3 entry daha
  • yıllar önce ankara sokaklarında koşturan bir gurup veledin, bir sonraki kuşağı bezelyelerin lanetinden kurtarmak için harcadığı çabanın anlatısı
    olayın devamı şöyledir ki;

    <<...

    artık eski silahlarımıza ek olarak- bir de sinek kağıtları vardı yanımızda. bu bir yüzü yapışkanlı kağıtlara herhangi bir şey yapıştığında, kolay kolay kurtulamazdı bir daha. kağıtlar, bir hayaleti hahatopüne hapsetmek için yeterli zamanı fazlasıyla sağlayacaktı bize. bu sefer hahatopünün kablosu da aşırı miktarda uzun tutmuş ve uzatma fişlerinin birbirilerine eklendiği noktaları da koli bantlarıyla sağlamca yapıştırmış, işimizi şansa bırakmamıştık.

    bizi alkışlarla maceraya uğurlayan bir kitlemiz yoktu ama önemi de yoktu. bir görevimiz vardı ve yapacaktık. arsanın içine girdik ve sinek kağıtlarını kapının önüne, inşaatın girişine döşedik. neyle karşılaşacağımızı pek bilmesek de kafamızda bir plan vardı. deniz ve ben hayaleti (yada herneyse içerdeki) üzerimize çekerek, binanın dışına çıkacak, koşarken girişteki kağıtların üzeirnden atlayacaktık. iblis dölü kapıdan çıktığı anda kağıtlara yapışacaktı ve biz aniden dönerek tüm silahlarımızı üzerine boca edecektik. kapının bir kaç metre yanında bekleyen özgür, cehennemin evladını hahatopüne hapsetmek için gereken zamanı fazlasıyla bulacaktı bu sayede..

    içeri girdik ürpertilerimizi ve kaygılarımızı kalplerimizin derinliklerine bastırarak. kötülüğün kokusunu alıyordum adeta. kötülüğün kokusunu tiksintiyle burnumu kapatacak kadar iyi alıyordum.

    "ohaa olum kötülüğün kokusuna baksanıza lan, çok pis yaa" dedim üziirmizdeki gerginliği biraz atmak için.

    "o kötülük diil ki oolum. galiba koyunlar burda onların boku kokuyo" diye cevap verdi deniz ukala ukala.

    "hayır babanın çorapları burda onlar kokuyo. salak yaa" diye laf sokmaya çalıştıysam da pek başarılı olmadı.

    manasız muhabbetimiz tok bir sesin konuşması ile kesildi; "demek nihayet beni buldunuz kodumun veletleri"

    içimdeki karanlık imge patlamasını ve beraberinde dehşeti kelimeler ile anlatmanın mümkün olmadığı o an kafamızı kaldırdık ve tam karşıda gördük onu..

    yerden bir metre kadar yukarıda asılı duruyordu. garip yaratığın dev bir domatesi andıran kafasının iki yanında bamyalardan oluşmuş gözler, burnu olması gereken yerde ise iğrenç bir patlıcan dilimi vardı.. dev domatesin altından sarkan altı adet aşırı uzun pırasa, insanların varolmadığı kadar eski bir zamandan kopup gelmiş adı unutulmuş bir tanrının suratından fırlayan ahtapotumsu uzantılar gibi temkinsizce kıpırdanıyor ve sallanıyordu. kolları olması gereken yerde birbirine tasvirsiz bir iğrençlik ile karışıp kaynaşmış havuç ve kerevizlerden yapılma iki tehditkar uzuv sallanıyordu. içe geçmiş marullardan ibaret iğrenç bir çift kanat ise dev domates figürünün hemen arkasında, yüksek bir tepeden bakmakta olan bir sucubbus'un kanatlarıymışçasına açılmıştı.

    "b-bu bi sebze adaaaam" diye kekeledi deniz..

    "sebze sensin adam da sana girsin ! benim adım wraithovejene seni kokuşmuş bok böceği" diye karşılık verdi garip yaratık.

    "seni lanet olası ahtapot boku ! yemeklerimizi çalmanın bedelini ödeyeceksin" diye haykırdım öfkeyle.

    "beni güldürme seni gidi loki'nin terli taşağı kılıklı velet. tüm hayvansal besinleri, tüm şekerleri ve tüm çikolatları yok edeceğim. sadece sebze ve meyve yemek zorunda kalacak insanoğlu" diye böğürdü domates kafalı yaratık.

    ne olduğunu anlamıştık sonunda. bu olabilecek hayaletlerin en kötülerinden biri, bir vejetaryen hayaleti idi. tehditlerine karşılık "yok yaa, sen benim götümü ye cehennemin leş kokulu it nefesi" diye anında soktum lafı ruh hastası, ölü sebze yığınına.

    hayalet, "bana götümü ye demek ha ! pişman olacaksın seni aşağılık domuz götü parçası" diyerek üzerimize gelmeye başladı tüm heybetiyle.

    anında dışarı fırladık ve özgür'ü uyarmak için "geliyooooo" diye bağırdık var gücümüzle. bu sırada özgür'ün hahatopünü çalıştırdığını duyabiliyorduk. bizim hemen ardımızdan dev bitki yığını da fırladı dışarı. anında özgür'ün yarattığı tehdidi farkedip, kollarından bir tanesini ona uzattı çıkar çıkmaz. onlarca havuç ve kereviz adeta fışkırarak özgürü korkunç bir sebze fırtınasının tam ortasında bıraktı.

    iğrenç sebzelerin yağmuru altında kalan özgür'e yardım edebilmek için tüm silahlarımızı kusarcasına ateşledik iğrençlik abidesinin üzerirne. kahretsin ki etkilenmiyordu bile. ve talihsizlikler bununla bitmemişti.. hahatopünün ağzına dolan bir kaç sebze, silahımızın artık boğuk sesler çıkararak işlevsizleşmesini sağlamıştı. özgür patlayacağından korkarak hahatopünü kapattı ve sendeleyerek yanımıza gelmeye çalıştı.

    "kaçıınn, bizim eve doğru gideliiiim" diye bağırdım gücüm yettiğince. aniden bana dönen vejetaryen hayalet, karnıbahar ve maydonozlardan oluşmuş hayalet ciğerlerine hava doldurdu bir ıslık sesiyle. hemen ardından koca domates kafasının ortasındaki ağız, havuç biçimli dişlerinin arasından büyük bir güçle üflerken nefesini üstümüze iri nohut parçaları yağdırmaya başladı. yüzlerce nohut tanesinin can yakan yağmuru altında zigzaglar çizerek kaçmaya başladık ve bizim evin olduğu arka sokağa doğru var gücümüzle koştuk.

    evin önünde soluk soluğa durduk ve arkamıza baktık. şaşırarak artık takip edilmediğimizi fark ettik. sebze şeytanı yer yarılmıştı da içine girmişti sanki.

    gözlerimiz vejeto düşmanımızı ararken, yanımızdaki arabanın içinde devam eden hareketlilik dikkatimizi çekti. üst kat komşumuz ipek abla sokağın öbür ucunda oturan uzun saçlı bir abi olan mehmet abinin arabasındaydı. mehmet abi'nin önüne eğilmiş bişiler yapıyordu. tam göremedik ama mehmet abi'nin uykusu gelmişçesine gözlerini kapatıp başını arkaya atmış oluşu biraz şüphe uyandırıcı idi. biz onlara bakarken arabanın hemen yanında vejetaryen hayalet tekrar belirdi ve arabanın ön kaportasını ezerek peşimize düştü. biz apartmana doğru kaçarken arkadan mehmet abinin çığlığı yükseldi. o an ne olduğunu anlamamıştık ama bir kaç saat sonra mehmet abi ambulansla hastaneye kaldırılacaktı. o günden sonra mehmet abi hiç aynı olmadı ve zaten bir iki ay sonra adını mehtap olarak değiştirip taşındı. ancak o sırada onu düşünebilecek durumda değildik. hemen eve girip kapıyı kitledik. neyse ki annem evde değildi, bizi kovalayan bir sebze yığınını açıklamak pek kolay olmazdı sonuçta.

