50 entry daha
  • "iki genç kız" hakkında çıkan entrileri okudum ve sözlükte her zaman yaşadığım şeyi yaşadım. film izlemeyi, film tüketmeyi bilmeyen insanların arasında durmadan filmler hakkında yazı yazmak ne manaya geliyor bilmez hale geldim. bana kalsa film entrisi denen konseptin faydası bile tartışılır, kendi içinde sınırlı bir mecra çünkü. yani iyi kamera çalışması, kurgu filan gibi standartların muğlak olduğu bir alanda kendi kendine kıstaslar yaratıp bir film olarak filmi değerlendirmenin aşılması gerekiyor. okumaktan haz aldığım ve içinde film öğesini barındıran yazılar, filmleri film oldukları ve diğer filmlerden daha iyi oldukları için öven yazılar değil çünkü o noktada saçma bir döngü başlıyor, laf kalabalığından ve faydasızlıktan ibaret, sadece kendi kendini yücelten bir döngü.
    film denen naneyi tüketen seyircinin izlediği filmle kendisi arasında en ufak bir bağ kurmaktan aciz olduğunu görüyorum. tüketmenin de bir standardı olmalı, bu standart tüketilenle tüketen arasındaki ilişkinin derinliğiyle alakalı. insanlar para verip girdiği filmi objektif standartlarla değerlendirebileceğini düşünüyor; sanki bir arabadan bahseder gibi, motor gücü ile fiyatı kıyaslar gibi değerlendiriyor. tamamen piyasanın koyduğu standartlar üzerinden, hiçbir kişisel bağ kurmadan ilişki kuruyoruz tükettiklerimizle. tüketicinin böylesine zevksiz olduğu bir ortamda, şehir dışındaki çirkin sitelerin lüks, konforlu evler olarak görülmesine şaşırmamalı. o evlerin içine girdiğimizde gördüğümüz dekorasyonun tektipliğine, çirkinliğine şaşırmamalı.
    şöyle bir problem var: şehirde yaşayan adam köyde geçen filmi izleyip "bizi bize anlatan film" diyor. "iki genç kız"ın hikayesini, dünyasını görmeyi reddediyor. yanlış işaretlere takılıp duruyor. sinemada ışıklar kapandığında, insan izlediğiyle yalnız kalır, kendini kaybeder zannederdim. ama tüketilenle kurulan ilişkinin tamamen dışsal olduğu, izleyicinin izlediği filmle interaktif ve kişisel bir ilişkiye girmek, böylelikle filmi tamamlamak yerine kendi kırtıpiyöz bilgisi ve ezberlenmiş kıstaslarıyla araya mesafe koyduğunu, kendi iç dünyasını ne pahasına olursa olsun tükettiği şeyden korumaya çalıştığını, defansa geçtiğini gördüm "iki genç kız"a gelen tepkileri görünce.
    buna karşılık oturup sinema entrileri giriyorum hala. ama izlediği filmle ilişki kuramayan seyirci, okuduğu yazıyla nasıl ilişki kuruyor onu da merak etmiyor değilim. hadi benimki gene öylesine bir endişe ama, kutluğ ataman neden hala film çekiyor onu hiç anlamıyorum. böylesi bir tüketici kitlesiyle karşılaşacağımı bilsem film çekemez hale gelirdim herhalde. filmi beğendiği halde bile neden beğendiğini ifade edemeyen, "iyi film, hoş film" diye geçiştiren insanlar "iki genç kız" gibi bir film izlemeyi hakediyor mu?
    mesela filmin apaçık önümüze koyduğu ilişkiler yumağına bakmaktan ziyade, gerçek hayattan tanıdığımızı sandığımız kimi işaretlere bakıyoruz. neymiş? akmerkez kızı handan ile çatık kaşlı asi beyoğlu kızı behiye.
    handan'ın "şımarıklığı", "ayy canuuum nonoşum" vesair kullandığı argo dil, bize dahil olduğu tipolojinin getirileri gibi geliyor. yani handan şımarık, çünkü akmerkez kızı (bundan daha saçma bir çıkarım düşünebiliyor musunuz? amma seyirci kendi saçma sapan yüzeyselliği içerisinde bunu beceriyor). behiye ise asi ve vurdumduymaz, çünkü o bir beyoğlu kızı!
