146 entry daha
  • yaklaşık 1 ay önce bitirdiğim oyun. ancak nasıl bir hayalkırıklığı, nasıl bir sinir stres yaşatmışsa oturup iki kelime yazmak gelmedi içimden. ubisoft'un yıllarca büyük emek sarfederek zirveye taşıdığı ip'yi böylesine hiçe sayarak rezil etmesine şahit olmak müthiş üzücü bir durum.

    neresinden tutsan elinde kalacak bir yapım olmuş ac3. "3 yıldır üzerinde çalışıyoruz, ac revelations gibi olmayacak" diye bas bas bağırdıkları, milleti gaza getirdikleri oyun bu mudur? 6 stüdyonun eş zamanlı çalıştığı, yönetimsel ve sanatsal idare açısından mucizelerin gerektiği bir işin başına alex hutchinson diye daha önce ea'in spore'unda, ondan önce de gameboy oyunları çıkaran bir firmada çalışmış çömezin tekini koyarsan olacağı budur (bu vesileyle patrice desilets ve jade raymond'un ellerinden öpüyorum).

    ac ruhunu oluşturan her şeyi hiçe sayarak, nefret etmeniz için elinden geleni yapıyor oyun. inancın merkezde olduğu ve bu öğeyi en iyi şekilde yansıtacak şehirlerin başlı başına bir karakter olduğu önceki oyunların aksine, hemen hemen kimsenin ilgisini çekmeyen amerika'yı fon olarak kullanmak yapılabilecek en büyük hatalardan biri öncelikle. herkesin korktuğu "ac'nin sığ bir hollywood blockbuster filmine dönüşmesi" hadisesinin ise hatadan öte bilinçli bir tercih olduğunu oynanış tasarımındaki tercihleri gördükten sonra daha iyi anlıyorsunuz. jesper kyd'in bilim kurgu ve tarihi müthiş harmanlayan incelikli müziklerinin yerine lorne balfe'nin call of duty vari ihtişamlı melodileri eşliğinde, -ne tesadüftür ki- call of duty'lerden aşina olduğumuz bir sürü scripted an yaşıyoruz. bazı şeyleri illa oyunun istediği gibi yapmanız gerekiyor; haytham kenway olarak dinleme yapmanız gereken önceki görevlerden birinde, izlemeniz gereken yol öylesine katı ve kısıtlı ki, söz konusu bu yolu bulana kadar görevi 50 kere tekrarlamanız gerekebiliyor. enteresandır; kendinizi en muktedir ve güçlü hissetmeniz gereken son görev de aynen bu sorundan muzdarip bir kovalamaca görevi ve hikayenin sonunu öğrenebilmek için düşmanınızı düşe kalka onlarca kez baştan kovalamak zorunda kalıyorsunuz.

    haytham kenway demişken; spoiler'a girmeden bahsetmem gerekirse; ilk 4 - 5 saat bu karaktere bürünüyorsunuz ve bünyede acaip bir tedirginlik oluşuyor. ana karakterin connor olduğunu biliyorsunuz ve bu ilk saatlerin uzunca bir tutorial olduğunu düşünüyorsunuz, dolayısıyla kenway'le oynarken haritayı açma veya bir şeyler toplama gibi şeyleri, "ana karaktere geçince bir daha yapmam gerekir mi" diye düşünerek yapmaktan kaçınıyorsunuz. işin ilginci, kenway connor'dan kat be kat daha iyi bir karakter ve sırf bu "gereğinden uzun tutorial" yüzünden aceleyle oynayıp havasına giremiyorsunuz. bir an önce connor'la oynamaya başlamak için koşturuyorsunuz ve nihayetinde karşınızda kütük mü kütük, kalas mı kalas bir karakter buluyorsunuz. ne mizahtan anlar, ne kafası çalışır, ne üstüne başına bakar… hikayenin tam da vermek istediği gibi tümüyle arada kalmış, hiçbir yere ait hissetmeyen, buz gibi biri connor ratohnhaketon; gerçekçi fakat ilginç olmaktan son derece uzak. oyunun tümüne yansımış "dramatik an yaratma özürlülüğüne" kurban giden trajediler yaşıyor ve maalesef hiçbiri sizi ezio'nun öyküsünün yarısı kadar dahi etkilemiyor.

    tam oyunun moduna girer gibi oluyorsunuz, hoop yükleme ekranı. kapıdan çıkıyorsunuz, yükleme ekranı. konuşmaya başlayacaksınız, yükleme ekranı.. hani bu nesilde hiç oyun oynamamış olsak, bir red dead redemption falan görmemiş olsak neyse.. bir ac oyununun kaldırabileceğinden çok daha büyük bir harita tasarlayıp, oyuncuyu sürekli oradan oraya sürükleyecek bir akış oluşturup, sürekli yükleme ekranı izletmek nasıl bir mantıktır? boston'dan new york'a at üstünde gidebiliyor olsak belki bazı şeyler farklı olurdu, bilemiyorum. ancak bu haliyle oyun öylesine bölük pörçük bir hissiyat veriyor ki. fast travel da sorunlu zaten. o kadar saçma ki; diyelim frontier'dasınız ve boston'a gitmek istiyorsunuz. haritadan boston'a giden fast travel noktasını seçiyorsunuz, yükleme ekranı geliyor, daha sonra kendinizi frontier'ın boston'a bağlanan noktasında buluyorsunuz. arkanızı dönüp 3 - 5 adım koşuyorsunuz ve boston haritasına geçmek üzere oyun tekrar yükleme ekranına geçiyor! haritadan seçince direk boston'a atsana?! yükleme ekranı dediğim de bembeyaz bir şey zaten, her seferinde kör olduğunuzla kalıyorsunuz…

    bu arayüz meselesine değinmişken "radial menu"den bahsetmemek olmaz elbette. önceki oyunların son derece rahat menu tasarımını "eskimiş" bulmuş olacaklar ki, her şeyi baştan tasarlamışlar ve şimdiye dek gördüğüm en hantal arayüzlerden birini oluşturmuşlar. seçebileceğiniz 50 tane ekipmandan yalnızca dördünü d-pad'e atayabiliyorsunuz ve diğerlerini seçebilmek için 10 saniyede yüklenen ayrı bir menuye girmeniz gerekiyor. önceki oyunların, red dead'in veya yine ubisoft'tan çıkan farcry 3'ün aksine, koduğumun bi silahını seçmek için eski resident evil'lar gibi ayrı bir pencerede işlem yapıyorsunuz! hadi bunu geçtim, o haritanın hali ne öyle? daha önce de harika değildi zaten, ama geliştirmek yerine daha da geriye götürmek alkışlanası bir başarı hakikaten.

    klasik "hiç mi iyi bir şey yok" muhabbetine girmek istemiyorum, çünkü olsa ne yazar? deniz savaşları iyiymiş… evet, gerçekten muhteşemler. ama bana ne? başında geçirdiğiniz hemen her dakikayı eziyete çeviren, temel oynanış mekaniklerini berbat eden, tepesine çıkacak doğru dürüst enteresan tek bir bina dahi barındırmayan şehirler içeren, hikaye nasıl bağlanacak acaba diye 6 yıl boyunca kafa yorduktan sonra gelip yüzünüze tükürür gibi bir finalle seriyi tamamlayan bir oyunun iyi yanı olsa ne olur, olmasa ne olur. kalkıp bir de avcılık falan koymuşlar, çok bir işe yarıyormuş gibi. öncekilerin daha fazlası olacak ya, şehir geliştirme olayını alıp homestead diye bir şeye dönüştürmüşler; işi gücü bırakıp kaynak topluyor ve crafting yaparak "varil" üretiyorsunuz! sonra bunları satıyorsunuz falan da filan…..

    yani yazmaya devam etsem bunun bi üç katı daha söylenmem lazım. daha rezil kontrollere, berbat optimizasyona, tarihe tanıklık etmenin ötesine geçip baya baya tek başına şekillendirdiğimiz uçuk hikayeye falan hiç girmedim dikkat ederseniz. tek söyleyebileceğim şey, helal olsun ubisoft. şu entry'ye bile efendi efendi, sinema eleştirmeni modunda başlatıp sonlara doğru zıvanadan çıkartan bir oyun yapıp milyonlarca hayranını hayal kırıklığına uğrattığın için helal olsun. utanmadan buna dlc çıkarıyorlar şimdi, bi de anket falan yapıyorlar "connor'la yeni bir oyunda neler görmek istersiniz" diye. ne kaldı ulan anlatacak? piç ettiniz seriyi, daha ne yapacaksınız?

    sözlerimi "requiescat in pace, l'assassino" diyerek tamamlamak istiyorum.

    edit: augustus uyardı; bir yerden bir yere ulaşmak için elbette 10 kez fast travel yapmanıza gerek yok, haritayı iyice zoom out yapıp gitmek istediğiniz noktayı seçip gidebiliyorsunuz. ama, kendisine de söylediğim gibi, benim amacım saçma bir tasarım seçiminden bahsetmekti; neden haritanın bir ucuna -diğer haritayla birleşim noktasına- fast travel noktası konur ki?
124 entry daha
hesabın var mı? giriş yap