• kadinlarin gamsiz olmasi (bkz: girls just wanna have fun).
  • doğanın kanunu. güçlü olan ayakta kalir. (bkz: survival of the fittest) (bkz: charles darwin)
  • kadınların sağlıklarına gösterdiği önemi göstermesi halinde "light" veya "efemine" olacağı için erkek tarafından hayatı boyunca sağlıksız bir şekilde beslenmek, bol miktarda alkol tüketmek, uykusuz kalmak, askere gitmek, sigara içmek gibi erkeği erkek yapan aktivitelerin düzenli olarak yapılması sonucu, öteki tarafa daha erken gitme durumudur.
    öte yandan kadın, sabah güne başlarken yogasını yapar,meyve suyunu içer,daima lif içeren besinlerle beslenir,düzenli olarak sporuna gider,akşam da erkenden yatar uyur. doğal olarak daha az yıpranan taraf olarak hayatta kalır.
  • çok konuşmaları, sürekli şikayet etmeleri ve hiç mutlu olmamaları*
  • abd'de** bugün doğumda erkek için ortalama ömür* 72 iken kadınlarda bu 79'a kadar çıkıyor. ayrıca dünya üzerinde bilinen centenarian'ların %85'inin kadın olduğu ortaya konmuş durumda. özellikle bu ikincisi iki cins arasında ortalama ömür konusunda çok ciddi bir uçurum. bunun sebeplerini biyolojik ve sosyal diye genel iki kategoriye ayırmak mümkün. yine de bu ikisinin birbirinden tamamıyla bağımsız olmadığını; özellikle biyolojinin sosyal hayatı etkilediğini ve en nihayetinde insanın sadece biyolojik bir varlık olmadığını, hele hele -konumuz dışında ama- kadın-erkek ilişkilerini salt bu açıdan değerlendirmenin ibişlikten başka bir halt olmadığını akıldan çıkarmamakta ciddi faideler var.

    öncelikle insan türünün erkeği ve dişisine onu tüm sosyal ilişkilerinden, modern yaşam biçimlerinden arındırarak salt biyolojik açıdan bir bakalım.

    dişinin amacı her canlı gibi dölünü bir sonraki nesle iletmek. yalnız menstrual döngü gereği erkekten farklı olarak günde testis başına 85 milyon sperm yerine ayda bir tane döllenmeye hazır yumurta* üretiyor dişi. bu yumurtanın piyasa değerini yükseltiyor haliyle. o yüzden olabilecek en iyi spermi seçmek zorunda. ama sadece bununla bitmiyor mesele. insan türü iki ayağının üstünde yürümeye başladığından beri doğum yolu daralmış ve mecburen gebelik dönemi* kısalmış durumda. işbu sebeple yenidoğan tabiri caizse gerizekalı* doğuyor. doğduktan sonra belli bir yaşa kadar kendi kendisine ayakta kalamıyor, bakıma muhtaç. bu görev de yine biyolojik olarak anneye verilmiş durumda. (bu açıdan bakıldığında aslında doğada önceki dönemlerde babalık diye bir şey yoktu. sadece annelik vardı. demin bahsettiğim döl yolunun daralması ve yavrunun* bakıma muhtaç doğması anneyi ister istemez özellikle yavrunun ilk doğduğu dönemde erkeğe bağımlı hale getirdi. babalık olgusu oldukça geç, bazı primatlarla ortaya çıkmıştır bu yüzden. yalnız yeni dünya düzeni ''ayaklarının üstünde duran kadın'' ve ivf ile birlikte babalık kavramını yine çöpe atacak gibi duruyor. hatta hazır parantez içindeyken devam edeyim: yine babalık ile birlikte aldatmanın erkek için mesele haline geldiğini söyleyebiliriz. erkek kendisinin olmayan bir dölden gelen yavrunun bakımı için enerjisini harcamak istemiyor. tabii hala işin biyolojik kısmındayım, bu işler insanın sosyal yanıyla bir araya gelince iyice çetrefilli bir hal alıyor.) nerde kalmıştık? hah, tam da bu sebeple dişi doğurduktan sonra döl aktarımını başarılı bir şekilde tamamlamak için yavrunun (hatta yavrunun yavrusunun) gelişip kendi başının çaresine bakacak duruma gelmesini garantilemek durumundadır. bu noktada ciddi bir çelişki çıkıyor karşımıza: doğum hatta öncesinde gebelik dişiyi sömüren, zayıflatan hatta doğada çok yaygın olduğu üzere öldürebilen süreçler. bu dişinin ömrünü ciddi bir biçimde aşağıya çekiyor ama gen aktarımı için yapacak başka bir şey yok pek. bu noktada dişinin (ve birazdan açıklayacağım üzere türün) imdadına menopoz yetişiyor. menopozla birlikte kadın üreme yeteneğini kaybediyor ama artık yeni gebelik ve doğumlarla ölüm riski sıfırlanmış da oluyor. böylece kadın bu dönemde varsa doğurgan dönemde dünyaya getirdiği yavruları büyütüyor ve böylelikle türün devamlılığını sağlıyor. (bkz: survival advantage) bu savı destekler şekilde menopoz hayvanlarda sadece yavrunun anneye nispeten uzun yıllar bağlı olduğu türlerde görülüyor. örneğin pilot balinalarda yavru anneye 14 yaşına kadar bağımlı ve dişi pilot balinalar şaşırtıcı olmayacak şekilde menopoza giriyor. hasılı, pencere önü güzeli menopoz teyzelerin gelenin geçenin misafirini gözetleme, ''valla benden duymuş olmayın ama aysel hanımın oğlu da bi kız getirdi geçenlerde eve.'' şeklinde dedikodu jeneratörlüğü yapmaları dışında insan türünün devamlılığı açısından büyük bir fonksiyonları oluşu hayatın en absürd gerçeklerinden biri olabilir sanki.

    erkek için durum daha basit; amaç, olabilecek en iyi genlerini ''dişi'' yavrusuna aktarmak. dişi olmasının sebepleri yukarıda anlattığım üzere yumurtanın, yavruyu büyütüp besleyen rahmin ve sonrasında annenin, sperm sayısına oranla az sayıda ve kıymetli olması ile insan yavrusunun bakımının birçok türe nazaran çok daha zahmetli olması. erkeğin spermi bol ve daha önemlisi çocuğun bakımından biyolojik olarak büyük ölçüde sorumlu değil. dölünü verdikten sonra ölüp gitse de gözü arkada kalmıyor. ya da diğer bir tabirle erkeğin ömrünün uzun olması türe bariz bir avantaj sağlamıyor. erkek ne kadar yaşasa o kadar döl verir mantığını da ancak bir yere kadar güdebiliyoruz çünkü karşısındaki kaynaklar (yumurta, rahim, anne) zaten sınırlı. yani tür açısından sayısal anlamda belirleyici ve sınırlayıcı olan dişi oluyor. kısaca erkek için önemli olan ne kadar yaşadığı değil, dişiye erişiminin ne kadar fazla olduğu.

    bu bahsettiğim erkek ve dişi arasında oldukça kritik bir fark olsa da tek başına kadınların erkeklerden neden daha uzun yaşadığını açıklamaya yetmiyor elbette. daha önceden bahsedilmiş hormon faktörü var. testosteron bir yandan erkeğin özellikle genç yaşta daha saldırgan ve pervasız olmasını ve bu sebeple ölüme daha yakın olmasını beraberinde getirirken (bkz: testosterone storm) öbür yandan ileriki yaşlarda damar tıkanıklığı, kalp krizi, felç, hatta kanser vb. riskleri artıran zararlı kolesterolün (bkz: ldl) artmasına neden oluyor. oysa kadınların östrojen hormonu zararlı kolesterolü düşürürken faydalı kolesterol (bkz: hdl) düzeyini yükseltiyor. sonuçta ölüm riski yüksek hastalıklar erkekleri 55-65 yaşları arasında hızla ortadan kaldırırken kadınlar yaşamaya devam ediyor. daha uzun yaşadıkları daha sağlıklı yaşadıkları anlamına gelmiyor gerçi; kadınlar bu ölüm riski yüksek hastalıklar yerine daha düşük olan diyabet, artrit ve osteoporoz gibi hastalıklarla boğuşuyorlar. yani kadınlar hastalıklarıyla yaşarken erkekler hastalıklarından ölüyorlar demek mümkün.

