43 entry daha
  • bir babalar gününde doğmuşum. her evlat bir hediye olarak görülse de, babamın bana atfettiği anlam hep biraz daha fazla oldu bu yüzden. çok küçükken göğsünün üzerinde uyurdum. aramız inanılmaz iyiydi. ben onun eksik yanlarını, yanlışlarını ve zayıflıklarını bilmiyordum. o da benim kalp kırabilme potansiyelimden bihaberdi o zamanlar. ne de yakın iki dosttuk o vakitler...

    sonra evlat büyüdü. babasını kendi hayal ettiği biçimde değil de gerçek manada tanıdı. onda sevmediği şeyler gördü. ve büyüsü bozuldu eski dostluğun. yıllar geçti, dişe dokunur bir diyalogları olmadan...

    babamla ilişkimiz bazal metabolizma seviyelerinde gezinirken böyle, zannediyorum 10 yıl kadar evvel oluyor bu anlatacağım olay, av malzemeleri satan bir dükkanın önünden geçerken resmen kulağıma fısıldadılar, "bir olta al babana" diye. halbuki o güne dek ne benim ne de babamın balık tutma gibi bir hobisi vardı. hatta çok sıkıcı bulurum balık tutmak için saatlerce hareket etmeden beklemeyi.

    babamın herhangi bir hobisi de yok zaten. o dönem itibariyle kendine bir meşgale bulamamış, enerjisini kanalize edecek bir iş edinememiş, emeklilikten sonra ne yapacağını hepten şaşırmış, talihsiz bir adamdı babam. ömrü boyunca da üzerinden kendini tanımlayabileceği bir uğraşı olmamıştı peder beyin. diğer birçok erkek gibi onu da hayata karşı öfkeyle dolduran ana saikin bu olduğunu düşünürdüm hep.

    her neyse... tabiatım gereği kolay ikna olan biri olmam hasebiyle, iç sesime çok fazla direnç göstermeyip girdim mevzubahis dükkana ve satıcının çok övdüğü bir oltayı(onun övdüğü kadar olmadığını bilerek) aldım, eve geldim.

    - baba bak, sana ne aldım. bir olta! eğer istersen televizyondaki adamlar gibi haliç'te balık tutabilirsin sen de.

    o gün tam anlamıyla babamın hayatının dönüm noktasıdır belki de. aramızdaki baba-oğul ilişkisinin yeniden ısınmaya başladığı gündür aynı zamanda. ömrüm boyunca hiç gerçek manada mutlu görmediğim, tek eğlencesi fenerbahçe ve arada gittiği kahvehanede oynadığı oyunlar olan adam(ki istanbul'a taşındıktan sonra o ortamı da kalmamıştı) resmen yeniden doğdu, yepyeni bir adama dönüştü.

    emekli olana dek bir gün bile isteyerek işe gittiğini görmediğim babam her sabah saat altıda kalkıp(anneme de o saatte zorla kahvaltı hazırlatıp "balıkçı karısı olmak kolay değil hanım hehehe" esprisini ısrarla tekrarlayarak elbette) çantasını ve çok sevgili oltasını hazırlayarak haliç köprüsü'nde yer yer kefal, yer yer de lüfer avlar oldu. sabah erkenden gittiği balıktan 10-12 saat sonra eve dönüp bir de uyuyana dek yarınki macerası için yaptığı hazırlıkları için birkaç saat ayıran babamın hayatı balık olup çıktı. güneşin altında geçirdiği saatler nedeniyle bronzlaşan cildine karşın gözlerinin içinin parladığına ilk defa şahit oluyordum bu yaşlı adamın.

    evladından razı bir ebeveynin ne kadar usanmak bilmez bir dua ediciye dönüşebileceğine şahit oldum yine babam örneğinde. sırf ona bir olta aldım diye sabah akşam arkamdan dua eder oldu adam. hatta o zamandan sonra el attığım her işte başarılı olmamı bir ölçüde babamın dualarına bağlarım.

    o ilk oltadan sonra 10 kadar başka oltası oldu bizim yaşlı adamın. fakat benim hediye ettiğim ilk göz ağrısını hep başka türlü sevdi. hala da saklar. ne profesyonel oltalar aldı sonradan kendine ama sürekli söylediği şekliyle, "oğlum bu başka yaaa. en iyisi bu. nedense balıklar seviyor bu oltayı."

    bir olta sayesinde, karşılıklı darbelerle yıktığımız köprüyü yine kurabildik babamla. her zaman zihnimde yer alan bir düşünce de karşılığını bulabildi bu sayede; baba-çocuk ilişkisi yerini iki gerçek dost arasındaki bağa bırakmadıkça olgunlaşamaz oğul.

    sevdiğim bir sözde de geçer zaten, "erkekler, bir kadının sevgisini ve babalarının saygısını kazanmakla kemale ererler ancak."
58 entry daha
hesabın var mı? giriş yap