24 entry daha
  • banliyo yaşamının karanlık yönünden bahsetmeleri ve sübyancılık konusuna yer vermeleri ile kendisinden bir sene sonra çekilmiş american beauty ile sürekli karşılaştırılan ama bunların dışında daha isminden başlayarak ironiyle en acı biçimde yoğrulmuş nevi sahsina munhasir nefis bir film happiness. öncelikle american beauty de, happiness de banliyo yaşamının gerçek yüzünü, insanların dışarıya yansıttığı imajla arkasındaki gerçek arasındaki çatışmayı, göstermelik mutluluğu en iyi anlatan kara mizah örneklerinden ikisi. ama bunu anlatış biçimleri konusunda happiness biraz daha uç noktalara gidiyor, derinlere dokunuyor sanki. solondz'un amacı ironik olmanın yanında aynı zamanda seyirciyi rahatsız etmek. bunu bir haneke gibi yapmıyor ama film boyunca gülsek mi ağlasak mı durumlarından o kadar çok var ki atılan acı kahkaların ardından böyle korkunç bir duruma nasıl olup da gülümseyebildiğinize şaşırıyor ve kendinizi kötü hissediyorsunuz.

    filmin eleştirilmesinde, american beauty'den daha çok gürültü koparmasındaki ana faktörlerden biri bu rahatsız ediciliğin kimi zaman gerçekten çok uç noktalara dayanması. örneğin american beauty'de kahramanın arzu nesnesi yetişkinliğe daha yakın ve sübyancılık eylemi gerçekleşmiyorken, happiness'de "iyi aile babası" portresi çizen bill'in 11 yaşındaki oğlunun iki arkadaşına tecavüz ettiğini görmüyor ama biliyor daha sonra bunu oğluna itiraf etmek zorunda kalışına tanık oluyoruz. bu sahnelerde solondz'un öyle ironik ve sinik diyalog seçimleri, müzik ve renk kullanımı var ki içinde bulunulan durumu çok normalmiş gibi gösteriyor, " ohoo bu ne ki demeye getiriyor" ama kimi izleyenlerin dayanma sınırını zorlayacak noktaya varmadan da duramıyor.

    zaten aslen üç kızkardeşin hayatları ekseninde dönen filmin tek amacı takılan mutluluk maskelerinin arkasındakini göstermek. bunu yaparken cinayet, tecavüz, intihar, pedofili ve telefon sapıklığı gibi konular üzerinden anlatıyor meramını. solondz belli ki her karakterine çok detaylı yaklaşıyor, birçoğunun öyle ya da böyle aşırılıkları veya sapkınlıkları olmasına rağmen bunları seyircinin özdeşleşme hissini ortadan kaldırıcak kadar karikatürize etmiyor. mutluluk kavramını alaşağı ederken de çıkış noktası kişilerin izolasyonu ve iletişimsizliği. iletişimsizlik temasına en güzel örnek de telefonda çok yaratıcı olabilen, tacizin doruğuna ulaşan, philip seymour hoffman'ın oynadığı ( her zamanki gibi muhteşem bir performans sergilediği) telefon sapığı karakterinin feci halde arzuladığı karşı komşusunun evinde süt dökmüş kediye dönmesi ve en ufak bir temastan çekinmesi. kısaca hiçbiri tam anlamıyla düşüncelerini ve arzularını açıkça ortaya koyamayan mutsuz karakterler bunlar ama filmde kime sorsanız iyi, bir şeyi yok, mutlu. karakterler "mutluyum" sözünü o kadar çok kullanıyorlar ki biz işin iç yüzünü öğrendikçe ve filmin adını hatırladıkça basbayağı komik bir tabir oluyor bu.

    todd solondz bir duygu olarak mutluluğa değil, ulaşılması gereken görsel bir ideal olan mutluluğa yöneltiyor keskin oklarını ve filmde envai çeşidini gördüğümüz aşırılıkların, insanların bu sahte ideali yansıtmakla uğraşırken gerçekte içinde olan biteni iletemez hale gelmesi sonucu oluştuğunu ve arzularının ancak çöküntü ya da sapkınlıkla dışarı çıkabilir hale geldiğini anlatıyor. yani her ne kadar mutluluğu ulaşılması zor bir hedef olarak görse de altını oyduğu kavram başarı ya da mutluluk değil, bunun tribünlere oynanması ve sahte mutluluk maskeleriyle dolaşılması. bunu da kullandığı yol bazılarına ağır gelecek olsa bile çok iyi başarıyor.
105 entry daha
hesabın var mı? giriş yap