16 entry daha
  • türkiye'de islamcılık öyle uzun sürelerdi yerlerde ki, islamcı ideoloji ve dünya görüşünü biraz tarihi ve sosyolojik perspektife oturtarak betimleyen herhangi birine insanlar saygıyla yaklaşıyor. hakkını teslim etmek lazım, atasoy müftüoğlu türkiye'deki islamcı camianın epey dışına taşıyor. nasıl mı? kapitalizme ve milliyetçiliğe olan mesafesi, sömürgeciliğe kendi iktidarına hizmet ettiği zaman değil de, ilkesel olarak karşı olması gibi basit olarak tanımlanabilecek bir takım vurguları dahi onu islamcı camiadan ayırt etmeye yetiyor. bununla beraber, kendisine duyulan 'saygı', bana kalırsa türkiye'de siyasal islamın iktidar olmasından ileri geliyor. evet belki atasoy müftüoğlu'nun kendisi akp'nin islam anlayışıyla arasına kesin bir çizgi koyuyor ama on yıl öncesinde olsa keskin bir eleştiriye tabii tutulacak çözümlemeleri bütün metodolojik sıkıntılarına rağmen olumlu bir şekilde karşılanıyor. yani akp'nin islamı hem yozlaştığı, ama aynı zamanda iktidarı elinde tuttuğu için, ondan ayrılan bir islamcılık ne yazık ki kolayca baştacı edilebiliyor. atasoy müftüoğlu ve ömer faruk gergerlioğlu gibi isimler saygınlıklarını bir ölçüde bu duruma borçlu. alternatif bir anlatıya muhtaç olduğumuz açık. ama bu anlatının niye illa islamcı bir niteliğe sahip olması gerekiyor, onu anlayamıyorum.

    atasoy müftüoğlu'nun çözümlemelerindeki sıkıntılardan bahsetmiştim, bunların bir tanesi ve bence en önemli olanı islamcı ideolojinin şu içerisi vs. dışarısı ikiliğini aşamaması. atasoy'un bütün çözümlemeleri, insanda islam'ın kerameti kendinden menkul bir şekilde, bir fanusun içinde ortaya çıktığı izlenimini uyandırıyor. islam bir zamanlar çok güzeldi, tüm dinlerden insanlara hitap edebiliyordu, küresel bir niteliği vardı; çünkü özü muhafaza ediliyordu. sonradan adına batı adı verdiğimiz dışarıdan bir güç geldi, bizi sömürmeye, islam'ı ve fikirlerimizi hapsetmeye başladı. batı'dan 'gelen' rönesans, müftüoğlu'nun deyimiyle o "aydınlanma diktatörlüğü" olmasaydı, yani diğer bir deyişle islam o kerameti kendinden menkul dünyasını, fanusunu, özünü muhafaza edebilseydi islam küresel olma niteliğini daha da ileri götürebilirdi.

    müftüoğlu hoca'nın bu çözümlemeleri, bana kendisinin ortadoğu çalışmalarındaki gelişmeleri hakkıyla takip etmediğini düşündürüyor. ortadoğu üzerine herhalde son 20 senedir yapılan bütün çalışmalar katı dini, etnik, mezhepsel, coğrafi ayrılıkların geçmişi kavramaya yetmediğini, 'batı' ve 'doğu' arasında çok erken tarihlerden beri hem entellektüel, hem de maddi anlamda muazzam bir alışverişin olduğunu gösteriyor. her şeyden önce, islam'ın kendisi musevilik, hristiyanlık ve hatta bazı özellikleriyle paganizmden etkilendiği bilinmektedir. rönesans denilen dönem, bizim islam'la özdeşleştirilen, bir kısmı doğu'da üretilen ve bazı durumlarda da islami bir niteliği olan veya islam dünyasında yapılan çalışmaların çevrildiği bir döneme tekabül eder. 'münafık' batı'daki entellektüel gelişmelerde ibni sina, ibni rüşd gibi isimlerin çok önemli bir rol oynadıkları yapılan araştırmalarla sabittir. thomas aquinas gibi hristiyan din adamları, roger bacon gibi filozoflar islami felsefeden muazzam bir şekilde etkilenmişlerdir. islam ne kadar güzeldir, bütün batı'yı şekillendirmiştir demek için söylemiyorum elbette bunları. bu örnekler sadece ne islam'ın, ne hristiyanlığın ne de şu veya bu dinin, felsefi akımların birbirlerinden bağımsız incelenemeyeceğini ortaya koyar. rönesans ve sonrasında aydınlanmaya giden yol insanlığın ortak bir ürünüdür ve islami entellektüellerin de bu akımların ortaya çıkmasında şöyle veya böyle etkisi vardır. ama müftüoğlu da dahil olmak üzere islamcıların yegane çabası önce bir zamanlar doğu'nun ve islam'ın ne kadar kudretli olduğunu, sonra da batı'nın ne kadar zalim ve sömürgeci olduğunu vurgulamak olduğu için tarihi siyah-beyaz ikiliğinde kavrarlar. böyle bir anlatının sonucunda iki tehlike ortaya çıkar: bir, islam'in özü güzeldir, batı etkisi islam'ı mahvetmiştir. (içerisi vs. dışarısı) iki, bu anlatıda müslümanlar ancak 1500'lere kadar dünya tarihinde rol oynar, bu tarihten sonra hep hırpalanmış, ezilmiş, sömürülmüş, dini elinden alınmış, batı tarafından esir edilmistir. müslüman kurbandır, eli, ayağı kesilmiştir.

    bana kalırsa bu durum atasoy müftüoğlu'nun bir kusuru değil, aksine islami felsefenin dünyayı kavrayış biçimine dair bir soruna işaret ediyor, zira bu tip analizlere said halim paşa'da da, cemil meriç'te de rastlarsınız. o yüzden de sürekli olarak o fanustaki, kerameti kendinden menkul islam'a dönüşün önemini vurgularlar, batı'daki entellektüel ve ideolojik akımların reddedilmesi gerektiğini anlatıp dururlar. ama dünyada anayasacı ve meşruiyet yanlısı fikirler ağırlık kazanmaya başlayınca 'aaa, bakın, islamiyet'te de meşveret ve şura esastır, meşruiyet islam'da vardır!' diye sahiplenmekten de geri durmazlar.

    bazı islamcı entellektüellerin bu 100 yıldır değişmeyen anlatılarını gördükçe hala şaşırırım. islamcıların oryantalizm eleştirisinden niye en az oryantalizm kadar çirkin olan bir oksidentalizm çıkmak zorunda ki? neyse, müftüoğlu'nu izleyince yazmadan duramadım...
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap