1550 entry daha
  • şu dizinin 2. sezonundan aldığım hazzı bir almanlıktan, bir de lagavulinden alıyorum ancak. yavaş yavaş, hemen yutmadan, ağzımda dolandıra dolandıra...(pornoya fazla yaklaştığı için harcanan genç bir metafor daha, bu kıyım ne zaman bitecek!)

    üstelik, teknik olarak ilk sezonundan daha kötü olmasına rağmen... mesela diyaloglar genel olarak zayıf, tüm karakterler aşırı hasarlı ve bunu komikliğe kaçacak kadar aşırı maçolukla örtmeye çalışıyorlar (kadın karakter bile tüm kadınlığından sıyrılmış), çok fazla karakter olmasına rağmen -belki de öyle olduğu için- aralarındaki dinamik de sürükleyici değil.

    (bu son nokta hakkında: gençler ilk sezondaki rustynin kahvehane filozofluğunda yeni bir tyler durden görmenin heyecanında olsunlar, rusty'nin asıl değeri woody harrelson'un karakteriyle oluşturduğu zıtlıktı, ahlakçı ve "normal" harrelson'ın görece ahlaksızlığının rusty ile kıyasıydı, ve tabii ki klasik olarak en sonunda dostluğa yolculukları. 2. sezonda ise tek ilginç dinamik, dedektif velcoro ile gangster semyon'un her at patlamaya hazır, asimetrik ilişkisi (patlamaya hazır atlar.. "her an" demek istemiştim). velcoro bunu ruhunu şeytana satmak olarak görmeye çalışıyor ama semyon'un da dediği gibi daha onlar tanışmadan velcoro ruhunu satmıştı. milletin daha meraklı olduğu velcoro-ani bezzerides ilişkisi ise, dizinin en yanlız iki karakterinin birbirine kavuşmalarını istediğimiz için önemli gibi geliyor ama ilki kadar derinliği yok)

    öyleyse neden bu sezonu daha bile çok seviyorum? çünkü tam bir noir olmuş.

    ruhu şu sahneyle özetlenebilir. sahnenin vermek istediği hissiyatı, basbayağı şarkı sözü olarak yazacak kadar kor gözüne parmağım bir yönetmenlik var, ama bunun yarattığı sürreal atmosfer benim için sinema sanatının varolma nedeni. gece, melankoli, gizem, iyi-kötü kalıbına sığmayacak kadar karışık ve hasarlı ruhlar...

    iyi polisiye noir'larda olay örgüsü karışıktır, (anti)kahraman bir sürü çıkmaza sürüklenir, ve en nihayetinde hikaye ikinci plandadır. bu hikaye önemsiz demek değil, motor o sonuçta. bir açılıp bir kapanan sır perdeleri olacak ki, arasından gözüken ruhların kendi şeytanlarıyla ve sistemin yel değirmenleriyle mücadelelerini -çoğunlukla da mağlubiyetlerini- görebilelim.

    ama ne yazık ki bir çok insan olay örgüsünü fazla önemsediği için pek zevk alamıyor, sanki bu bir makina tasarımıymış gibi şemalarla her şeyin açıklanmasını bekliyorlar (bu arada bu sezonun hikayesi o kadar da karışık değil, ingilizce altyazıyla izleyin). ve daha kötüsü de, tüm bu çabanın ödülü olarak katilin kimliği görülüyor. bu benim için o kadar önemsiz ki anlatamam. anlatırım aslında: katil scream'deki maskeli eleman çıksa bile sana puanım 9 kanka.

    bunu ikinci sezon finalinin hemen öncesinde yazıyorum üstelik. hani heyecan dorukta, herşey çözülmek üzere filan fişmekan.

    bu sezonun en zevk aldığım sahnesi uzun plan çatışma sahnesi değil, şuydu: velcoro ile ani bezzerides ufak bir masada oturuyorlar. diğer ana karakterlerin araya montajlanmış paralel hikayelerindeki aciliyete zıt olarak her şey ağır. ağır ağır yanıyor soba ve kırmızısı ani'nin yüzündeki karanlığı zar zor aydınlatıyor. ağır ağır çalıyor arkaplandaki rüya müziği. neredeyse hiç konuşmuyorlar ama o anda birbirlerini herkesten daha yakın tanıyorlar, kimse önünde olmadıkları kadar çıplaklar.

    sinema bu haliyle, yani bu kusurlarıyla, tamam ve kusursuz bir sanat. "katil kim" merakı sadece onun sihrini azaltıyor.
1852 entry daha
hesabın var mı? giriş yap