1 entry daha
  • muhterem müellif 1927 senesinde yugoslavya’nın yenipazar şehrinde dünyaya gelmişlerdir.

    babaları muharrem efendi, anneleri çelebiye hanım’dır. resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin neslinden olan medine-i münevvere’li şeyh ahmed -kuddise sırruh- hazretlerinin torunudurlar.

    şeyh ahmed efendi -kuddise sırruh- hazretleri bir sebeple geçici olarak yugoslavya’nın yenipazar şehrine geldiğinde vefat etmiş, çocukları ise orada kalmışlar, daha sonra torunları medine-i münevvere’ye değil de 1936 yılında türkiye’ye gelerek düzce’ye yerleşmişlerdir.

    müellifimiz, şeyh muhammed es’ad erbilî -kuddise sırruh- hazretlerinin hulefasından şeyh halil fevzi -kuddise sirruh- hazretlerinin hizmetlerinde olmakla kemal bulmuşlar, 1950 senesinde ahirete intikallerinden sonra ise irşada başlamışlardır.

    okur-yazar olmaktan başka herhangi bir zahirî tahsilleri bulunmamaktadır. mânen yetişmeleri hususunda şöyle buyurmaktadırlar:

    “tarikat-ı aliyye’ye alındığımızda şeyh muhammed es’ad efendi -kuddise sırruh- hazretlerimize karşı sonsuz bir muhabbet uyandı. alındığımızın haftasında tecelli ettiler ve bir daha da bırakmadılar. geceleri hep onlar meşgul olurlardı. gündüzleri ise zaten efendi hazretlerinin huzur-u saadetlerinde idik. bu suretle her iki pîrin himmet ve tasarruflarında bulunduk. bugün dahi her ikisinin himmetleriyle yürüyoruz. ve gelenleri de onlara havale ediyoruz.”

    sohbetleri esnasında bir sual veya rüyâdan mevzu açılmakta; bazen de vakte, zamana, hâle ve istidada göre kendileri mevzu açmaktadırlar

    son derece fasih, az ve öz, içten ve derinden, açık ve külfetsiz söz söylerler; herkesin seviyesine inerek, herkesin rahat anlayabileceği sadelikte konuşurlar. kendilerine has apayrı bir sohbet üslupları vardır.

    gelenlerle engin bir hoşgörü içerisinde ayrı ayrı ilgilenir, dertlerini dinler, sıkıntılarını giderir, dünyevî ve uhrevî meselelerde yol gösterirler.

    gaye ve hedefleri; allah ve resul’ünu sevdirmeye, allah ve resul’ünde birleştirmeye, nûr-i muhammedî’nin yayılmasına, kalpleri hakk’tan gayrı her şeyden kurtarmaya ve arındırmaya çalışmaktır.

    en büyük iltifatları mahviyet ve istikamettir. sohbetlerin büyük bir bölümü mahviyetten geçmektedir. müşâhede mahviyeti içinde nice esrar ve hikmetlerin kapısını açmışlardır.

    sohbetlerinde rüyâlar da ayrıca bir hususiyet arzetmektedir. anlatılan rüyâlardaki rumuzlara verdikleri cevaplar, her türlü takdirin üstündedir. soran da dinleyen de alacağını alır, yoluna koyulur.

    kuran-ı kerim’in ifâdesiyle “edğâsu ahlâm = karmakarışık rüyalar”a bile kalpleri mutmain eden cevaplar ve öğütler vermektedirler. bu vesile ile nice ulvî işaretler, kudsi hakikatler, rabbânî sırlar ortaya çıkmaktadır.



    muhterem müellifin, insana yaratılış gayesini öğreten, yaratan’ını tanıtan, ebedî saâdet ve selâmete yönelten, düşündüren, gönül üzerine, mâneviyat üzerine, iman, islâm, ilim-irfan, ahlâk-fazilet, aşk-şevk üzerine söylenen sözlerle dolu, bilhassa erbâb-ı sülûkün çok istifade edeceği eserlerinde islâm hakikatleri, iman letâfetleri, tasavvuf sırları âyet-i kerime ve hadis-i şerif’lerin ışığında selis bir üslupla anlatılmaktadır.

    daha geniş kitlelerin istifade edebilmesi için bu eserlerin neşri yanında, bölümleri de kitapçıklar halinde yayınlanmaktadır.



    tasavvuf; esrar odasının ilâhi sırlarına insanı mazhar eden bir yoldur, ilim-irfan mektebidir.

    her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. asliyetinden hiç bir şey kaybetmemiştir. ve bu yol kıyamete kadar bâkidir. bilhassa tarikat-ı nakşibendiyye’de kıyamete kadar pir eksik olmayacaktır. o has oda; odadan odaya, halkadan halkaya geçmiş ve hiç bozulmamıştır. hazret-i allah dilediğinin devrini kapatır, dilediğinin devrini açar.

    “aşk ehli gitti, muhabbet şehri boş kaldı deme,
    cihan şems-i tebrizî güneşi ile dolu isteklisi nerede!...”

    hazret-i allah zâhirî ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, bâtınî ilimleri öğretmek için de tasavvuf ehlini eksik etmemiştir.

    cenâb-ı hakk’ın lütuf ve ihsanı, sadece ilk devirlerde bulunan müslümanlara mahsus değildir. her devirde ilâhî ahkâma tâbi olan bütün müslümanların bu gibi ilâhî inâyetlerden istifade edecekleri açık bir gerçektir.

    hiç şüphe yok ki bu efdâl ümmet içinde, yağmurun toprağa düşmesi ile ölü toprağın nebat fışkırttığı gibi; hakk’ın izni ile ölmüş kalpleri diriltenler de mevcuttur. bütün engel ve güçlüklere rağmen, yalnız allah için mücâhede ve mücâdele etmektedirler.

    dini, bütün tazeliği ile ayakta tutan onlardır. her devirde etraf ve muhitlerine nur saçmışlar, insan yetiştirmişler, yol gösterici eserler vermişlerdir. emin adımlarla gayelerine doğru ağır ağır ilerlemektedirler. hazret-i allah’ı tercih edenler bunlardır. hazret-i allah’ın da tercih ettiği bunlardır.

    onlar ki; kendi mutluluklarını, mutsuz ve umutsuz insanlara umut, huzur ve teselli aşılamakta aramış ve bulmuşlar, mum gibi kendilerini eriterek etraflarını aydınlatmışlardır.

    “ümmetim yağmur gibidir. evvelkiler mi daha hayırlıdır, yoksa sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez.” (tirmizi)

    evvelkilerden murad asr-ı saadet’tir. bir defa geldi, bir daha da gelmeyecek. sonra gelenler, saadet asrındaki müslümanlara çok benzedikleri için resul-i ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz onlara teşbih buyurmuştur. dilerse, dilediği zamanlarda asr-ı saadet gibi devir yaşatıyor hazret-i allah.

    dilerse bütün kâinatın aradığını bir noktada toplar.

    bir hadis-i şerif’te de şöyle buyuruluyor:

    “ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar hakk yolunda muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir.” (buharî)

    bilindiği gibi hakikat, güneş gibi daima zâhir ise de; dünya muhabbeti ve aşırı meşguliyetler sebebi ile, kalp üzerine baskı yapan perdeler insanı hakikatten uzaklaştırıyor, müşâhededen ayırıyor.

    hâtem-ül enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz’den sonra vahiy kesilmiş, ilham kapısı ise açık kalmıştır. din kıyamete kadar bâkidir. bu devrin karanlık günlerinde bile islâm’ın nuru gönüllerde parıldamaktadır. insanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. fakat zamanla vesveselere dalıp, arzu ve heveslerine kapıldıkları için; hakikatı hatırlatmaya, ruhları kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.



    ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz’in sohbetlerinde yetiştiler. sohbetten aldıkları feyiz ve bereket sebebiyle onlara sahabî denilmiştir. onları medine’de yetiştiren medrese cenâb-ı fahr-i kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin mescidi idi.

    bir taraftan islâmiyeti yaymaya ve güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan da müslümanlara dinlerini en ince noktasına varıncaya kadar öğretiyor, maddî-manevi her türlü müşküllerini hallediyordu.

    ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm- ondaki fesahat ve belâgatın hayranı idiler. sanki başlarında kuşlar varmışçasına, huzur ve huşu içinde dinlerlerdi.

    sohbetin verdiği kemâlât ile, peygamberler hariç bütün insanlardan üstün oldular.

    tasavvuf yolunda da sâlike merhaleler aştıran, onu terakki ettiren en mühim âmil mürşidin sohbetidir.

    onların sohbeti yakınlık makamından doğar ve âlî makamlardan süzülerek gelir. kalplerinin üzerinde perde yoktur. allah yolunda köprü mesabesindedirler. sohbet ve nazarları feyz kaynağıdır, kalp hastalıklarına şifadır. söylediklerini görerek, bilerek ve yaşayarak söylemişlerdir.

    tereddütlü kalplerin itminan bulması, gizli şeylerin öğrenilmesi ancak muhabbet ve sohbet ile mümkündür. mutmain olmayan bir kalp yürü demekle yürümez.

    muhabbet ve sohbet ile kazanılan feyiz ve bereketin, vecd ve istiğrakın bir çok şeyle elde edilemeyeceği, ilâhî tecellilerin doğmasına sebep olduğu erbabınca malumdur.

    rabbimiz bu taifenin neşesine ve neşvesine ererek yaşamaya muvaffak buyursun
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap