69 entry daha
  • sansür mevzularından dolayı savunmuştum bu filmi, ve sözlükteki durumuna göre açık fikirli, sinema yazarı/müzisyen/aydın/düşünür arkadaşların aksine, hala da oradaki düşüncelerimin arkasındayım. ama izledikten sonra şunu da teslim etmek gerek ki, çok büyük bir hayal kırıklığı bu film.

    olacak o kadar'la büyüyen nesil olarak iyi, düşündüren, sinirle güldüren politik komediler yazmanın ne kadar zor olduğunu, hangi hataların yapılmaması gerektiğini az çok kestirebiliyoruz. hatta geçiniz politik komediyi, herhangi bir şeyi yazarken de altın kurallardan birinin yola çıkılan noktaya "ton" olarak sadık kalınması gerektiğini; seyircilerin büyük kısmının böyle kandırılamayacağını bizzat levent kırca'nın azalarak bitişinden anlayabiliriz. bir temada karar kıldıysan, hareket alanını da bu tema belirler, mesela kuzey kore diktatörü üzerine yaptığın komedi filminde lidere ve ülkeye bakış açını tam anlamıyla belirlemen, yola çıkmadan önce karakterine dönüştürdüğün bu adam hakkındaki fikirlerini gözden geçirmen gerekir. buradan kurulacak köprüyle, olası bir tırsaklıkla serpiştirilmiş gerçeküstü tatlar içeren ve "ben o temel kurala bile sadık kalamadım" diye bağıran bu filmin, güldürmek/düşündürmek falan bir yana, neden sadece sinir bozduğunu görmek mümkün.

    kötü yazılmış çoğu komedide gördüğümüz "konuya güzel girip bağlayamama" sorunu bu filmin her yerine sinmiş durumda, detayların büyük kısmı iyi bir düşüncenin kağıda ve nihayetinde perdeye aktarılamamasından/konseptin bizzat yaratıcıları tarafından talihsizce yanlış anlaşılmasının sonuçlarından ibaret. en basitinden, "iki beceriksiz gazeteci kim jong un'a düzenlenecek suikastin bir parçası (hatta öznesi) olur, fakat suikast için kuzey kore'ye gidip zalim addedilen diktatörle tanışınca onu severler" fikrinin istendiği kadar suyu çıkarılabilir ve son tahlilde güzel bir satire de bağlanabilirdi. rogen tayfasının burada tercih ettiği ise ana cümlenin sesini olabildiğince kısıp başka absürtlüklere yoğunlaşan bir film yapmak olmuş, haliyle (bunu söylemekten utanç duysam da) kopardığı yaygaraya değecek kadar 'akıllı' bir film değil bu: "eğer cılız da olsa bir politik eleştiriye girmeyeceksen neden gerçek isimler kullandın be adam?" diyesi geliyor insanın. duruma bakan biri politik eleştirinin bir zorunluluk olmadığını savunabilir, ama filmin kendini konumlandırdığı yer de çapının çok üstünde maalesef. başta bu fikir beni oldukça heyecanlandırmıştı, olaylar büyüdükçe merakım da arttı ve nihayetinde bu ekibin en kötü (yazılmış, yönetilmiş, düşünülmüş hatta oynanmış) filmiyle karşılaşınca hayal kırıklığı da büyük oldu.

    kuzey kore - abd arasında olası bir siber savaşı tetikleyen bir film için, bugünkü komedi anlayışını bile yakalayamadan, üstelik böyle kafa yaratıcılarla bu kadar kötü olabilmenin pek mazereti yok bence. ne olmak istediğini/olabileceğini kendi bile bilmeyen, olayları jet hızıyla ve büyük bir hararetle aktarırken teknolojik hengamede talihle (tıpkı filmdeki gazeteciler gibi) kahraman ilan edilen böyle bir film için "özgürlüğün ve sansüre karşı durmanın sesi olmak" büyük lüks. ben yine de başta bahsettiğim iğrenç güruha yaklaşmamak ve terbiyeyi elden bırakmamak adına sesinin kısılmaması taraftarıyım, yaratıcıları bile eleştiriyi kısıp açmakta kararsız kalmış gibi görünüyor zira. lafı bir dolandırıyor, bir sakınmıyor, (bizzat kuzey kore'yi) bir yeriyor, bir "o kadar da kötü değil be" mesajı veriyor. iki ana karakterin de popülist, magazin ağırlıklı haberlerle uğraşırken kendini karmaşanın ortasında bulması dışında dönüp amerika'nın fotoğrafını çeken tek bir an bile yok koca filmde, tembellikten midir, basiretsizlikten midir, öngörüden midir bilemem. bu ahlaki problemin üstüne bir de aceleye gelmiş metin, kurulamamış olay örgüsü, dizi estetiği, kötü müzik kullanımı gibi teknik sorunları da ekleyin: olmamış ve en iyisi unutalım gitsin; sana puanım bir kanka.
120 entry daha
hesabın var mı? giriş yap