    olabilecek en hızlı şekilde odama girip, hayalete karşı sandalye bacaklarını kırarak basit bir iki haç yaptık. ne yapacağımızı bilemez haldeydik ve bu haçlar son umutlarımızdı. aklıma bir fikir geldi o anda ve özenle paketlediğim lahmacunlarla köfteyi çıkardım ortaya. bir süredir yemek yememiş arkadaşlarım için oldukça iştah açıcı idi ancak bunları yemeyecek, tüm güzel yemekleri yok etmeye çalışan iğrenç hayalet için yem olarak kullancaktık. ama planımızı nasıl uygulayacağımızı düşünmeye zaman kalmadı. balkon kapısı parçalandı ve yaratık odanın içine daldı tüm heybetiyle.

    "kodumun taşak bitleri, işte şimdi elimdesiniz..beni haçlarla mı durduracaksınız hahahaha" diye gürledi koca domates ve bedenin altında sallanan pırasalar kıvrılarak elimizdeki haçları söküp aldılar.darbenin şiddetiyle yatağın üzerine savrulmuştum. ani bir refleks ile elime gelen bir köfte parçasını tepemize binen yaratığa fırlattım.

    etki beklenmedikdi. minik köfte, domates biçimli köftehorun bedene çarptığı anda vejetaryen hayalet tiz bir çığlık ile haykırdı ve geri gitti.

    "çocuklaar, etten korkuyor ! lahmacunları alın çabuuuuk" diye bağırdım. hepiiz birer lahmacun kaptık ve lanet olası at sineği kılıklı sebzeye doğrultarak üzerine yürüdük.

    "haaayyıııhhrrrrr et olmazz , çekin şunlarrııı gözümün önündeeehnnn!" diye gürledi iğrenç sebze.

    artık köşeye sıkışmıştı. tüm iradesini harcıyordu ama üç lahmacuna karşı yapabileceği hiç bir şey yoktu. bir kaç kez saldırmayı denediyse de lahmacunlar tarafından geri püskürtüldü. acı içinde bağıran yaratık bir anda doğruldu ve kükredi. ani değişim neden olmuştu anlayamamıştım ama deniz'e bakınca durumu kavradım. deniz tek silahımız olan lahmacunu yiyordu şu an...

    "deniiiiz ! naaptığını sanıyorsun sen malak !" diye böğürdüm.

    "ya napiim çok acıkmışım, dayanamadım bir ısırık aldım sadece" diye yanıtladı utanç içinde.

    ama utancı bizi kurtarmaya yetmiyordu. çember kırılmıştı ve şu anda hayalet herşeyiyle saldıruyordu üzerimize. özgür şaşkınlığını atıp elindeki lahmacunu tekrar doğrultamadan kereviz ve havuç bombardımanı içinde yere düştü. deniz ise çok daha şanssızdı. hayaletin kanatlarından fırlayan yüzlerce marul, bir anda denizi, bir örümceğin sineği ağlarıyla hapsetmesi gibi havaya kaldırıp sarmalamaya başladı. bense üzerime kusulmakta olan nohut mermilerinden sakınmaya çalışırken hiç bir şey yapamıyordum.

    bir an için yatağın yanında, yere düşmüş dört minik köfte gözüme ilişti. dört küçük kara nesne.. hiç bir zaman önemsemediğimiz ancak şu an için bir sebze yığını tarafından parçalanmamak için tek şansımız olan kızartılmış kıymalar. dört küçük umut..

    küçük bedenime aniden dolan umutla ayağa fırladım ve nohut bombardımanı altında koşmaya başladım köftelere doğru. zaman yavaşladı adeta, saniyeler saatler gibi geçiyordu. köftelere doğru atladığımda iki canlı pırasa demeti üstüme doğru bir kamçı gibi inmeye başladı. ıskalayan pırasa dalgası hemen arkamda şakladığında parmaklarımın köftelere değmesi için sadece bir kaç santimetre kalmıştı. uçuşum ve düşüşüm arasındaki karmaşada pırasa demetlerinin saldırısı ve nohut yağmuru altında 4 köfteden üçünü kapabildim. biri ise asla ulaşamayacağım bir yere fırlayarak gözden kayboldu.

    her bir nohut tanesi dokunduğu yeri acı içinde yakarak sekiyordu bedenimden. yerde sırt üstü döndüğüm ve köfteleri fırlatmak için gerindiğim anda iki canlı pırasa demeti bacaklarımdan dolanıp aniden çekti beni. şokun etkisi ile neredeyse köftelerden birini düşürüyordum ama hepsini elimde tutmayı başardım ve ilkini fırlattım. o korkunç kaos arasında ilk köfte tamamen alakasız bir yöne doğru yitip gitti.

    deniz üzerini kaplayan marullar tarafından boğulmak üzereydi. boğazından çıkan tok hırıltıyı duyabiliyordum. pırasaların güçlü çekişinden kurtulmak için debelenirken ikinci köfteyi de fırlattım. bu sefer bamyadan yapılma gözlerin tam ortasına isabet eden köfte, yaratığın acı içinde bağırmasını, denizi sarmalayan marullar üzerindeki denetimini bir anlığına bırkamasını ve pırasaların güçlü kavrayışını gevşetmesini sağladı. işte beklediğim an buydu, tek bir şansım vardı; ya isabet ettirecek yada sebzeler tarafından bu genç yaşımda öldürülecektim. acı dolu bağırışı bitmeden fırlattım ikinci köfteyi... minik karaltı kararlılıkla ilerledi havada ve koca domatesin ortasındaki garip ağız tam kapanmak üzere iken giriverdi içine.

    zaman durdu... bağırışlar, çığlıklar hepsi, herşey durdu... sadece yaratığın yutkunuşu duyuldu..

    "hhaaayıııırrrghhahhaarghhhhhhhhhh" diye böğürdü dev hayalet. bedenindeki sebzeler kaynaşmaya ve bir düdüklü tencerenin içinde pişermiş gibi fokurdamaya başlamıştı. kafasını oluşturan dev domates, çatlayan bir kavunmuşçasına ortadan ikiye ayrıldı yavaş yavaş. kollarındaki havuç ve kerevizler birer birer yere dökülürken, bedenindeki pırasalarda cansızca sarktı. yere düşen koca yığın bir kaç saniye sonra bizi duvarlara fırlatan bir basınçla infilak etti.

    bir an için olayların gerçekliğine inanamadık. dev bir kazanda yapılmış bir türlü ve dev boyutlu bir salata odaya yayılmış gibi gözüküyordu. evet bunları açıklamak çoook çok zor olacaktı.. ama başarmıştık, yenmiştik onu sonunda.

    bir kaç saat sonra hayvanları özgür bıraktık ve elimizden geldiğince temizledik ortalığı. oldukça zor olmuştu odanın halini açıklamak(özellikle patlamış kapıyı) ve bayramın 2 günü boyunca kaçan hayvanlarını yakalamak için çaba harcayan büyükler de eklenince işe aldığımız cezalar çok daha uzun vadeliydi. yine de önemli değildi. biliyorduk ki yedikleri et yemekleri bizim sayemizde hala vardı.

    hayaletin üs olarak kullandığı arsa da bir süre sonra yepyeni bir villaya dönüştü. şekli değişmişse de binanın laneti ileride de kendini gösterecekti gerçi. yıllar sonra buraya gelecek kenan alacakaranlık adlı bir adam nice dehşetlerin yaratıcısı olacaktı ama buna daha çok zaman vardı, uzun yıllar boyunca mahalle huzurunu koruyacaktı.

    bezelyelerin ve bamyaların lanetinden kurtarmıştık hem kendi kuşağımızı hem de sonraki çağları. kimse bize teşekkür etmemişti, hatta çok az kişi olayları biliyordu ama yine de mutluyduk biz. ghost bastırırs ekibi kurtarmıştı mahalleyi bir kez daha..

    - son -
    >>
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap