4540 entry daha
  • yanlış hatırlamıyorsam insanın anlam arayışı kitabında okumuştum. toplama kampı deneyimlerini anlatan birinci bölümünde olmalı. şöyle diyordu yazar;

    "zaman içinde hissedilen en keskin şey, tutukluluk süresinin sınırsızlığıydı; mekan içinde ise cezaevinin daracık sınırlarıydı."

    akşamın karanlık saatleri, ankara'da buz gibi bir hava. babamı hastahanede bırakmış eve dönmeye çabalıyoruz. sokaktaki herkes mutsuz gibi, herkesin suratı asık ama en çok biz mutsuzuz. insanlara çarpmamaya çalışarak metroya ulaşmak istiyoruz. yerin altı yerin üstünden sıcaktır umuduyla. birden annem duruyor, bir enstrüman sesi yükseliyor kalabalıklar arasından. insanların bir kaçı bana, çoğu anneme çarpıyor. söyleniyorlar yerli yersiz...

    - ne oldu anne, neden durdun! diyorum
    + dur oğlum şunu bir dinleyeyim, diye cevaplıyor.
    - gel, sokağın ortasında durma deyip kolundan kenara çekiyorum. insanlar geçip gidiyor, rüzgarla beraber notalar uçuşuyor havada. soğuktan titriyorum, annem yüzünde garip bir ifade ile dinliyor öylece.

    enstrüman çalan gençlere bakıyorum. ikisi erkek biri kız, üniversiteliler herhalde. soğuğa rağmen sıcacıklar, yüzleri gülüyor şehirdeki tüm insanların aksine, bereyle korudukları kafalarını sallıyorlar bir iki, mutlular belli. kimse durup bakmıyor annemden başka, kimse umursamıyor gençleri. paralarını geçtim, küçük bir gülücükleri bile yok bu gençler için...

    parça bitiyor, kız olan ellerini ovuşturuyor ısınmak için, umutsuz gözlerle önündeki gitar kılıfına bakıyor. üç beş bozukluk var, hiç para veren olmamış. arkadaşlarıyla göz göze geliyor. çevrelerine bakıyorlar, tık yok. herkes soğuktan mı mutsuzluktan mı ne kaçıyor önlerinden. annem, elini çantasına atmış karıştırıyor, anlıyorum para verecek. dur ben veririm demeye kalmadan bir yüz lira çıkartıyor, insanların arasından geçerek ellerini ovuşturan kıza uzatıyor. kızın yüzünde inanılmaz bir gülümseme beliriyor, sağol teyze diyor. annem aynı yavaşlıkta yanıma geliyor,

    - iyice delirdin ha anne, çok paran var galiba, diyorum. yüzümü de ekşitiyorum ki kızdığımı anlasın.
    + çok değil oğlum, umutlarını kırmayacak kadar, diyor.
    - nasıl ya, ne umudu?

    çocuklar neşeli bir parçayı çalmaya, annem de anlatmaya başlıyor.

    + ben hiç bir isteğimi yapamadım oğlum. liseye gidecektim deden izin vermedi, orospu mu olacan dedi. saz çalayım dedim dayın olmaz dedi, köçek mi olacan diye kızdı. ptt de işe başlayacaktım babanla nişanlıyız, nişanı atarım dedi. çok güzel elbiseler aldılar bana ama benim istediğimi almadılar. çok güzel yemekler yedik ama onların sevdikleriydi. senin adını umut koyacaktım, sormadılar bile. ben hep özlem duydum oğlum, yüzüm bir kere de kendi isteğim oldu diye gülsün istedim, olmadı. hep dua ettim. dünyadaki tüm acıları yaşadım oğlum. annem öldü, babam öldü, kardeşlerim öldü, oğlum öldü...
    - yavaş ol diyorum, o kelimelerin ağzından çıkmasına izin vermemek için. anlıyor tabi, gözleri doluyor. bir kaç saniye susup devam ediyor.

    + abini doğurduğumda kaçacaktım evden. çalışan, yalnız bir anne olarak oğlumu büyütecektim. olmadı, yapamadım. üreten, şehirli ve kalabalık bir aileye sahip oldum ama mutlu olamadım oğlum. hep içimde özlem kaldı. ondan verdim çocuğa parayı, umudu olsun istedim...

    o an anlıyorum ki, annem tutukluluk süresi hiç bitmeyecek bir mahkummuş ve onu tutsak eden şey sevdiklerinin daralttığı dünyasıymış.

    sarılıyorum boynuna, öpüyorum iki,
    - dert ettiğin şeye bak, sen de bana umut dersin, diyorum.
    gülüyor, gözleri dolu dolu,
    + ben hep sana umut dedim, diyor...
6595 entry daha
hesabın var mı? giriş yap