2 entry daha
  • internet, bize muazzam bir bilgi ve iletişim olanağı sunuyor. kendi kültürünü, “racon”unu ve belki de kendi “doğa”sını yaratan, önü alınamaz bir çığ…

    ama yine de düşünmeliyiz, acaba gerçekten öyle mi?

    tüm olanaklarına rağmen, bu müthiş bilgi ortamını kullanışımız biraz kusurlu. yapılan bir çok internet araştırması, internetin, bilgi dünyasına (bu akademik ya da kültürel olabilir) dair çok da büyük bir katkı yapmadığını, yapılan şeyin, daha önceden edinilmiş bilgilerin paylaşımının artması olduğunu gösteriyor.

    yani internette, pek bir şey üretmiyoruz, ama üretilmiş şeyleri pek çok kereler paylaşıyor, yayıyoruz.

    peki tüm bu bilgi denizinin içinde, bu büyük paylaşıma rağmen neden kültürel bir çöküş, bir yozlaşma ve tıkanma var?

    bana göre bunun en önemli sebebi uzmanlık alanı yaratmaya dayalı, tek tip kişilik yaratan sistemimizdir. gürül gürül akan insan ırmağını, tek alanın incecik borusundan akıtan bir sistemdir bu.

    tarihin çok eski zamanlarından, diyelim ki, ortaçağ’a kadar, tek bir konuda uzmanlaşmış kimseler ciddiye alınmaz, hatta başka bilimleri bilmiyorsa uzmanlaşamayacağı kabul edilirdi. bir felsefecinin matematik bilmemesi, bir edebiyatçının doğa bilimlerinden haberinin olmaması düşünülemezdi. en basit bir işi yapan kişinin bile, hayat hakkında bütünsel (külli) bir bilgi sahibi olması beklenirdi.

    peki bu nasıl değişti?

    ben söyleyeyim: kültürsüzleşen insan toplulukları, kendi kültürsüzlüklerini meşru kılmak için utanmazca, hakkında tek bilgi sahibi oldukları konuyu parlatarak, o konuyu biliyor olmalarını diğer konular üstüne çalışmamış olmalarına borçlu olduklarını iddia etti. bu “inanç”a göre, fizikçi olacaksanız, en fazla, fizikle direk ilgisi olan matematik gibi bir alanın bilgisine sahip olmalıydınız, zira öbür disiplinleri öğrenmeye çalışmak, size hem zaman kaybettirecektir, hem de zihninizi boşuna yoracaktır.

    bu iddianın kabul görmesi de hiç zor olmadı elbette. zira tarih boyunca bilgi sahibi olanlar bilgisizlerden her zaman daha az olmuştur.

    sayıca üstün olan bilgisizler, bu fikri hemen benimsedi. tek bir konuda uzmanlık, toplumların bilinçsizleştirilmesine ihtiyaç duyan ekonomik ve politik sistem için, biçilmiş kaftandı. böylece bir felsefeciye, “sen ekonomiden ne anlarsın?” denebilir; bir edebiyatçıya, “fizik bilmesen de olur, ne ilgisi var?” düşüncesi empoze edilebilirdi.

    rönesans’daki büyük ilerlemenin “bilim ve sanat”daki gelişme ve değişim olduğu söylenir de, niye ikisinin birden değiştiği, birinin değişimini neden diğerini de tetiklediğini kimse anlatmaz. anlatılırsan tek boyutlu insanı nasıl yetiştireceksin!

    sadece fizik bilen birinden, en fazla “fizik işçisi” olur, o fizik üretemez. bütünsel (külli) bir üretim, bütünsel bir bakış açısı gerektirir, doğayla, bilginin birleşip bir teoriye dönüşmesi için, fotoğrafın tümünü değişik açılardan görmek; herkesin gördüğü içinden, kimsenin göremediğini bulmak, bilimsel bakış açısı kadar, bir sanatçının duyarlılığını da gerektirir. eğer, newton’da bu sanatçı duyarlılığı olmasaydı, elmanın ağaçtan düşüşünü alıp, ta gökteki cisimlere kadar, çekim yasasına bağlayabilir miydi? bu yasayı neden newton buldu da, elma çiftliğinin sahipleri bulmadı? ya da suyun kaldırma kuvvetini, arşimet yerine, neden hamamcılar bulmadı?

    fazla bilme, bilmeye çalışma çabası üzerindeki sansürü kaldırmak gerekir. kafamız, çok fazla kitap okumakla karışmaz, kafayı karıştıran şey, çöplük olan bilgidir, yani televizyonu, radyoyu açtığımızda karşımıza çıkan çoğu bilgi… doğru bilgiyi bulmak, tek bir konuya odaklanarak çalışmakla değil, bir çok konu hakkında bütünsel bir çalışma yapmakla mümkün olabilir. ancak, değişik disiplinlerden beslenen bir hayat tarzı yakalayarak, bakışımıza boyut katabiliriz.
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap