41 entry daha
  • 2011-2012 sezonu ankara devlet tiyatrosu oyunlarından. gayet klasik, olması gerektiği gibi olmuş. bu sezon boyunca izleyene 'hımm burda acaba ne demek istedi?' dedirten birçok adt oyununun yanında parlayan bir oyun.

    --- spoiler olabilir belki diye ---

    dikkat çeken ilk şey, oyunun rejisinin yabancı bir yönetmene ait olması. bunun oyuna çok büyük bir farklılık getirdiğini söylemek zor. ancak, ankara devlet tiyatrosunun amerikan tiyatro oyunlarında geçtiğimiz sezonlarda yaşadığı ufak tefek sıkıntıları, en çok da bu tür oyunlarda rastlanabilecek yapaylığı bu oyunla kırdığı, daha içten bir atmosfer yakaladığı görülüyor. yönetmen jason hale'in dediği bir şeye katılmak gerek, o da oyunun geçtiği buhran döneminin arifesinde dar gelirli bir ailenin yeri, yaşayabileceği sıkıntılar ve toplum tarafından neye yönlendirildiğinin açıkça yansıtılmaya çalışıldığı. bu konuda gayet başarılı olmuş. oyun amerikan toplumunun değerlerini birebir buradaki bir sahneye geçirmek yerine, konunun ve hikayenin daha evrensel, herkesçe bilindik taraflarını ele alarak hitap ettiği kitleyi genişletmiş.

    oyunculuklara gelince, oyuna gitmeden önce anlatıcı ve tom rolündeki orhan özyiğit'in oyunculuğuna dair baştaki olumsuz yorumlar daha sonra olumlu yönde değişmiş. oyuncunun sesi ve tavırları, karakteri daha da yansıtır olmuş. ne var ki gitme isteğiyle ilgili bir şeyler eksikmiş gibi geldi hep, nedenini bilmiyorum. meltem keskin bayur'un anne halleri gayet yerinde, oyunla bütünleşmiş. eleştirilen yeşilçamvari görünüşü belki oyunun aktarılış tarzıyla ilgili o evrensellik mevzusuyla alakalı olabilir elbette ama o kadar karikatürize bir karakter sergilemediğini söylemek gerekir. oyunda en büyük alkışı laura rolündeki gülin ersoy hak ediyor kesinlikle. o kırılganlığı, bir kısır döngü içinde kalışı, utangaçlığı, yıllardır beslediği ama jim'in karşısında bir türlü dile getiremediği sevdası ile mükemmel yansıttı laura'yı. jim rolündeki irfan kılınç'ı daha önce ahmet burak bacınoğlu'nun yönettiği kafkas tebeşir dairesinde izlemiştim. oyunculuğu gayet yerindeydi; ne var ki kostümü ile daha çok ellilere yakın duruyordu. çizdiği karakter öyle başarılıydı ki o azimle o karakteri 60'ların mad menvari işyerlerinde hayal ettim izlerken bir an için.

    oyundaki dekorun muhteşem, kostümlerin ise görkemli olduğunu söylemek isterim. hele laura'nın ikinci perdedeki mavi elbisesi terzilik öğrenip öyle bir elbisenin nasıl dikileceğini görebilme isteği uyandırdı içimde. annenin elbiseleri de yine döneme uygundu, 20. yüzyılın başlarına ayak uydurmaya çalışan ama henüz 19. yüzyılın izlerini silememiş, vaktiyle gün görmüş insanların üzerinde durmuş elbiseler gibi.

    oyunun çevirisi can yücel'e ait, dilinin akıcılığını buna bağlayabiliriz. ancak can yücel çevirilerindeki ufak tefek, hatta tartışmalı ayrıntılar bu oyunun dilini etkilememiş, çevirideki yapaylıktan uzak bir anlatım vardı. son olarak oyundaki 'mavi gül' ve 'gül hastalığı'na şöyle bir açıklık getirmekte fayda var. sanırım çeviri azizliği denebilecek türden. repliğin orijinali şu:

    laura: when i had that attack of pleurosis - he asked me what was the matter when i came back. i said 'pleurosis', he thought that i said blue roses! so that's what he always called me after that. whenever he saw me, he'd holler, 'hello, blue roses !

    şöyle ki, kızın bahsettiği gül hastalığı oyunda "pleurosis" olarak geçiyor ki sanırım bu bir akciğer hastalığına karşılık gelmekte (zatülcenp olabilir). ama jim bu"pleurosis"i "blue roses" olarak anlıyor. o mavi gül olayı da bundan. tahminimce mavi gül ile bari gül kısmı bağlantılı olsun diye hastalık gül hastalığı diye çevrilmiş.

    --- spoilerolabilir belki diye ---

    özetle, kesinlikle izlenesi, gayet akıcı, özellikle dram severlerin kaçırmaması gereken bir oyun olmuş.
22 entry daha
hesabın var mı? giriş yap