48 entry daha
  • günün birinde bir elf'ten, bana seni gerek seni dinleyeceğimi hiç ummazdım. o elfin adıymış meğer tülây german. onu henüz keşfediyorum. geç oldu,biliyorum, bunun utancı içindeyim. ama ne de güzel söylüyor...

    bir bakıyorsunuz summertime söylüyor, bir bakıyorsunuz mapushane diyor. bir bakıyorsunuz dadaloğlu'ndan kalktı göç eyledi avşar elleri diyor; bakmaya devam ettiğinizde, janis joplin'e bir saygı duruşu a perdre haleine ile karşılaşıyorsunuz fransızca. hem de bütün o janis joplin'in küçük gırtlak oyunlarıyla.
    acayip bir kadın bu kadın! on parmağında on marifet. mesela, mecnunum leylamı gördüm'ü jülide özçelik'ten yaklaşık elli sene evvel jazz tonlarında söylüyor, bu türkünün böyle de çalınıp söylenebileceğini gösteriyor da sonra başka bir kayıtta -aşık nesimi çimen'in cura çaldığı bir kayıtta- denk geliyorsunuz, bu sefer aslına uygun biçimde "mecnunum leylamı gördüm, bir kerecik baktı geçti" diyor. yıkıp geçiyor. hani sanki aşık veysel ya da aşık ali izzet özkan bu türkünün bir kadın sesinden de güzel tınlayabileceğini nasıl düşünememiş, gibi garip bir soruya garkediyor insanı.

    biraz kaynak aradım taradım, sonuçta şuraya vardım: erdem buri'nin büyük aşkı, zeynep oral'a göre bir dönemin sembolü*, murat meriç'in biricik yıldızı*, françois rabbath'ın deyişiyle de bir melek o. 87'de herkesten gizli -erdem'den bile gizli- sahnelere veda etmiştir. sahnede son söylediği şarkı gelin canlar bir olalım'dır. erdem buri'nin vefatının ardından kendi köşesine çekilmiş; buna karşın, 2010'da hakkında film* yapan didem pekün'ün dediğine göre o "hala dünya haberlerini takip eden, cıvıl cıvıl, siyah saçlı, büyük gözlükleri, altında kot pantolonu, elinde şarabı bağdaş kurup plaklarını çalan çok hoş bir kadın*"dır. benim için ise o'nun françois rabbath'la yaptığı albümlerin** yeri ayrıdır.
    (bkz: le chant des poetes) (bkz: yunus'tan nazım'a)

    dilerseniz bir de françois rabbath'tan dinleyelim tülây'ı:
    « biliyorsunuz, bugüne kadar pek çok büyük isimle birlikte çaldım; fakat tülay başkaydı, ayrı bir havası vardı.
    barbara, örneğin, çok yeteneklidir ama o her zaman yaptığı işi çok iyi bilen bir şarkıcıdır. oysa tülay, tamamen başka bir şey, başka bir dünyanın varlığı. bir melek o. şarkı söylediğinde, sanki söylemiyor da onu yaşıyordu, hani şu aura diyorlar ya aynen öyle, onun bir aurası vardı etrafında kendini yaratan, anlatabildim mi? her nota onun ruhundan çıkardı, söylediği her söz manidardı. erdem buri bana her defasında türkçe bilmememe rağmen nasıl böyle düzenlemeler yapabildiğimi sorardı. oysa benim o şiirlerde ne dendiğini bilmeme gerek yoktu ki, o ses ve o söyleyiş zaten bana her şeyi anlatırdı. tülay’la o iki albümü yapmış olmayı, mesleğimi icra ederek hayatımı kazanmak'tan her zaman ayrı tuttum. diğerleriyle çalarken, iyiydi hoştu, eğleniyordum tabii, severdim yaptığım işi. severdim çünkü bir şartım olurdu: onları kendi duyduğum gibi çalabilmem için bana belli bir özgürlük alanı, “çalışma özgürlüğü” bırakmalarını şart koşardım. oysa tülay’la birlikte çalarken, ona eşlik ederken, söylemeliyim ki hiçbir zaman “çalışmadım”. bu şarkıları çalabilmek, erdem’in bestelediği her melodiye özgü bir düzenleme hazırlayabilmek için iki yıl harcadım. bunun için saz çalmasını bile öğrendim, normalde çaldığım enstrüman kontrbas olmasına rağmen. ama nasıl söylenir? buluşup birlikte çaldığımız vakit, bundan zevk alırdık. harikulade bir uyum içindeydik. bu, nadir bir şeydir. »

    ve ben, yine, günün birinde bir elf'ten bana seni gerek seni dinleyeceğimi hiç ummazdım. o elfin adıdır tülây german. ve "kokar elif deyi deyi."
138 entry daha
hesabın var mı? giriş yap