317 entry daha
  • an itibarıyla başlayan krizdir.

    yılın en başında olduğumuz bu günde, aslında birçok ekonomist diğer herkes gibi 2019 geneline dair bir bilinmezlik olduğunu söylüyor. bunda ise en büyük pay özellikle yerel seçimlerden sonra ne yapacağını öngöremediğimiz hükümete aittir. bu bilmecenin görmekte en çok zorlanacağımız iki anahtar kelimesi ise imf ve yapısal reformlardır.

    imf konusuna daha önce değindim ama gene de kısaca bir kez daha üzerinde durayım.

    şimdi 2019 yılına dair elimizde birtakım gerçekler var. bunların aslında en önemlisi 2019 yılı boyunca yapılacak olan 170 milyar dolarlık dış borç ödemesidir. eğer ekonomi bu yıl da cari açık verecekse bulunması gereken finansman yaklaşık 200 milyar dolara çıkar. birçok ekonomist geçen yılın ilk yarısında 50 milyar öngörüp 220 milyar dolar demişti ama bulunamayacağı artık aşikar.

    bunların dışında ise elimizde birtakım gerçekler var.

    1) uluslararası piyasalarda imf'den daha düşük faizle borç verecek bir kurum/kuruluş yok.

    2) uluslararası piyasalarda türkiye'ye tek kalemde 200 milyar dolara yakın borç verecek bir kurum/kuruluş da yok, buna imf de dahil.

    peki neden çoğu ekonomistte bir imf beklentisi var?

    ekonomistlerin hepsi amerikan ajanı/aç gözlü neoliberal şerefsizler olduğu için değil elbette. temel neden, türkiye'nin uzun yıllardır sürdürdüğü yurt dışından finansman bulup içerideki mega ölçekli yatırımlarla desteklediği büyüme modelinin çökmesidir.

    öyle ya da böyle, bir model değişikliğine gitmek zorundayız ama gel gelelim bunu gerçekleştirirken geçiş sürecinde makroekonomik dengeleri sarsmadan gerçekleştirebilmek için de kaynağa ihtiyaç var. yukarıdaki iki gerçekten hareketle bunu imf olmadan yapmamız mümkün görünmüyor.

    ben imf'nin de bize ihtiyacımız olan finansmanı sağlayamayacağını tahmin ediyorum ama en azından toplamı 50 milyar dolara yakın çıkacak birkaç standby anlaşması ile piyasalara ek bir güven unsuru verilebilir. güven ne yazık ki özellikle 2017 yılından itibaren hızla kaybettiğimiz bir değer oldu. birkaç örnek vermek gerekirse,

    1) tcmb'nin glp kanalıyla piyasaları fonlamak ve faiz artırmamak için taklalar atması ve absürt finansal uygulamalara girişmesi

    2) tcmb'nin bağımsızlığının siyasi otoritenin açıklamalarıyla her geçen gün sorgulanır hale gelmesi

    3) cumhurbaşkanının 2018 mayıs ayında londra'da fon yöneticilerine anlattığı ekonomi teorisinin yatırımcılarda yarattığı şok etkisi

    4) hükümetin bizzat kendisinin açıkladığı yeni ekonomik programdaki tasarruf kalemlerini ciddiye almaması

    5) tahvil ihalelerinde kamu bankaları üzerinden yapılan usulsüzlükler. şu an çoğu kişi farkında değil ama sonraki borçlanma ihalelerinde yabancılardan gelecek herhangi bir talep kalmadı. faizleri düşük tutmak istiyorsa hükümetin çok uzun bir süre ihaleye çıkmaması lazım. 1994'teki krizde olduğu gibi kendimizi 3 aylık vadede %50'lik tahvil satmaya kalkarken bulmayız umarım.

    daha fazla devam etmek istemiyorum ama imf ile bir standby anlaşması yapılırsa bunların hiçbirini yapmayacağımıza dair piyasalara bir nevi garanti vermiş olacağız. bu nedenle, imf bize bütün borcumuzu kapatacak kadar kredi vermese dahi şu günlerde 350 civarında seyreden cds primimizin 2018 yılı başındaki 100-150 seviyelerine inmesini sağlayarak imf dışı borçlanmalarda ödeyeceğimiz faizin düşmesini sağlayacaktır.

    bu gerçekler ışığında imf'siz bir çözümün faizler açısından daha maliyetli ve güvenilmez olacağı ise kesin gibidir.

    imf kısmını geçerek bu entry'nin asıl konusu olmasını istediğim yapısal reformlara gelecek olursak açıkçası imf seçeneğine nazaran çok daha umutsuz olduğumu belirtmeliyim. ekonomide artık yürümeyen borçlanmaya dayalı büyüme modelinin de sonu ne yazık ki hali hazırda stagflasyona, önümüzdeki çeyrekten itibaren de slumpflasyona çıkacaktır.

    yapısal reformlar aslında türkiye ölçeğinde öyle çok bilinmezliklerle dolu bir alan değildir. zaten memlekete karşı ümitvar olmamızın, en azından benim olmamın, nedeni ekonomik sorunların çözülememe nedenlerinin ekonomik değil sosyal ve siyasal olmasıdır. bu kriz bu yönden bir fırsat bile olabilir çünkü fed para saçarken büyüyen ekonomiyi durdurup çıkıp bir anda artık katma değer üreterek büyüyeceğiz demeye kalkarsanız, recep tayyip erdoğan dahi olsanız seçim kazanamazsınız. ama başarılı bir siyasetçi iseniz, bir ihtimal suçu başkalarına atıp arka planda ekonomik doğruları yapmayı tercih edebilirsiniz.

    yapısal reformlar, hem bütçe tercihleri üzerinden hem de harcama kalemlerinin gireceği ekonomik yapı üzerinden verimlilik artışı sağlayacak olan reformlardır. bunların sayesinde, para döngüsünün hızlandığı ekonomik yapı daha az yabancı sermayeye ihtiyaç duyar, hatta yeteri kadar verimliyse belki büyüyerek size cari fazla bile verdirebilir.

    mesela, diyanet işleri başkanlığının bütçesinin yarıya indirilip devletin yarısını tasarruf etmesi ve diğer yarısını ise bilim sanayi ve teknoloji bakanlığına aktarma kararı alması bütçe tercihleri üzerinden geliştirilmiş bir reform olur. tercih iktidardan iktidara değişebileceğinden ötürü bu kalıcı bir yenilik değildir. öte yandan, eğitim sisteminde fizik, matematik, kimya gibi derslerin saat sayısının artırılıp, zorunlu din derslerinin saat sayısının düşürüldüğü yeni bir müfredat gelecek on yılda ekonomik yapıda verimlilik artışı sağlamayı başarabilir.

    bunun haricinde, yerel yönetimlerin genel bütçeden alacağı payda getirilecek bir sınırlandırma ve/veya bu yönetimlerin borçlanmasının önüne çekilecek yasayla belirlenmiş yeni kurallarla daha disiplinli bir harcama döngüsüne girilebilir. yatırım, özellikle devletin yatırım tercihlerinin döviz kazandırıcı alanlara yapılmasını sağlayacak kurumsal değişiklikler bir başka yapısal reform unsurudur. 2009'da biten son standby anlaşmasından sonra ali babacan tarafından gündeme getirilen ama daha sonra sümen altı edilen mali kural, aslında genel mali çerçeve düzeyinde bir yapısal reformdur.

    yapısal reformlar, türkiye toplumunda ister istemez tarihsel sürecin başından beri modernist-muhafazakar olarak ikiye ayrılmış toplumun ekonomik ağırlığını modernist kesime, en azından ilk etapta, kanalize edecektir. eğer siyasete ekonomik paylaşım stratejisi olarak bakarsanız da şu an bu reformların neden yapılmadığını çok net şekilde görebilirsiniz. kendisi muhafazakar kanadın önderliğini yaptığı iddiasında olan bir hükümetten söz konusu reformları gerçekleştirmesini beklemek için, toplumsal iç barış tarzı bir mucizeye ihtiyacımız vardı.

    sıradan vatandaş olarak mevcut krizin bu fırsatı sağlamasını dilemekten başka bir şey ne yazık ki elimizden gelmiyor. açıklanan kasım ayı dış ticaret rakamları ile beraber, 3 aydır fazla veren cari dengenin kasım ayında da cari fazla vereceğini öngörmek sanırım artık çok zor değil. mevcut büyüme modelimizden ötürü de bu cari fazlanın bedelini artan işsizlik ve yükselen bütçe açığı olarak görüyoruz.

