306 entry daha
  • avrupa birliği şu anda 27 üyesi bulunan uluslarüstü bir yapı. yakında hırvatistan ve izlanda’nın da birliğe katılmasıyla birlikte üye sayısı 29’a çıkacak. bu da demek oluyor ki kendisine özgü hukuki yapısından dolayı zaten hantal işleyen bu birlik, yeni ülkelerin de üye olmasıyla daha da ağırlaşan, bürokrasinin içine boğulmuş, karar alamayan, acil müdahele gerektiren durumlarda çaresiz kalan bir kurum haline dönüşecek, şu anda da bu sürecin içerisinde. çünkü 29 ayrı dili konuşan 29 kafanın ortak bir karara “tamam” demesi neredeyse imkansız. avrupa birliği konseyi’nden bir karar geçirmek, deveye hendek atlatmaktan zor. zirveler her seferinde geç vakitlere kadar uzuyor, büyük ülkeler ağırlığını koyuyor, küçük ülkeler zorlukla ikna ediliyor, velhasıl hep bir kriz yaşandıktan sonra zar zor bir karar üzerinde anlaşmaya varılıyor.

    bir de işin hukuki boyutu var. ab’nin topluluk müktesebatının 170.000 bin sayfa dolayında olduğu sanılıyor. birliğe üye olan her ülke bu müktesebatı kabul etmekle ve uygulamakla yükümlü. yani, ab salatalığın hangi standartlara göre üretilmesini öngörüyorsa birlik üyeleri ona göre üretim yapmak zorunda. aksi takdirde ab komisyonu, birlik üyeleri hakkında adalet divanına kadar uzanan hukuki süreç başlatabiliyor. yani ab’ye üye olmak, egemenlik haklarından önemli ölçüde vazgeçmek anlamına geldiği gibi, ab hukukunun çizdiği çerçevenin dışına çıkamamak da demek.

    bütün bunlar bir yana kurumlarıyla devasa bir bürokrasi canavarı haline gelen avrupa birliği halktan da giderek uzaklaşıyor. en son avrupa parlamentosu seçimlerinde seçimlere katılım oranı yüz kızartacak türdendi. zaten parlamentonun karar alma sürecindeki ağırlığı diğer kurumlara göre çok daha düşük. mali kriz, yunanistan, şimdi de irlanda derken krizlerden bıkan kamuoyunun ab’ye verdiği destek de giderek azalıyor. ab, vatandaşların gözünde brüksel’de kendi kabuğuna çekilmiş, büyük ve görkemli binaların arkasına gizlenmiş, ne iş gördüğü, neye hizmet ettiği de tam olarak bilinmeyen, ara sıra haberlerde ve gazetelerde göze çarpan, kendilerine uzak mı uzak bir oluşum. neden var olduğu, nasıl finanse edildiği, neye yetkileri olduğu, ne yöne doğru ilerlediği kimse tarafından doğru dürüst bilinmiyor, fazla ilgi de çekmiyor zaten bu. sadece söz konusu genişleme olunca bir anda kulaklar kabartılıyor, çünkü yoksul ülkelerin birliğe girmesi, almanya ve fransa gibi ülkelerin cebinden çıkan paraların bu ülkelere akması demek.

    bütün bunların ve temsil sorunun farkında olan ab lizbon antlaşması ile bir atılım yaptı. ancak bu da fos çıktı. catherine ashton gibi karizmadan yoksun, kimsenin tanımadığı, bilmediği bir ingilizi lizbon antlaşması ile oluşturulan ab dışişleri yüksek temsilciliği’nin başına getirdiler. merkel bile ashton’dan daha fazla tanınıyordur dünyada.

    barış, demokrasi, pazarların açılması, sermayenin ve işgücünün önüdeki sınırların kaldırılması gibi hedeflerle yola çıkan ve bunların çoğuna da ulaşan, ancak son yıllarda krizden krize sürüklenen ab’nin hedefleri ve vizyonu nedir? yalnızca barış ve insan haklarının üstünlüğü gibi etik değerlere dayalı bir prestij kurumu olmak mı, yoksa siyaseten aktif, avrupa ülkelerinin ortak çıkarlarını savunma gücüne sahip bir ab hükümetine dönüşmek mi? bana öyle geliyor ki, ab 29 üye ülke arasındaki görüş ve çıkar farklılıkları nedeniyle bunlardan ikisine de dönüşemeyecek, parçalanmasa da sinerjik bir güce de kavuşamayack ve brüksel’de tıkılı kalacak.

    peki böyle bir birliğe türkiye girsin mi? sadece yasaların avrupalılaştırılması nedeniyle bile olsa ben hala türkiye’nin ab’ye üye olmasından, en azından bunun için çabalamasından yanayım. ama, türkiye aslında başka bir coğrafyanın ürünüdür, iyi ki de öyledir.
1695 entry daha
hesabın var mı? giriş yap