    handan "şımarık" görünüyor. ama özal zengini bir ailenin babasının biricik kızı olmadığını, hatta babasını tanımadığını, annesinin ise kendisine annelikten ziyade arkadaşlık yapma iddiasında olduğunu pek göremiyoruz galiba. handan'ın "şımarık"mış gibi görünür halinin, insanların üzerine atlayan cana yakınlığının bu annenin keyfini yerinde tutmak için olduğunu, erkeklerle kurduğu ilişkinin "kullanmak-kullanılmak" üstüne kurulu olmasının aynı şekilde öğrenilmiş, içinde bulunduğu şartların gerektirdiği bir davranış biçimi olduğunu film bize basbayağı gösteriyor ama siktiredin.
    behiye'nin asiliğinin beyoğlundan geldiğini düşünüyor olabilirsiniz, "topluma başkaldırıyor" behiye...? hayır. behiye asi değil, öfkeli. çünkü öfke kendisini koruyabildiği tek yöntem. babanın sesinin çıkmadığı, annenin ise behiye'yi durmadan kullandığı, baba otoritesinin yokluğunda ağabey karakterinin tüm zorbalığını tek başına kaldırmak zorunda olan behiye'nin tek çaresinin hırçınlık olduğunu film bize basbayağı gösteriyor ama siktiredin.
    hayatta defansta olmayı, hırçınlığı, kabuk bağlamayı tek varoluş biçimi bellemiş behiye'nin, handan'ın insanın her türlü defansını kaldıran cana yakınlığıyla nasıl kendi çıkışsız şartları içerisinde bir sevgi ihtimali gördüğünü ve onun peşinden gittiğini film bize basbayağı gösteriyor...
    handan'ın cana yakınlığının diğer kızlara nasıl fazla geldiğini (hangi insan daha ilk tanıdığı günden bir arkadaşını kendi evinde yaşamaya ikna etmeye çalışır, hangi insan bununla karşı karşıya kaldığında garipsemez, defansa geçmez; zaten defansının yıkılmasını bekleyen behiye dışında?) düşünürsek, behiye'nin dostluğunun handan için ne manaya geldiğini film bize gösteriyor. handan'ın davranışı herhangi bir sosyal sınıf veya tipolojinin getirisi değil, neredeyse patalojik.
    ama gene de handan'ın insanları kullanma üzerinden giden bir davranış biçimi var. gerçek aşk gibi kavramlar lugatında yok. "filmde iyi erkek yok" gibi bir eleştiri var; ama halbuki "ideal erkek" var filmde, ama avustralya'da o erkek, var mı yok mu belli değil. gerçekten ziyade bir ideal çünkü. handan'ın ideal erkeği avustralya'dayken, gerçek hayatta insanlarla kurduğu ilişki daha evvel de söylediğim gibi öğrenilmiş bir "kullanma-kullanılma" mekanizmasına sahip. aşık olma yetisine sahip olan daha ziyade behiye. dolayısıyla film daha çok behiye'nin bakış açısına sahipken, handan daha gizemli, bana biraz holy golightly'i (breakfast at tiffany's deki audrey hepburn) andıran bir karakter. finalde, behiye ("uykusuz her gece,bu soğuk kahvede ,sabahlarım bazen günlerce, rüyalarıma gelme diye") tüm hırsını yerleri ovalamaktan çıkarırken, handan'ın fotoğrafı afişlerde. insana atıf yılmaz'ın eski filmlerini hatırlatıyor. "hayallerim, aşkım ve sen" veya "adı vasfiye" gibi. yıllar sonra, handan meşhur bir pavyon şarkıcısı olarak intihar etmiş (çünkü mutluluk handan'ın yaşayamayacağı birşey), bir gazeteci onun hayatını araştırırken bir apartman boşluğunda yerleri süpüren behiye'ye rastlar, behiye'de süpürgesini bir kenara bırakıp bir sigara molası esnasında hikayesini anlatır... insana hiç de zorlama gelmiyor bu görüntü.

    belki filmin orada burada eksiği vardır, ben farketmemişimdir. ama eksikleri saymak üzerinden giden film yazılarının ne tür bir yararı olduğunu bilemiyorum. film izlemeyi bilmeyen insanların ego tatmininden başka...
35 entry daha
hesabın var mı? giriş yap