122 entry daha
  • bu entry i hangi başlığa yazmam gerektiğini bilemedim. en sonunda buraya yazmaya karar verdim.

    1990 ve 2000 arasında yaşanan şeker kıtlığı ve ithal şekere izin verilmesi olayını soner yalçın'ın saklı seçilmişler kitabından okuyabilirsiniz. çünkü benim burada anlatmak istediğim şey işin siyasi yönü değil, daha çok piyasa durumu. baktığınız zaman 1990 dan başlayarak günümüze kadar belki de milyonlarca siyasi hata yapılmıştır. ancak şeker piyasasındaki sorun işin daha çok ticaret ahlağı ile ilgili.

    şunu önden kabul edelim. şeker piyasası çok karlı bir sektör değil. zaten şeker üreteyim ya da satayım zengin olayım diye yola çıkanların hepsi tepetaklak gitti. gitmese devletin bütün imkanlarını ve desteğini hatırlı abileri sayesinde kullanabilen ve reklamlarında yüzbinlerce dolar verdiği pınar altuğ'u oynatan helin şeker gitmezdi.

    şeker karlı bir sektör değil dedik. ancak ölümsüz bir sektör. yani bundan 20 sene sonra da şeker olacak 50 sene sonra da. yani şekere kontrolü bir şekilde yatırım yapan herkes bu işten ekmek yiyecek anlamına geliyor. ama başta dediğim gibi kanatların olmadan uçmaya kalkarsan çakılmaya mahkumsun.

    gelelim esas anlatmak istediğime. 2000li yıllar ile türkiye cargill-nişasta bazlı şeker-fruktoz şurubu-glikoz şurubu-nişkoz şerbeti (hepsi aynı şey) ile tanıştı.
    2002 yılında türkiye'de üretilen şeker kendisine yetmiyordu. şeker üreticileri glikoz şurubuna altın bulmuş gibi saldırdı. çünkü çok ucuzdu ve şeker piyasası her ne kadar devlet elinde tekel olsa dahi şeker bazlı ürünlerde kıyasıya bir rekabet vardı.

    şeker piyasasında öne geçebilmen için fiyat kırman lazım. ancak şeker aynı şeker ve fiyatı devlet belirliyor. fiyat kırabilmen için 2 ihtimal var. ya gramajdan çalacaksın ya da şeker diye milete başka birşey yutturacaksın. işte glikoz şurubu burada kurtarıcı rolü üstlendi. çünkü fiyatı şekerin beşte biri oranında idi.

    glikoz şurubunun ortaya çıkması ile ülkemdeki süper ticari akıl hemen çalışmaya başladı. ihracat!
    insanlara toz ya da kesme şeker halinde glikoz şurubunu satamazdınız. daha doğrusu ihraç edemezdiniz.
    bunu söylememdeki neden şu. eğer siz devlete "ben aldığım şekeri çikolata yapacağım, jelibon yapacağım ihraç edeceğim" derseniz devlet size hemen destek kapılarını açıyor. piyasada 100 liraya aldığınız şekerin fiyatı anında 50 liraya iniyor. 90lı yıllarda 33 liraya iniyordu.
    peki siz devlete şeker ile çikolata üretiyorum ve bunları da ihraç ediyorum deyip şeker yerine %100 glikoz şurubu kullanırsanız ne olur? tabii ki yakalanırsınız. (bok yakalanırsınız).
    şaka bir yana hem üretim maliyetiniz yarı yarıya düşer, hem de elinizde piyasada 100 liraya satılan ancak maliyeti 50 lira olan çuvallarca toz şeker kalır. al sana kısa yoldan zengin olma yolu. (bkz: ytd)

    siz piyasada neden bu kadar ikinci ve üçüncü kalite çikolata bisküvi, şeker firması var sanıyorsunuz. oran vermeyeyim ama çoğunluğu paravan. sadece bu yolla büyüyen ülkeyi domine eden markalar var. isimlerini buradan yazmayayım.
    onun için siz siz olun ihracattaan dönen çikolataları tercih etmeyin gidin bildiğiniz markanın çikolatasını yiyin. sonra şeker diye vücudunuza %100 glikoz şurubu almayın.
    şeker aynı şeker, çuval aynı çuval, logo aynı logo. yani bu şekerin piyasaya arzında önünde hiçbir engel yok. tek sorun bu malın faturası yok.
    bu durumun da çaresi malı kdvsiz faturasız el altından 92 liraya satmak. inanın millet kapı önünde bekliyor 100 liralık malı 92 liraya alayım diye.

    2000 yılında şeker kıtlığı yaşanırken 2018 türkiye'sinde (şeker üretimi artmamasına rağmen) şeker bolluğu yaşanıyor. bugün devlet depolarında ülkemize 1 yıl yetecek kadar şeker var.

    ülkenin en büyük 2 şeker fabrikası zaten çoktan özeleştirildi. bunlar konya (torku) ve kayseri (pan) şeker fabrikaları. şu anda piyasayı domine eden fabrikalar zaten bunlar. yani diğerlerinin tamamını toplasan bir torku etmiyor.
    hal böyleyken devlet neden kapasite arttırımına gitsin. zaten ülkede şeker boluğu yaşanıyor. daha doğrusu insanlar artık şeker değil glikoz şurubu tüketiyor.

    böyle olunca devlet fabrikaları hala 70 lerin teknolojisi ile ayakta kalmaya çalışıyor ve bu durum da devlet üzerinde yük oluyor. çünkü eski teknoloji ile zarar kaçınılmaz.

    şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim. şeker fabrikaları ile askerin çok önemli ortak bir özelliği var. o da arazileri. fabrikalar da askeri alanlar gibi şehir içlerinde kaldı ve arazileri çok değerli oldu. bu araziler ufak tefek de değil. eski devletçilik anlayışı ile kurulmuş fabrikalar bunlar. arazileri uçsuz bucaksız. hem de şehir merkezlerinde.
    yani anlayacağınız özelleştirilen fabrikalar değil, fabrika arazileri. yanlışım varsa suser arkadaşlar düzeltsin ama fabrikayı boşver adam araziyi alıyor o fiyata.
    bu ülke böyle durumları telekom ve tedaş özeleştirmelerinde de gördü. askeri alanların imara açılmasında da.

    not : filistin - israil arasındaki husumeti hatırlayalım. filistinliler israillilere arazilerini para ile sattı. sonra bir gün baktılar ki memleketi komple israillilere satmışlar, farkına dahi varmamışlar.
71 entry daha
hesabın var mı? giriş yap