• bu sezon izlediğim devlet tiyatrosu oyunlarından ilki ve bu sezon ilk kez sahnelenen oyunlar arasında en çok dikkat çekeni.

    tennessee williams 'ın 1945 yılında yazdığı hüzünlü hikaye, can yücel çevirisiyle karşımıza çıkıyor. tom (orhan özyiğit), laura (gülin ersoy), amanda (meltem keskin bayur) ve jim (irfan kilinç) karakterleri arasında geçen bu oyunda, izleyici ile hikaye arasına, karakterlerden birisi olan tom anlatıcı olarak yerleştirilerek, brechtyen bir tarz kullanılıyor.

    gerek oyunun açılışını yapan, tom'u oynayan anlatıcı orhan özyiğit'in sil sürçmeleri, gerekse amanda'yı oynayan meltem keskin bayur'un ortaya fazlaca alaturka bir karakter çıkarması, yaratılan atmosferin seyirciye geçmesini engelledi. kendi adıma ne tom'un sinemaya sığınmasındaki çaresizliği hissettim, ne amanda'nın geçmişine sığınmasına empati kurabildim. bu karakterlerin ekonomik sorunları ve hayalleri arasında kalmalarının çaresizliği seyirciye geçmedi. hatta amanda karakterini daha önce oynayan yıldız kenter'i pek de sevmememe rağmen, kabul etmek gerekir ki, amanda'yı yıldız kenter oynasaydı, oyun baştan sona bambaşka bir hal alırdı.

    ilk perdeyi sırtlayan laura'yı oynayan gülin ersoy'du (ayağındaki aksamanın sürekliliğini sağlaması için giydirdikleri garip ayakkabıya rağmen). laura'nın sırça kümes'ine sığınışı, hareketleri, narinliği, mimikleri ve kıyafetleri ile çok güzeldi. laura'nın kendine güvensizliğini yansıtışı o kadar başarılıydı ki, o his bir yerlerden tanıdık geldi.

    ikinci perdede katılan irfan kilinç ise oyunu kurtaran diğer isimdi, jim ve laura'nın diyalogları, aralarındaki enerji, jim'in yardım etmek isterken kendini kontrol edememesinden duyduğu pişmanlık ve uzaklaşma isteği, laura'nın "sanmam beni hatırlayasınız." derken an be an tereddütlerinden kurtulması, fakat umudunun sönmesi, eskisinden de ağır bir sessizliğe gömülmesi.. sırça unicorn'un boynuzunun kırılması, laura'nın kırılması, müziğe sığınması, mumların sönmesi..

    finalde nispeten başarılı olan orhan özyiğit, bence bunu gülin ersoy'un seyirciyi finale çok güzel hazırlamış olmasına borçluydu. oyun, evindeki sıkıntıdan kaçan, annesi ve kardeşinden uzaklaşan tom'un, ne kadar uzağa giderse gitsin, vicdanını yani laura'yı bırakıp gitmesinden duyduğu suçluluğu hep yanında taşıdığını ve taşıyacağını anlatan tiradı ile bitti.

    "iyisi mi sen mumları bir an önce söndür, laura."

    not 1: oyun açılışının sigara içerek yapılması enteresan, açılsın tabi karşı değilim ama sadece 2-3 yıl önce, bir özel tiyatroda fatih al'ın sahnede sigara içtiği için aldığı ceza geldi aklıma.

    not 2: mavi gül konusunda aktarılamayan birşeyler var gibiydi, yüzeysel ve anlamsızdı, hikayenin aslını bilenler aydınlatabilirlerse sevinirim.

    not 3: her oyunun olmazsa olmazı seyirci, evinde film izlemiyorsun, "tüh", "vah vah", "ay yazık ya", "ehe çok komik yea" diye sesli tepkiler verme, hayvanlık yapma, medeni ol biraz.
  • kocası tarafından bırakılmış amanda, hayatta bulamadığını filmlerde bulan tom, camdan eşyalar biriktiren ve bacağı felçli olan laura'nın kahramanlarını oluşturduğu tennessee williams'ın eseri.
    amanda laura'yı evlendirmek ister bunun için en uygun kişinin tom'un iş arkadaşı jim olduğunu düşünür. ne var ki jim laura'nın çocukluk aşkıdır. jim ve laura yıllar sonra bir araya gelirler ve o çok dokunaklı sahne yaşanır:
    jim:_ gelelim sana! söyle laura senin de ilgilendiğin bir şeyler vardır elbet...
    laura:_ benim mi? dedim mi a, şey... koleksiyonum var benim...
    jim:_ neden bahsediyorsun allah aşkına? nasıl şey o koleksiyon dediğin?
    laura:_ sırça işte...çerden çöpten şeyler. süs için çoğu. minnacık minnacık hayvanlar, sırçadan yapılmış hepsi. her çeşit hayvan var içinde. annem tutturmuş "sırça kümes" deyip duruyor. bakın size bir tanesini göstereyim, isterseniz. en eskilerinden biri bu. on üç yılı dolduracak neredeyse. aman dikkat edin! çıt diye kırılıverir.
    jim:_ iyisi mi almayayım elime! pek sakarım kırılır da sonra...
    laura:_ yok! alın, ziyanı yok(avucunun içine kor) tamam şimdi yavaşca tutun elinizde, ışığa doğru kaldırın biraz! pek sever ışığı. bakın nasıl ışıyıverdi içi.
    jim._ sahi pırıl pırıl oldu.
    laura:_ gerçi ayırmamam lazım hiçbirini ya, en çok sevdiğim bu.
    jim:_ aslı nedir bunun kuzum?
    laura:_ görmüyor musunuz boynuzunu?
    jim:_ unicorn ha?
    laura:_ hıı...
    jim:_ benim bildiğim unicornların nesli tükendi çoktan.
    laura._ öyle ama...
    jim:_biçare yalnız başına öyle kimbilir nasıl canı sıkılıyordur.
    laura, (gülümser):_ belki ama hiç de şikayet ettiği yok. yanında boynuzsuz atlardan var bir sürü, gül gibi geçiniyor onlarla.
    jim:_ nereden biliyorsun iyi geçindiklerini?
    laura:_ şimdiye kadar ağız kavgası bile etmediler.
    jim(güler):_ ağız kavgası ha? bak. bu aklıma gelmemişti hiç! nereye konacak bu?
    laura:_masanın üstüne bırakıverin! arada bir yeri değişirse, pek hazzeder.
    jim:_ ne demezsin!... gerindim de bak nasıl gölgem büyüyüveriyor!
    laura:_ ya bütün tavanı kaplıyıverdi!
    jim(ayağa kalkar kapıya doğru gider):_ yağmur dindi galiba(kapıyı açar) nereden geliyor bu çalgı sesi?
    laura:_ karşıdaki cennet bahçesinden.
    jim:_ biz de şöyle biraz zıplasak, ha, ne dersin?
    laura:_ ama...
    jim:_ demek benden önce birine söz verdin. bırak canım, kimse o, beklesin az daha! ne işi var başka!( vals çalar; "mavi tuna") oo! vals başladı:(tek başına bir iki döner, derken laura doğru uzatır kollarını.)
    laura (soluk soluğa):_ dans edemem ki ben.
    jim:_ başladın yine, bak! hep böyle aşağılık duygusu...
    laura:_ ömründe dans etmemişimdir ben
    jim:_ gel, efendim! bir deneyelim.
    laura:_ ayağınıza basarım, acıtırım bir yerinizi.
    jim:_ korkma canım! sırçadan mı sandın beni de?
    laura:- nasıl, nasıl başlayacağız ama?
    jim:_ sen bana bırak işi! sade kollarını kaldır biraz!
    laura:_ böyle mi?
    jim:_ az daha yukarı! tamam şimdi, yalnız kasma kendini öyle, gevşek bırak!
    laura(sinirli sinirli güler):_ güç iş doğrusu.
    jim:_tamam
    laura:_ korkarım beni kımıldatamayacaksınız bile.
    jim:_ ne iddiasına giriyorsunuz?(kızı kapıp yürütür)
    .....
    laura:- allah'cığım!
    jim:_ ha!.. ha!...
    laura:_ başıma gelenler!
    jim:_ ha!... ha!... (ansızın masaya çarparlar jim durur.) neydi o çarptığımız kuzum?
    laura:_ masa.
    jim:_ galiba bir şey yere düştü, değil mi?
    laura:_ evet.
    jim:_ bizim boynuzlu at değildir inşallah!
    laura:_ o.
    jim:_ tuh! aksiliğe bak! kırılmış mı?
    laura:_ öbür atlara benzemiş şimdi.
    jim:_ şeyi gitmiş mi yoksa?
    laura:_ boynuzu kırılmış ama, ziyanı yok. daha iyi oldu belki de.
    jim:_ gel de üzülme şimdi! en çok bunu seviyordun dedindi, değil mi?
    laura:- laf olsun diye söyledim, canım. kırılmışsa kırılmış. sağlık olsun! sırça dediğin zaten işarete bakıyor kırılmak için. istediğin kadar dikkat et, hiç bir faydası yok. daha olmazsa bir kamyon geçiyor, sarsıntıdan sapır sapır dökülüyorlar yere.
    bir de oyundan kalan şu söz:, "zaman, iki yer arasındaki en uzun mesafedir".
  • --- spoiler ---

