14 entry daha
  • (dikkat: bu entry, cok az da olsa spoiler icerebilir)

    yetmislerin sonu, seksenlerin basi. henuz bilgisayarla modelleme, film grafikleri ve benzeri seyler daha herkese cok yeni. star wars'dan daha iyi grafik bilmeyen bir jenerasyon, jaws ile tanisiyor ve bugune kadar suren bir kopekbaligi fobisi insanlarin beyninde yer ediyor, bir daha atilamiyor. denize girmeye korkan koca bir jenerasyon yetisiyor ve jaws serisinin etkileyiciligi herkesi, uzun bir sure daha sasirtmaya devam ediyor.

    sonradan doksanlara geliniyor. terminator 2 cekiliyor ve ozellikle turkiye'de jaws, ilk defa ozel kanallarin "gosterecek birseyimiz yok, bari populer bir film gosterelim" isimli, kemal sunal filmleri, beethoven ve evde tek basina gibi filmlerden olusmus kervanina katiliyor. ici disi jaws olmus bu yeni nesil, eski neslin halen daha kabuslarini susleyen filme, normalde gulmek icin kullanmadiklari organlariyla gulmeye basliyorlar: "o yuzen sey bir maket mi? saka mi bu? copy paste mi etmisler? heh... heheh... hahaha!!!".

    ancak eski jenerasyon, kirmizi beresi ve dillere destan takimiyla, daha once hic gidilmemis derinlikleri insanlara sunan ve bircok insana dalis merakini asilayan jacques yves cousteau ile buyuyor. regulatoru icad etmis, mikrofonlu maskeleri dalis dunyasina sunmus ve dalisi herkese goturmus olan bu insan, oldugu zaman eski jenerasyonu inanilmaz uzuyor. sanki denizler altinda 20000 fersah gercekmis hissi veren bu insanin olumu, yeni jenerasyon arasinda kendisini tanimayan birtakim kimseler icin ise sadece, 70ler stili muzikler ve yazilar doneminin bitisi anlamina geliyor.

    life aquatic with steve zissou, tamamiylen eski jenerasyonun filme, televizyona ve deniz hayatina olan bakis acisini alip, yeni jenerasyonun eskilerden pek birsey ogrenememis bazi uyelerinin eskiye olan bakis acisini birlestirerek, bir de ustune muthis komik bir hikaye serpistirerek sunulmus bir basyapittir.

    daha filmin ilk dakikasindan itibaren filmdeki abzurtluk goze carpiyor. henuz filmin ilk bes dakikasina girilmisken kullanilan grafik animasyonlar, "saka mi bu?" dedirtiyor ve hemen akla jaws'i, ve onunlan dalga gectigimiz gunleri getiriyor. "ha? ne? ahah ne oluyoruz ya? bir dakika, anlamadim" gibi ic dusuncelerden siyrilmaya calisilarak izlenen ilk on bes - yirmi dakika ise, sanki wes anderson tarafindan izleyiciye sunulmus bir "filmin cekim stiline ve genel atmosferine alisma suresi" olarak birakilmis.

    ancak zaman gectikce, gercekte var olmayan ve cogu tamamiylen hayalgucunden yaratilmis yaratiklar, neredeyse basarili bir dev sehir akvaryumu gibi duzenlenmis, ancak sahte oldugu her yerinden akan fantastik, yer yer surreal ortamlar, dalisa gecerken arka planda calan muzikler, inanilmaz bir atmosfer yaratiyor. hele albino yunuslar, steve zissou'nun besledigi orca, geminin icindeki sauna, vs., atmosferi bir o kadar fantastik ve sarkastik yapmayi basariyor.

    biraz tutarsiz gozuken, kafa karistirici gozuken seyler ise, aslinda wes anderson'un yaratmaya calistigi fantastik dunyaya eklenmis detaylardan ibaret. film italya'nin aciklarinda, akdeniz'de mi geciyor? yoksa film filipinler'de filan mi geciyor? bilemiyoruz, cunku surekli karaya cikildiginda italya'ya gidiliyor, karada olan hersey hemen hemen italya'da oluyor. ancak filmde bahsi gecen ve filmin en komedi special-operations sahnelerinin oldugu adalarin akdeniz'de olmasina imkan olmadigi goruluyor. hem, akdeniz'de filipinli korsanlarin ne isi var? tabii bunlar "garip, sacma, baglantisiz" olmaktan ziyade "inanilmaz komik" olarak kategorize edilse daha dogru olur.

    peki kiyafetlere ne demeli? kirmizi berelerin cousteau'dan alinmis oldugu apacik ortada, ancak o erken 70ler donemini cagristiran cirkin renk kombinasyonlari (turkuaz ve beyaz!), vucudu sarip sarmalayan dar, tulum gibi esofmanlar, yine 70ler tarzi wetsuitler, long johnlar, parasizliktan kivranan bir takimmis imaji veren, daginik ve birbirinin her zaman, her kosulda aynisi olmayan uniformalar, ve hepsinden ote, caki gibi delikanlilardan olusma, jeff goldblum'un oynadigi adamin kendi takimi ile olan kontrast, kesinlikle gorulmeye deger.

    filmde, sanki hicbir noktada tek bir kelime bile "laf olsun torba dolsun, filme fazladan uc bes saniye eklenmis olsun" tadinda kullanilmamis; hicbir cumle heba edilmemis. en ufak ve bir iki saniyede soylenip bir daha ustunde durulmayan, sanki senaryo dolduruyormus hissiyati veren bir replik bile (spoiler: "i'll get an intern to fix it") izleyiciyi saatlerce guldurebiliyor.

    bir de filmin basinda, bill murray'in karakteri olan steve zissou (yani kendi kullandigi takma adiyla stevezy) kendi takiminin elemanlarini tanitirken, ozellikle de klaus'un uyrugunu "he's german" diye ustune basa basa soyluyor. bu da ufak bir detaydi ve filmden ciktiktan sonra aklima takilan ve tekrar gulmeme neden olan bir durum oldu.

    karakterlerin de inanilmaz basarili yaratilmis olduklarini soylemeden edemeyecegim. stajyerler, senaryo yazari kiz, klaus, sikh eleman, zenci eleman, ned, hepsi inanilmaz basariliydi. zaten karakterlerin isimleri de ona gore secilmisti. her karakterin kendisine has bir takintisi vardi (biri surekli sakiz cigner ve cikarir, biri piposunu tutturur, biri gitarini calar, biri elektrik sistemini bozar, biri surekli telefonda "simdi yuz ifaden nasil?" diye sorar, vs.) ve bu da karakterlerin orijinalitesine, ozellikle de ekibin farkliligina renk katti.

    ancak, filmin hakikaten de cok basarili ve muthis bir film olduguna karar verdigim an, herhalde staralfur'un calinmaya baslandigi andi (bkz: staralfur/@spincrus). kulaklarima inanamadim; sahneye hakikaten cok yakisan bir muzikti kanimca.

    cok, ama cok basariliydi.
76 entry daha
hesabın var mı? giriş yap