7 entry daha
  • kayboluş’u çevirdiğini ilk duyduğumda, daha kitabı görmeden “neden a harfini atmamış, e’yi seçip kolayına kaçmış!” diye serzenmiştim yardımcı’ya. bugünse, çeviri üzerine yapılan tartışmaların mesnetsizliğine bakarak, kendisini tercihleri için kutlama gereği duyuyorum. yalnız çeviri değil genel olarak edebiyat eleştirisinde ne seviyede olduğumuzu; kimlerin, nasıl edebiyat eleştirisi yaptıklarını apaçık görmemizi sağladı işi. ferit edgü ve celal üster’in kavrayış fakiri ve şanssız beyanlarını bir kalemde geçeceğim; beni asıl şaşırtan bir queneau çevirmeni olan tahsin yücel’in söyledikleri oldu.

    tahsin yücel, “bir çevirmenin çevirdiği metne olabildiğince bağlı kalması gerekir. öte yandan çevirilere sansür uygulama, belirli yerlerini atlama gibi bir yönelim var. çevirmen işin altından kalkamadığı zaman belli yerleri atlıyor ki bu yanlış bir tutum.” demiş. fransızca bilmiyorum ama üzerine yazılmış epeyce eleştiri okudum ve ingilizce çevirisiyle karşılaştırarak, yücel’in zazie metroda’yı çevirirken yalnızca argo kullanımıyla yetinip, kurgu ve ses oyunlarına ve kitap büyük ölçüde diyalog üzerine kurulu olduğu halde konuşma diline has özelliklere sadık kalmadığını söyleyebilirim buna karşı ben de. kitabın ilk cümlelerine bakabiliriz mesela;

    “holifart, watastink, thinks gabriel exasperated. you'd think these people don't ever wash...”
    “neden bunca pis kokarlar ki”, dedi gabriel içinden, tepesi atmıştı. “olur şey değil, hiç temizlenmiyor bu millet...”

    madem herkes kayboluş’u fırsat bilip çeviri üzerine atıp tutuyor, bu naçiz okur da yıllardır göğsüne çöreklenmiş ukdesini dökülsün...
    zazie metroda çevirisini queneau kimdir, oulipo nedir bilmeden, perec’ten bihaber okumuştum uzun yıllar önce ve çok sevmiştim. üşengeç bir çevirmenin elinde bile ışıldamaya devam ediyormuş desek, bizi queneau ile tanıştıran yücel'e haksızlık mı etmiş olarız?. üşengeç diyorum çünkü türkçede, fransızcada ve edebiyat kuramında bu kadar yetkin bir yazarın “işin altından kalkamadığını” düşünemem. ya da bilerek böyle yapmıştır, onu da bilemem. ingilizce dışında dil bilmeyen ve yarım yamalak çevirilerle “yetinmekten” nefret eden bir okur olarak, yücel’e zazie metroda ve dostum pierrot'yu çevirdiği için kızıyorum yine de. çünkü yayınevleri değişiyor ama aynı yücel çevirileri devam ediyor yeni baskılarda. böyle büyük bir ismin ardından kimse yeni ve kitapların istediği serbest bir çeviriye girişmeyor herhalde.

    radikal kitap editörlerine de bir çift sözüm olacak. enis batur kibarca “ama birinci itirazım bunun yeri. bunun yeri bence gündelik ya da haftalık basın olmamalı. teknik ayrıntıların tartışabileceği aylık dergilerden birisi olsa daha iyi olurdu. çünkü şu ya da bu biçimde kitabın infaz edileceğinden endişeleniyorum.” demiş. ben onun kadar kibar olamayacağım. sansasyon peşinde koşacaklarına, elimde 1988 baskısı türkçe çevirisini tuttuğum seksek için “seksek türkçede” diye spotlar çıkarmamaya özen göstersinler önce mesela. hele ki, yorumu kaleme alan arkadaşın yazısında hiç böyle bir ifade yokken nasıl çıkmış bu yanıltıcı spot belli değil. gazeteciliğin en basit gereklerini yerine getiremezken, kayboluş’un çevirisini tartışmak gibi boylarından büyük işlere girişmesinler. teoman’ın hamdi koç eleştirilerini yayınlamaya “filan” devam etsinler.

    avunmaya olsun numunelik; şükür ki cemal yardımcı, armağan ekici, seniha akar gibi yaratıcı ve edebiyata tutkuyla bağlı çevirmenlerimiz, onlar gibi çevirmenlerle çalışmayı tercih eden ayrıntı gibi yayınevlerimiz de var. gel gör ki alıştık biz olması gerekenle her karşılaştığımızda şükretmeye; acıyor mu sevgili okur?
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap