğim hiçbir halt kalmadı kafamda. ama bu hafta sonu yaşadıklarımı unutmam mümkün değil. olayın vehameti, sözlük geleneklerine uygunluğu ve bizzat benim başıma gelmiş olması onu diğerlerinden ayırdı, ayrı bir yere taşıdı, aldı götürdü.

    6 aylık kayıp'lığım süresince başıma gelen ilginç olaylardan birisi evlenmek oldu mesela. 6 mart 2010 tarihinde nihayet evlendim 10 yıllık, biricik sevgilimle. dünyanın en güzel gelinini, kendi düğününde, nikah masasında görmek... unutulur gibi değil! (normalde hep 'inanılır gibi değil' şeklinde kullanılır bu kalıp ve unutmakla ilgili söyleniyorsa da 'unutulacak gibi değil' şeklinde cümleye gelecek zaman serpiştirilerek dile getirilir ama benim canım böyle istedi. yargılamadınız... yargılamayacak... yargıladı... yargılamayın! oh be, 6 ay yazmayınca zaman - mekan kalmamış bende. yargılamayın! sorgulamayın ya, sorgu olacak o. sorgulamayın! tamam böyle kalsın.) her neyse evlendik, düğün - dernek derken zaman geçti işte. derneğimize siz de üye olabilirsiniz. (swinger gibi algılamayın ha! şakasına yazıyorum böyle.)

    normalde insanlar evlenip barklanırken biz sadece evlendik. bark konusunda kaderimizi devletin eline emanet ettik. evlilik cüzdanımızı cebimize koyup ayrı yerlere gittik. eş durumu denilen lanet prosedürü hala tüketemedik. ayrı yerlerde, ayrı evlerde yaşayan bir -sözüm ona- çift olduk. lisedeki çoraplarım gibi bir çift olduk yani. birini buluyorsun, diğeri yok!

    hafta sonundan hafta sonuna kilometrelerce mesafenin kat edilmesi ve sevgilisine koşan diri bir vücudun bu yollarda katledilmesi şeklinde aylar geçti.

    şimdi asıl konuya gelelim. ben her ne kadar gelişmiş bir yerde yaşasam da eşimin bulunduğu yerde doğru düzgün bir market bile yok. gerekenleri her hafta ben götürüyorum. bazen çarşamba günleri de akşam iş çıkışı gidip perşembe sabah dönüyorum. cuma tekrar gidiyorum tabii. yine böyle bir çarşamba günü çift olduğumuzu hatırlamaya giderken markete uğrayıp birkaç şey aldım. aldıklarımdan biri de 800 gr civarında bir kavanoz nutella idi. ne benim daha önce bir nutella bağımlılığım vardı ne de eşimin; ama o an -belki sözlüğün de etkisi ile- alıverdim işte koca nutella'yı.

    eşimin yanına gidip aldıklarımı mutfağa yerleştirdik. film izle, yat, kalk derken kendimi tekrar işte buldum perşembe sabahı. bir gün sonra cuma akşamı ise tekrar yola koyuldum. eve ulaştığımda acıkmış durumdaydım ve doğrudan mutfağa yöneldim. mutfak tezgahının üstünde, gözlerim beni yanıltmıyorsa, bir nutella kavanozu öylece durmakta idi fakat önden baktığımda kavanozun -o 800 gramlık kavanozun- arkasını rahatlıkla görebiliyordum. üstelik kavanozu elime alıp altından baktığımda da kapağının iç kısmını rahatlıkla görebiliyordum. sanki nutella fabrikasında az sonra içine nutella doldurulacak sıfır kilometre bir kavanoz gibiydi. bir önceki gün benim getirmiş olduğum kavanoz olma ihtimali olmadığı için dolabı açtım ama nafile. dolu kavanoz hiçbir yerde yoktu. eşimle göz göze geldiğimde sözlükte bu merete 650 entry'nin neden yazıldığını bir anda anlayıverdim. oracıkta aydınlandım resmen.

    olayımız bu kadar basit değil. 2 günde 800 küsur gram nutella yiyen insan:

    - 49 kg'lık bir iştahsız
    - tatlıyla arası çok iyi olmayan bir turşucu
    - yediği her şeyin kalorisini, muhteviyatını inceleyen bir rejimci
    - 500 gr'lık sarelle'yi 2 ay dolapta süründürüp çöpe atan bir müsrif

    mutfak kapısının önünde dikilmiş, başını iyice eğmiş, alttan alttan gözlerimin içine masumca bakmaya çalışıyor hafif gülümseyerek:

    - getirdiğin kavanoz o. bitti.
    + kim geldi?
    - kimse gelmedi, tek başıma yedim.
    + sen kimsin? hatice nerde?

    ** içinde ne var bunun? öğrenmek istiyorum. **
1409 entry daha
hesabın var mı? giriş yap