11 entry daha
  • “bazı insanlar haksız yere acı çektiğinde, acılarına tanık olanların kaderi, bunun utancını hissetmektir.”
    j.m. coetzee

    barbarları beklerken, john maxwell coetzee’nin 1980 yılında yayımlanan, hayali bir imparatorlukta geçen, bu hayali imparatorlukta sınırda bulunan bir kasabanın yönetimini üstlenmiş bir sulh hâkiminin bakışından olayların aktarıldığı romanıdır. eser içerisinde güney afrika’da yaşanan insanlık dramlarına ve yapılan insanlık ayıplarına oldukça sert göndermeler yer almaktadır.

    --- spoiler ---

    hikaye, sınırda bir kasabanın yönetimini üstlenmiş ve kitapta adı belli olmayan bir “sulh hakimi”nin gözünden okuyucuya aktarılmaktadır. hâkim’in görevi, imparatorluk adına gelirleri toplamak, karakolları kontrol etmek ve suç işleyen “barbarları” yargılamaktır.

    bir gün, karakola hayvan hırsızlığı yaptığı suçlamasıyla biri çocuk üç kişi getirilir. sorgu sırasında içlerinden biri ölür. çocuk, işkence altında her şeyi itiraf eder ve barbarların imparatorluğa karşı bir isyan hazırlığı içinde olduğunu anlatır. çocuğun itirafları sonucunda barbar saldırısı paranoyası başlar.

    karakolun en yetkili subayı olan albay joll, çölde keşif gezisine çıkmak için bir kafile toplar. amaçları çölde saklanması muhtemel barbar kavimlere bir baskın düzenlemek, içlerinden isyan hazırlığında olanları yakalayarak karakola getirmektir. albay ve kafilesi keşif gezisine çıktıktan birkaç gün sonra, kafileden birkaç asker tutsaklarla birlikte karakola geri döner. bu sırada olayları izlemekte olan hâkim, tutsaklara yapılan muameleyi görür ve onların masum balıkçılar olduğunu söyleyerek olanlara isyan eder ama elinden daha fazlası gelmez.

    karakoldaki nezarethanelerde tutulan tutsakların yaşam koşullarını gören hâkim, yaptığı işten ve tutsakları getiren askerlerden nefret eder. bu olaya göz yumduğu için kendini suçlu hissetmektedir fakat görevini yapma sorumluluğu ile bu eziyetlere karşı takınacağı insanca tutum arasında bocalamaktadır.

    hâkim, bir gün karakolun kapısında dilenci bir kız bulur. kızın nereden geldiği belli değildir. hâkim kızı alır, temizletir, giydirir ve kendi hizmetinde kullanmaya başlar. bir süre sonra kıza karşı farklı duygular beslediğini anlar. kızın nereden geldiğini sorar fakat kız cevap vermez. zavallı kız bir süre sonra kendine yapılanları ayrıntılarıyla anlatınca hâkim, çılgına döner. bunu hangi askerin (ya da askerlerin) yaptığını öğrenmek için tüm askerleri sorguya çeker fakat kimse sorumluluğu üstlenmez.

    bu sırada hâkim, görev süresi dolan askerlerin yerine gelen müfrezenin başındaki komutandan, baharda barbarları sınırdan sürmek için yeni bir harekât planlandığını öğrenir ama buna anlam veremez çünkü barbarlar zaten göçebedir ve sürekli yer değiştirmektedirler. sivil bir yönetici olarak hâkim, genç komutanla barbarlar üzerine konuşmaya başlar. barbarların sömürge yönetiminin eziyetinden bıktıklarını,topraklarını ve özgürlüklerini geri istediklerini söyler askere. asker ise hâkim’in bu düşünceleri karşısında şaşırmış ve sinirlenmiştir.

    derken hâkim, bir kafile toplayarak barbarları ziyaret etmek, gerekirse onları patlaması muhtemel bu savaştan vazgeçirmek, hem de yanında çalıştırdığı kızı halkına geri götürmek amacıyla yola çıkar. kız, yolculuğa pek sıcak bakmasa da gelmeyi kabul eder. çöl koşulları herkesi zorlamaktadır. yolculuk günler sonra amacına ulaşır. bir hafta kadar sonra, bir barbar kavmi ile karşılaşırlar. hâkim, kıza barbarlarla gitmek isteyip istemediğini sorar. kız da gitmek istediğini söyler ve adam, her ne kadar tam tersini istese de kızın bu isteğine karşı çıkmaz.

    yaşlı adam, kafileyle birlikte geri döndüğünde barbarlarla bir savaşın başladığını öğrenir. düşmanla ittifak yapmaktan ve vatana ihanetten tutuklanır. zavallı adam tutuklu kaldığı hücrede, barbar oldukları iddia edilerek tutsak edilen insanların çektiği acıları anlar. onların çektiği çilelerin aynısını çeker. uzun bir süre tek başına hücrede kalan hâkim günün birinde, bir yolunu bulup dışarı kaçmayı başarır. fakat tutsaklık, ona garip bir şekilde daha çekici görünmektedir. tekrar hapis hayatına geri döndüğünde bir grup tutsağın daha karakola getirildiğini görür. albay joll’a hitaben oldukça sert sözler söyler ve yaptıklarının ne kadar büyük bir insanlık ayıbı olduğundan bahseder fakat bu sözler hâkim’in başına dert açacaktır. yaşlı adam bu sözler sonucunda günlerce işkence görür.

    yaşlı adam bir süre daha işkence gördükten sonra salıverilir ve bir münzevi olarak yaşamaya devam eder fakat sonrasında devran döner ve tekrar eski görevini yapmaya başlar. bu sırada kasabada olan bütün kötü olaylar barbarlara mal edilmektedir fakat barbarlardan eser yoktur, bekleyiş hala sürmektedir.

    --- spoiler ---

    coetzee, bu eserde insanlık adına önemli dersler vermektedir. eser, hayali bir imparatorlukta geçse de, afrika’daki sömürge yönetimlerine yapılmış ağır bir taşlama niteliğinde olduğu açıktır. kitabın anlatıcısı rolündeki “sulh hâkimi” karakteri, mesleğinin getirdiği sorumlulukla, insani sorumlulukları arasında bocalamaktadır. insanların yargısız bir şekilde infaz edilmelerini, onlara işkence edilmesini bir türlü anlayamaz ve şöyle der:

    “bir başkasının gizli bedenine, onu yakarak, yırtarak ya da keserek girebileceğinizi düşünmek ne doğal bir hata.”

    işkencenin, orantısız güç gösterilerinin ne demek olduğunu bu cümleyle tanımlamıştır coetzee. işkence, baskıcı bir rejimin kendini korumak adına yaptığı insanlık dışı bir eylemdir. askerler ile hâkim arasındaki çatışmanın sebebi budur. hâkim, işkence görmüş birine tutulur ve o kızın neler çektiğini ilk elden görür. yıllarca yapılan bu eylemlere işi gereği sessiz kalmış olsa da, bu muamelelere maruz kalmış birini görmek, onun yaşadıklarını tahayyül etmek, hâkim’i görevine ve imparatorluğa ihanet(!) etmeye zorlamıştır. coetzee bu aşk hikâyesiyle, işkenceye maruz kalanların da insan olduklarını ve duyguya sahip olduklarını okuyucuya aktarmayı başarmıştır.

    öte yandan, kitabın ismiyle müsemma oluşu da hayli dikkat çekicidir. barbarlar sürekli beklenmektedir. kasabada gerçekleşen tüm kötü olaylar görünmez ama beklenen bir düşmana yani barbarlara yıkılmıştır. aslında ortada barbar falan yoktur. kimse onları görmemiştir. barbar kavramı, imparatorluk otoritesinin ürettiği ve yaptığı zulümlere uydurduğu bir kılıftır sadece. 17. yüzyıldan, 20. yüzyılın ortalarına kadar süren bu süreç, sömürgelerin çoğunun bağımsızlık kazanmasıyla son bulmuş gibi görülse de, “barbarlık” yerine “demokrasi”, “terör” gibi daha farklı kılıflar uydurularak emperyalizm haklı bir zemine oturtulmuş ve günümüze kadar gelmiştir.

    büyük devletler ve hükümranlığını hisseden insanlar için çağlar boyu kan, acı ve gözyaşı olmuştur ve olmaya da devam edecektir. bu açıdan bakıldığında coetzee’nin yazdığı bu eser bir distopya değildir, faraziye hiç değildir. realist bir bakışla anlatılan, geçmiş zulümlere olduğu gibi, gelecekte de çıkar uğruna yaşanacak zulümlere yapılan bir göndermedir. beklenen barbarlar hiçbir zaman gelmeyecektir. ama birileri barbar olarak nitelendirilmeye ve acı çekmeye devam edecektir.
44 entry daha
hesabın var mı? giriş yap