    işte bu entry'nin başında belirttiğim asıl belirsizlik tam olarak burada başlıyor. hükümet bu yapısal reformları yaparak, ülke içi kaynak bölüşüm dengesinde bir değişime yol açacak mı, yoksa mevcut makroekonomik göstergeleri toparlayacak adımları attıktan sonra eski büyüme modelini yavaş da olsa tekrar yaşatmayı deneyecek mi?

    seçime kadar bu sorunun cevabı çok net. 31 mart seçimlerine kadar hiçbir şekilde herhangi bir yapısal reform ya da gündemin ekonomi tarafından belirlendiği bir seçim atmosferi istenmeyecektir. bu nedenle kutuplaştırmayı artırıcı söylemler artarak devam edecek, ve geleneksel muhafazakar-modernist zıtlaşmasını vurgulayıcı söylemlerle gündem meşgul edilecektir. magazinel olmuş olan metin akpınar olayı bundan başka bir şey değildir. o olmasa iktidar başka birini göz altına alır, yine gündemi buraya taşırdı. seçimden sonra da sessiz sedasız bu davalar düşürülür ve gündemden düşmesi sağlanır.

    öte yandan seçimden sonra inat edilse bile çok büyük ihtimalle imf ile anlaşma yoluna gidilmesi temmuz ayını bile bulmayacaktır. unutulmamalıdır ki imf sizin ülkenizin yapısal reformlara ağırlık vermesini, eğitim sistemini buna göre tasarlamanızı sağlayacak kurum değildir. ülke kendi ekonomik model tercihini kendisi gerçekleştirecektir.

    imf sadece, hem verdiği borcun ödenebilmesini hem de diğer alacaklıların kendi borçlarını tahsil edebilmesini sağlayacak mali disiplin ortamını ve birinci dereceden finansal yapılarla ilgili düzenlemeleri şart koşarak kredi dilimlerini serbest bırakır. bugün benim, mevcut büyüme modelinin, borçlanmaya dayalı büyüme modeli, çöktüğünü söylememin temel nedeni mevcut modelle devam halinde (bir imf anlaşması yapılması durumunda ve makroekonomik göstergelerin iyileşmesi durumunda dahi), 1923'ten bugüne ortalama büyüme hızımızın oldukça altında kalacak şekilde büyümek zorunda kalacak olmamızdır.

    beklenmedik bir şekilde fed yeni qe politikası dahi başlatsa, kaybolan güven unsuru nedeniyle türkiye mevcut büyüme modeliyle gene finansman bulmakta zorlanır. zaten birçok ekonomistin de orta gelir tuzağı olarak tanımladığı şey budur.

    bugün türkiye'yi orta gelir tuzağından çıkarmasını bekleyeceğimiz çoğu insan şu an ya avrupa ya abd'de çalışmakta ve/veya cv'leri buradaki şirketlerin insan kaynakları departmanları tarafından değerlendirilme aşamasındadır. mevcut politikalarda ısrarın sonucunda gidilecek yer, devrim sonrası iran'ın yaşadığı nitelikli çalışan kaybından başka bir yer olmasa da, bundan çok da farklı olmayacaktır.

    tam da bu nedenlerle, türkiye büyüme modelini değiştirmek zorundadır. bunu yaparken de, padişah genç osman'ın idam edilmesiyle başlayan modernist-muhafazakar çatışmasını bitirecek iç barış ortamını sağlayarak devletin kendi evlatlarını barıştırmaktan başka bir şansı yoktur. çünkü sınırları askerle koruyabilirsiniz, halkı sosyal yardımlarla doyurabilirsiniz, çoğunluğun baskısını azınlığın üzerinde kurup bunun adına da demokrasi diyebilirsiniz ama ekonominin birtakım gerçeklerinden kaçamazsınız.

    ya ekonomik büyüme modelini artık cari fazla verirken istihdam üretebilecek verimliliğe çıkaracak yapısal reformlarla değiştireceğiz, bunu yapmak için de yıllarca süren ve bütün enerjimizi tüketen muhafazakar-modernist çatışmasına iç toplumsal barış sağlayarak artık bir son vereceğiz, ya da...

    artık cümlenin devamını size bırakıyorum ama pkk falan hikaye, bu ülke bir gün yıkılırsa bunun en temel nedeni özel tüketim vergisi olacaktır, terör vs değil.
7105 entry daha
hesabın var mı? giriş yap