    kocası yıllar önce kendisini terkeden amanda bir ayakkabı fabrikasında çalışan oğlu tom ve kızı laura ile st. louis'de bir bodrum katında oturmaktadır.tom bir yandan ailesinin geçimini sağlamak için çalışırken bir yandan da sinema filmleri ile avunmaktadır. sinema tom için içinde bulunmaktan pek de hoşlanmadığı gerçek dünyadan bir kaçış yeridir adeta.
    saygın bir geçmişi olan amanda sürekli geçmişinden bahsederek avunmaya çalışmaktadır. bir ayağı sakat olan laura ise dış dünya ile bağlarını tamamen koparmış durumdadır. tek avunduğu camdan hayvancıklar kolleksiyonudur. kızını bu izole dünyadan çıkarmaya kararlı olan amanda onu saygın bir gençle evlendirmeye karar verir ve uygun bir eş bulma görevini de tom'a verir.
    tom ise annesinin baskıları sonucunda iş arkadaşı jim'i eve yemeğe davet eder. jim laura'nın okul döneminde aşık olduğu gençtir. akşam yemeğinde yakınlaşan laura ve jim için herşey ilk başlarda güzel görünse de jim'in nişanlısı ile buluşmak üzere evden ayrılması ile laura için herşey eski haline geri döner. laura kısa bir süre de olsa gerçek dünyanın kapısından adım atmıştır ancak jim'in gidişi ile yine aynı karanlık dünyasına geri döner. amanda ise tüm yaşanalardan tom'u sorumlu tutunca tom evi terk eder.
    --- spoiler ---

    gerçek bir aile dramı. her kahraman kendi içinde binlerce kahramanı barındırıyor. küskünlükleri, eksiklikleri , istekleri, hayalleri ve umutsuzlukları ile sahnede izleyeceğiniz karakterlerde herkes kendisinden bir parça bulacak. sırça kümes adlı oyunu izledikten sonra tiyatrodan biraz buruk çıkacaksınız. allak bullak olmuş bir halde. kendi içinizde ya da çevrenizde farkına varmak istemediğiniz, dönüp gittiğiniz hayatlardan bir yada birkaçı çıkacak sahnede karşınıza. şaşıracaksınız. tiyatronun bir işlevi de bu değil mi zaten?
  • tiyatro oyununa bir anlatıcı koymakla, brecht tarzı bir yabancılaştırma etkisi kullanmış bu oyunda williams. ayrıca rüya gibi bir atmosfer yaratarak gerçeklikle hayal arasında bir resim çizmiş. sembolist bir oyun. aynı zamanda otobiyografik olduğu söyleniyor. ama hepsinin ötesinde, laura'nın tek boynuzlu atı, tom'un sinemada gördüğü malvolio adlı sihirbazın numarası, ve yine laura'nın oyunun sonunda mumu üfleyerek söndürmesi. ve tabii ki mavi güller.

    (bkz: strindberg)
    (bkz: amerikan ruyasi)
  • orjinal filminde john malkovich in oynadıgı yere düşen kristal unicorn'un sinema tarihin üzerinde en çok symbolism barındıran sahnesi olabileceği güzel tiyatro oyunu.
  • amanda : yildiz kenter
    laura : gunes berberoglu/ yesim kocak
    tom : hakan gercek / engin hepileri
    jim : engin hepileri / okan yalabik

    şeklinde bir kadroya sahip oyun, dekoru pek sevdim,
    otorite olmasam da kişisel beğenime göre güzel bi oyun ama
    benim tam olarak anlayamadığım topal bir genç kız olan laura nın topallığının oyunculuk açısından zayıf kalmasıydı, günes* hanım oyunda genel olarak basarılıyken topallığı mı kotaramamıştır, yani metni bilmesem ve oyunda laura nın topal olduğu hatırlatılmasa benden güzel yürüyen bir kadın vardı karşımda kaldı ki ben topal diilim.. bir de oyunun çevirisiyle ilgili bi takım diyaloglar fazla türk işi olmuş amanda ve tom konuşurken ali kıran baş kesenin ne işi vardı orada ? tamam can yücel..
  • bugün şinasi sahnesi'ne uğradığımda ekim'den itibâren söz konusu sahnede oynayacağını öğrendiğim, gitmek ve küçük aşkımı da elinden tutup en sevdiğim yazar olan tennessee williams'la tanıştırmak için can attığım oyun.

    hey gidi ake günleri hey...
  • bursa devlet tiyatrosu'nun oyunu. cast seçimi çok yanlış. evin oğlu tom, sanki ailenin babası gibi. anneyi oynayan oyuncu ise ilk perde o kadar yorucu bir oyunculuk segiledi ki, karaktere uymadığını düşünüyorum, abartılıydı. genel olarak hikaye içine çekmedi, oyunun tek keyifli kısmı jim ve laura'nın o son sahnesiydi...
  • oyuncular:

    amanda wingfield hatice sezer

    tom wingfield ufuk şener

    laura wingfield öykü esendemir örük

    james d. o'conner cem hamza çanakoğlu

    rejisör yardımcısı ışıl öztürk sehlikoğlu

    reji asistanı zeynep yılmaz

    dekor tasarımı murat gülmez

    kostüm tasarımı esra selah

    ışık tasarımı yüksel aymaz

    müzik dengin ceyhan

    koreografi ihsan bengier

    dramaturji mine acar

    sahne amiri civan ödemiş

    kondüvit arkın çakır

    ışık kumanda mehmet şah güney

    suflöz atike bolulu

    dekor sorumluları turgay vardar- emre çamurkaran

    aksesuar sorumlusu aşkın kürsat

    kadın terzi ebru ata

    erkek terzi zafer doğan

    peruka arzu kepenek

    dün bursa ahmet vefik paşa sahnesinde izleme fırsatı bulduğum güzel eser, ekip ve emeği geçen herkese teşekkürler, pandemi dolayısıyla uzak kalmıştık tiyatrodan , oldukça iyi geldi.
  • herkesin kendinden birşeyler bulacağı toplumsal yaralara parmak basan bir eser. ankara devlet tiyatroları nda izledim bu haftasonu.

    --- spoiler ---

    kocası tarafından terkedilen amanda, aşağılık duygusu ile hayattan kopmuş laura ve kendinden tonlarca büyük yükü sırtında taşırken hayaller kuran tom.
    özellikle tom'un hali içler acısı idi; yıllar önce babaının yaptıklarının faturası ona kesilmişti ve o da bi yerde bırakıp giderken 'babama çekmişim' diye kurtuluyordu vicdan diye adlandırdığı kanayan yarasından. aileye öyle bir kan bağı ile bağlıdır ki; hem sorumluluklarını ifa eder, hem de kendisi için birşey yapamamaktan, ödün vermekten, hayallerini kaçırdığından yakınıp durur; öyle bir haldir ki kıpırdanamaz, çakılı kalmıştır. gider ama vicdanı peşini bırakmaz.

    laura, rolü yakınlarımdaki birini anlattı bana; eksik olmasından ziyade aşağılık duygusu ile hareket ettiği için -aslında hiç hareket etmediği için- affedemeyeceğim tipler arasındadır. böylelerinin kendisine, çevresine kısacası topluma faydadan çok zararı dokunur, tekrar ediyorum; engelli olduğundan değil, dimağına engel koyduğundan.

    amanda... amerikanın 30'lu yıllarından bu yana hiç bir şey değişmemiş dedirtir insana. kadınların çoğunun terkedilmeyi asla kabul edememesi ve bir kadının tek başına ayakta kalamayacağı zırvasını güçlü görünmeye çalışarak hatırlatır oyun boyunca. çocuklarını büyütmüş; birini kendine hizmetçi, bir diğerini de kendine uşak eylemiştir. burnundan kıl alınmaz, hayatlarının kurtarıcısı olarak gördüğü oğlunu kaybedeceğini anlayınca yine başka bir erkek olan damat adayına yükler bu rolü. hayatlarının kurtulması için birilerine sırtını dayaması gereklidir. bu nedenledir ki tom da evi terkederken annesini hiç umursamaz bile. bu kadın tiplemesine de tahammülüm yoktur. halbuki günümüz türkiyesinde böyle midir?kocası tarafından terkedilen ve evlere temizliğe giderek çocuklarını büyüten -bizim iş yerinde çaycı- hazine teyze bile bin kat daha kutsaldır gözümde. sırça olmasa da beton kümeste yaşam mücadelesi daha etiktir kanımca.

    oh, iyi oldu... gitti tom... darısı gidemeyenlere...

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap