47 entry daha
  • menekşe renk'

    koltukta oturmuştu. tekli koltuk. tekti koltuk.
    odanın sessizliğini ısrarla çalan telefonun kulak tırmalayıcı zili bozuyordu ama sesin sinir bozucu gürültüsü onun umrunda değildi. odada, üzerinde oturulabilecek başka bir şey de yoktu. göbeğinin üzerinde kenetlenmiş parmakları ne sıkı ne gevşekti. gözleri ellerine doğru bakıyordu. sanki menekşe renkli kilimin ortasındaki karmaşık tablonun ufak bir ayrıntısında kaybolmuştu. kilimin üzerinde tek bir desen bile yoktu.

    bir hayal yakalamıştı gözleri.
    veya bir hatıraya dalmıştı.

    biraz ötesinde yarısı dolu bir sürahiyle, boş bir su bardağı taşıyan yuvarlak yemek masası vardı; masanın da kirlenmiş, üzeri kırıntılarla dolu, kare desenli beyaz örtüsü. sandalyesiz masa...

    "beni arıyorlarsa ben yokum" diye seslendi başını koltuğun arkasına doğru hafif çevirerek.

    telefon ısrarla çalmaya devam ediyordu. o da "yokum ben evde, yok" demeye. sakince. koltuğun arkasından geliyordu telefonun sesi.

    sakince yerinden kalktı, birkaç adım atarak telefonun başına geldi. az önceki ağır kanlı halinden beklenmeyecek bir hışımla sert bir tekme attı telefona. ahize savruldu, telefonun gövdesi de duvara çarpıp yere düştü yüz üstü. telefon dağılınca o tekmeyi kendisi atmamış gibi sakin adımarla tekrar yerine döndü. oturdu, nefeslendi, çok susadığını hatırladı, sonra kalktı yeniden. masanın önüne kadar gitti, sol avucunun içini masanın kirli örtüsünün üzerine serdi. vücudunun yükünü masaya yüklerken, sağ eliyle yarım bardak su doldurdu lekeli bardağa. içerken boğazına kaçtı. öksürürken yarım bardak daha doldurdu. avucuna yapışan kırıntıları elbisesinde silkeleyerek yerine oturdu. şimdi avuçları avuçlarını değil, parmaklarıyla hapsettiği bardağı kucaklıyordu. birazdan son yudumunu da aldıktan sonra bardak tamamen boşalacak, boş haliyle dakikalarca elinde dönüp duracaktı.

    ağarmaya iyice niyetlenmiş havanın rengi artık aydınlanmaya başlamıştı. o da geceyarısından beri oturduğu koltuktan kalktı, pencerenin kenarına gitti. göremiyordu. halbuki adanın en yüksek tepelerinden birindeydi evi. dönerli ahşap merdivene doğru ağır adımlar atmaya başladı. üst kata çıktı, yatak odasına. burası biraz daha iyi görüyordu denizi. pencereyi araladığı an gözlerini kapattı ve nefesini çekti. hayır, yetmiyordu. balkona çıkmalıydı ama soğuktu hava. olsun. çıktı.

    "buralarda bir yerde olacaktı" diye mırıldanarak ceplerini yokladı, eli boş dönmedi. diğer cebinden de kibriti çıkardı. ısınmak için duman katmıştı denizin kokusuna. o böyle seviyordu. böyle seviniyordu. yüzüne çarpan serinliği bacaklarında da hissettiriyordu ince pijaması. sigarasının sonuna kadar dayandı serin-soğuk arası havaya.

    tekrar indi alt kata, yerde dağınık yatan telefonu topladı, uzun kablosundan çekiştirip masanın üzerine bıraktı ve koltuğuna oturdu. telefon susmuştu. oda da artık eskisi kadar karanlık değildi. soğuktan buz gibi olmuş kollarını kavuşturmuş, başını omzuyla koltuk arasına sıkıştırmış, gözlerini kapamıştı artık.

    kendisine 6-7 dakika mesafedeki ormana yürüyüşe gidemediğini düşünürken, güneşin ilk ışığını yakalayamadığına takılmıştı kafası. oysa hava sıcak, orman yemyeşil ve tertemizdi her taraf. hava da öyleydi. doğa bu kadar güzelken yorulmak nedir bilmez insan. o da böyle yaptı. çamların kokusunu kaçırmamalıydı. güneşin ışığı o kadar sarı, sıcağı o kadar güçlüydü ki resmen hakimiyetini haykırıyordu dünyaya. huzurla, çiçeklerin üzerinde öyle büyük adımlar atıyordu ki her biri beş insan boyu sanki. her nefesinde sanki bulutları soluyordu. ilerde bir çeşme vardı. susamıştı. bi koşu çeşmenin başına gitti, musluğu çevirdi ama su akmadı. hayal kırıklığıyla çeşmenin başında suyun akmasını beklemeye başladı. biraz dolaşayım dedi çeşmenin etrafında. o sırada kargalar geldi, su aktı. hevesle çeşmenin başına döndü, su kesildi. hayal kırıklığıyla çömeldiği çeşmenin önünden ayağa kalktığı anda elinde tuttuğu bardaktaki su üzerine döküldü, uyandı uykudan.

    eğreti uyuduğu koltuktan yavaşça kalkıp ayaklarını çeke çeke yatağına gitti; yatak soğuk. menekşe rengi göz kadar soğuk.

    gök gürültüsü vardı, kıyamet kopuyordu dışarıda. çokça da yağmur.

    birkaç zaman ötesinde kurşun renkli bir hüzün vardı yalnızlığıyla sevişen adamın.

    saklamıştı hüznünü.

    kendi kendine sorular sorup cevaplar bulmaya çalışıyordu.

    uykuya dalacağı an günlerdir zihninde çalan şarkıyı hatırladı...

    "yaşamak yalan belki, yalan delice sevmek...
    gözlerin, dudakların, o yeminler hep yalan.
    yalan geceler boyu hep seni düşündüğüm
    yalan güller, şarkılar, menekşeler hep yalan."

    menekşe kısmına gelince kapalı gözlerinden gözyaşı damladı yastığına.

    "acımasız ağını şimdi örüyor zaman,
    sana inanmak kadar, seni sevmek de yalan."

    bir zamanlar uyurken rengarenk hayaller kuran gözleri simsiyah bir perdeyle kapatılmıştı; ama bu, şu anda gözlerinden süzülen yaşların yastığı sırılsıklam ettiği gerçeğini değiştirmezdi. şarkı zihninde çalmaya devam ediyordu:

    "birkaç damla gözyaşı, kurumuş birkaç çiçek,
    ne kaldı elimizde buruk hatıralardan."

    kaçtı uykusu yine. başı ağırmaya başladı.
    şu aralar içinde bulunduğu ruh hali bundan daha iyi anlatılamazdı.

    çiçek menekşeydi.

    kurumuş...
    elinde var hatıralar.
    yürek buruk.
    yaş, günlerdir eksik değil gözünden zaten.

    uykusu vardı ama uyuyamıyordu. değişik bir ağrı vardı başında. hüngür hüngür ağlayınca geçecekti sanki. çok metindi. yetmişti az önceki gözyaşları. kalktı yataktan, mutfağa indi tekrar. dolaptaki tabakta kalan bir parça peynirle yarım şişe rakıyı setin üstüne koydu. rakıyı bir çay bardağına doldurdu, sonra peynirden bir parça kopardı eliyle, peyniri yutmadan bardaktaki rakıyı tek dikişte bitirdi. bir titreme geldi vücuduna. açlıktan midesi eziliyordu resmen. setin üzerindeki kurumuş ekmeğin üzerine kalan peynir parçasını da kattı ve bu şekilde yedi. yutkunamadı. yarım bardak rakı yetişti yine yardımına. kadim dostu, yardımsever arkadaşı rakı. kapağını kapattığı şişeyi saygıyla buzdolabına koydu, yine güneşi görmeden uyanacağı bir uykuya dalmak üzere yatağına çıktı.

    sonra başka bir şarkı başladı zihninde...

    "menekşe gözlerde hiç vefa yokmuş"

    (istanbul, 2010)
735 entry daha
hesabın var mı? giriş yap