3965 entry daha
  • battaniyelerinizi ve kahvenizi alıp cam kenarına geçtiyseniz başlıyorum. tek bir burkulma yok, burkulma silsilesi var. biraz da aşklı meşkli.

    yıl 2004. 24 yaşındayım. yağmurlu bir mart akşamı trene biniyorum..

    memur bir aileden geldiğim için hayattaki tek şansım bir şekilde okulu bitirip işe girmek ve mümkünse geçinebilecek kadar para kazanabilmek. az gelirli için para önemli.
    bir çoğunuz bu uygulamayı hatırlamayabilir / bilemeyebilir ama ben iki kuruş vergi iadesi alabilmek için saatlerce fiş yazdığımızı hatırlıyorum. ailem okumam için kısıtlı para yardımı yapıyor, başka da gelir yok.

    genel muhakeme yaptığımda göstergelerin pek olumlu olmadığını görüyorum; 2001 yılında eski üniversitemdeki hukuk hocası, bir erkek olmam sebebiyle uzun saçlarıma ve küpelerime taktığı için 2 dönem boyunca üst üste bırakıyor. beni geçirmesini istemek için odasına gittiğimde alenen “saçlarını kes, küpeni çıkar, hemen geçireyim” diyor. zor durumda kalıyorum. çünkü saçlarım bana ait olan tek özgürlük simgesi. öte yandan 2. sınıftayım ve 2 yılımı, onca emeğimi, ailemin verdiği maddi manevi desteği çöpe atmak söz konusu.

    adamın yüzüne bakıp 10 saniye kadar sessiz duruyorum. sonra “siktir git” diye bağırıyorum herifin pislik yüzüne..
    adam donup kalıyor, daha önce kimse cesaret edememiş belli, benim ise kalbim şişmiş, odasından çıktığım gibi öğrenci işlerine gidip kaydımı sildiriyorum okuldan.

    elveda 2 yıl, hoş geldin yeni sıkıntılar.

    üniversite sınavına 1 ay kala çıkış yapınca panikle sınavlara hazırlanıyorum.

    o dönemde iphone yok, tablet yok, bilgisayar var ama ne farkeder, para yok. moral yok, kafa dağıtabileceğin, stresini atabileceğin ne halin var ne de başka birşeyin.

    yaşayan bilir, insanın üstüne ölü toprağı örtülmüş gibi oluyor.

    sınav günü gelip çatıyor, sınavın sonlarına doğru panikten stresten mideme kramp giriyor, çıkmak zorunda kalıyorum. hiç deşarj olmadan, stres pompalayıp durmanın kaçınılmaz sonu.

    allahtan iyi kötü birşeyler yapmışım; daha iyi bir üniversite kazanıyorum.

    yeni okulda da birinci sınıfın ortasındayken kendi isteğimle saçlarımı kestiriyorum.

    bu arada aşk hayatı iyi gitmiyor, uzunca süren bir ilişkiyi bitiriyorum, yalnızım, 2 yılımı çöpe atmışım, geleceğe dair umutlarım parlaklığını yitiriyor.

    yıl 2004. 24 yaşındayım. yağmurlu bir mart akşamı trene biniyorum..

    eski üniversiteden arkadaşlarımı ziyarete gidiyorum. o dönemde tek yüzümü güldürenler onlar.

    arkadaşlarımdan birisiyle bir cafeye gidiyoruz. normalde hiç gitmediğimiz bir yer aslında. o gece bir şekilde gidiyoruz işte.

    oturacak bir masa buluyoruz. sonra arkadaşım, yer aradığını gördüğü bir kız arkadaşına sesleniyor, “buraya oturun isterseniz” diyor. kız kendi arkadaşıyla beraber masamıza oturuyor.

    saniyesinde aşık olmak nedir bilir misiniz?

    sarı saçları var. çok güzel gözleri var. inanılmaz çekici, diğer erkeklerin hepsi ona bakıyor. bataklığın ortasındaki bir inci tanesi gibi parlıyor.

    gözlerimi hiç ayıramıyorum. bütün dertlerimi sıkıntılarımı unutuyorum ve muhabbet ediyoruz.
    yanındaki diğer kız arkadaşına biraz ayıp ediyorum sanırım, çünkü ona hiç bakmıyorum ve onunla neredeyse hiç konuşmuyorum.

    rüya gibi bir 2 saat beraber vakit geçiriyoruz. kalkmak istediklerinde ise arkadaşımı dürtüyorum ve kulağına eğilerek “biz evlerine kadar eşlik edelim” diyorum. amacım en azından on dakika daha vakit geçirmek.

    beraber kalkıyoruz. yolda onun yanında yürüyorum.

    evlerine geldiğimizde sonra görüşmek üzere sözleşip vedalaşıyoruz.

    “son birkaç yıldır hayatımda yaşadığım en güzel 2 saatti” diyorum arkadaşıma.

    “fazla ümitlenme” diyor.

    “o nişanlı”

    …………

    nasıl olur.. nasıl olur da böyle bir şeyi yaşarım.. neden bana denk gelir?
    zaten yaşam yeterince zor değilmiş gibi, bir de bu..
    kalbim sıkışıyor.
    kendimi salak gibi hissediyorum.

    ardından kabullenme süreci başlıyor..
    “zaten buranın ve muhtemelen istanbul’un en güzel kızı sana niye baksın” diye kendime kızmalar, kendi moralimi bozmalar peş peşe geliyor.

    aradan birkaç gün geçiyor. artık istanbul’a dönme vaktim geliyor.

    kızı aklımdan çıkaramıyorum. yapamıyorum..

    istanbul’a dönüşümü erteleyip kızla tekrar görüşmek için yollar arıyorum.

    arkadaşımı yine devreye sokup bir yol bulmasını istiyorum. bir şeyler bahane edip buluşma ayarlıyor.

    akşam olduğunda hep beraber buluşuyoruz. amacım sadece birkaç saat daha onu görüp sonsuza kadar veda etmek.

    aslında bunu tamamen kendi iç huzurum için istiyorum. görüşmeden dönersem kafamda daha da efsaneleşecek. daha çok acı çektirecek.
    sakin sakin, sanki arkadaş olacakmışız gibi kendimi kandırarak dönmek istiyorum.

    uzunca sohbet ediyoruz. istanbul’a geri döneceğimi söylüyorum.

    “beraber dönelim, biz de yarın dönecektik” diyor..

    allahım...

    “tabi” diyorum.

    keşke kendim dönseydim diye düşünüyorum. şimdi daha da zor olacak.

    “acaba o da bir şeyler mi hissediyor, beraber istanbul’a dönelim diye teklif ediyor” diye kendimi avutuyorum.

    milyonda bir olan umut ışığıma böyle tutunuyorum.

    ertesi gün otogarda otobüsün içinde oturmuş, gelmelerini bekliyorum.
    bir gün önceki umut ışığımı tamamen söndürecek bir gerçeklikle karşılaşıyorum;

    otogara nişanlısıyla geliyor.
    nişanlısı onu uğurlamaya gelmiş..

    kalbim paramparça oluyor.

    hayatta hiç mi güzel bir şey denk gelmeyecek bana?
    suratım kızarıyor, hem hayal kırıklığı, hem de kızgınlık hissediyorum.

    otobüse biniyor arkadaşıyla, en öne oturuyorlar.
    ben ortalardayım. yanlarına gitmiyorum.

    otobüs hareket edince cep telefonum çalıyor.

    -nerdesin?
    +otobüsteyim
    -neden haber vermiyorsun?
    +bindiğinizi gördüm, telefonla konuşuyordum, kapayamadım hemen.

    evet yalan atıyorum.. çünkü gerçeği söyleyecek halim yok; “nişanlınla seni görünce kızdım” diyemiyorum.

    yol boyunca muhabbet ediyoruz yine. benim asık suratıma rağmen olanca şirinliğiyle orada oturuyor ve dinliyor, anlatıyor.
    cennete inanmayan ben, bu kızın melek olduğuna yüzde yüz eminim.

    istanbul’a geliyoruz ve klasik şekilde “mutlaka görüşelim” diyerek ayrılıyoruz.

    aradan zaman geçiyor ama ben unutamıyorum. bildiğin aşk acısı çekiyorum.

    nişanlısının otogara gelişini, onu uğurlayışını tekrar tekrar kafamda yaşıyorum.

    hislerim beni tekrar telefona yöneltiyor. onu arıyorum ve buluşmak istediğimi söylüyorum.

    buluşuyoruz.. genel olarak güzel vakit geçiriyoruz.

    bana ilişkisinden bahsediyor. bundan 3-4 ay önce bittiğini, ancak herifin bunu kabullenmek istemediğini, zor bir süreç olduğunu anlatıyor.

    katil olasım var.

    içimde umutlar.

    en son telefonda kavga ettiklerini, okula döndüğünde onunla tekrar hiçbir şekilde görüşmeyeceğini söylüyor.

    kalbim başka iki insanın sıkıntısı üzerinden heyecan yaparak tavan yapıyor, kendimi kontrol etmeye çalışıyorum.

    “ne zaman döneceksin” diyorum,
    “beraber gidelim”

    “olur” diyor.

    iki gün sonra yola çıkmak üzere otogarda buluşuyoruz.

    artık kırılma noktası bu benim için.
    otobüsü beklerken içimi döküyorum.
    tek tek anlatıyorum hislerimi, ne yaşadığımı.

    çok büyük engelleri aşmışım, bunun sonunda aşkıyla ödüllendirilmeyi bekliyorum saf saf.

    beni reddediyor..

    kesinlikle böyle birşey düşmediğini, böyle şeyler düşünmek için hazır olmadığını, bana arkadaşça yaklaştığını söylüyor.

    kalbim taş kesiyor. ağlamak istiyorum ama olmuyor. ben senin için biniyorum bu otobüse, şimdi onca saat ne konuşacağız, nasıl yüzüne bakacağım?

    saatler kabus gibi geçiyor. hem kızgınlık hem kırgınlık aynı anda yaşıyorum.

    kendimi kötü hissetmemem için benimle oradan buradan sıradan muhabbetler yapmaya çalışıyor.
    hiçbir işe yaramıyor çünkü ben o eşiği çoktan aşmışım.

    herkesin hayatında bir imkansız aşk vardır.
    benimkisi de bu diye düşünüyorum.

    olmayınca olmuyor..

    her türlü kaderci deyimi kendime dost ediniyorum.

    canım yanıyor..

    daha fazla uzatmak istemiyorum. zira konu başlığa ne kadar uygun, onu da tam bilemiyorum..

    aylarca bekledim.
    kendini toparlamasını, beni kabullenmesini, arkadaşlığımı, dostluğumu.

    en sonunda kendimi kabul ettirdim.
    sabrettim ve artık onun hayatının bir parçası olduğumu, daha da fazlası olabileceğimi gösterdim.

    2008’de evlendik.

    2011’de hayatımın ikinci aşkı olan kızım dünyaya geldi.

    şu anda da ikinci kızıma hamile.

    türkiye’nin holding denince akla gelen en büyük kurumunda yönetici oldum, para derdi kısmen devam etse de, aslında ortalamanın üzerinde, hatta bazı noktalarda lükse kaçan bir yaşamımız olduğundan dolayı dert oluyor.

    üniversitede okuyan, mezun olmak üzere olan, aşk acısı çeken, ne yapacağını bilemeden gelecekle ilgili karamsarlığa düşen arkadaşlarıma ilham olsun diye yazdım bu yazıyı.

    tek çareniz sabretmek ve pes etmemek.

    ————

    edit: tam 5 yıl olmuş bu yazıyı yazalı. bu zaman içinde onlarca güzel mesajınızı aldım. hepinize teşekkür ediyorum :)

    şu anda kızlarım 9 buçuk ve 5 yaşındalar. eşimle evleneli 12 yıl olmuş! zaman hızlı geçiyor değil mi :)

    bu yazımı tekrar baştan okudum ve o günlere döndüm, duygulandım. yurtdışında yaşıyoruz ve burada saat şu an sabaha karşı 4’e geliyor.
    yazıyı okumam bitince uyuyan eşimin omzundan öptüm, uyandı “ne oldu” dedi
    “hiç” dedim.
    bazen böyle 3 harf çok şey anlatır işte :)
7178 entry daha
hesabın var mı? giriş yap