    günümüzde kadınların iş hayatına daha fazla girmesi ve bundan kaynaklanan strese gittikçe daha çok maruz kalmaya başlaması, kişisel bakımına* eskisi kadar dikkat edememesi, eskiye oranla sigara ve alkol tüketiminin artması erkek ve kadın arasındaki ortalama yaş farkını kapatmaya başladı. son bir not; arayı kapatma konusunda en etkili faktör sigara.*
  • yaradanin er kisinin dualarini -en sonunda- kabul etmesi.*
  • izlediğim bir dizide kadın adama "konuşarak öldüreceğim seni" diyordu. bundan olabilir belki.
  • sayın beyefendiler, şimdi size neden kadınlardan erken öldüğünüzü anlatacağım ve bu konuda masum mu masum kadınları suçladığınız için pişman olacaksınız...

    sebep genel kanının aksine kadınlar ve ya dırdır falan değildir. işin bittiğinde takım çantasını salonun ortasından zamanında kaldırsaydın da kadın da söylenmeseydi. ayağından çıkardığın çoraplar neredeyse tencerelerin içinden çıkacak, sonra; kadın dırdır yapıyor, ölüyoruz... yeşilçam karakterine dönüşüp sorasım geliyor; siz ölmeyi bayılmak mı sandınız kuzum? öyle eften püften sebeple erken ölseydi insanlar, kadınlar da sizin dağınıklığınızdan erken ölürdü. bakın, kadınları gömmeye çalışırken bile doğru noktaya parmak basmıyorsunuz. dırdırdan ölmüş! yok dün akşam yaptığı pilav tane tane olmadığı için öldün... doğa ananın dengesini, küçük ama hovarda oyunlarını, insan vücudunun muhteşemliğini ve arızalarını es geçip, kendi inandığımız dogma ya da yargıları sebep göstermek, işin kolayına kaçmak ve aslını kaçırmaktır.

    erkeklerin doğdukları andan itibaren, kadınlara kıyasla daha erken ölecekleri bellidir. nedeni de cinsiyetleridir. yani; sadece erkek oldukları için, kadınlardan aşağı yukarı üç ila beş yıl daha az yaşayacaklardır. evet, hayat terazisi eşitliğini bu sefer kadının lehine bozuyor. mesela 2014-2016 yılı hayat tablolarına baktığımızda, türkiye' de doğuşta beklenen yaşam süresinin 78 yıl olduğunu görüyoruz. erkekler 75,3 ve kadınlar 80,7 yıl yaşıyor. genel olarak kadınlar erkeklerden daha uzun süre yaşamakta, doğuşta beklenen yaşam süresi farkı ise 5,4 yıl olarak hesaplanmış.

    bu farkı sorgularken insanın aklına ilk iş hayatı geliyor. erkeklerin süregelen dünya düzeni düşünüldüğünde ağır çalışma koşullarından dolayı erken ölmeleri ihtimali değerlendirmeye değer bulunabilir. sevgili hanımefendiler sizlere de iki çift lafım var; bu adamlar daha ne yapsın? avlandı geldi kadını besledi, tarlada çalıştı geldi kadını besledi, taş taşıdı, madende çalıştı, geldi kadını besledi, savaştı geldi kadını besledi. aşık oldu, sevdi; yemedi yedirdi, giymedi giydirdi... kadınını memnun etmek için çırpındı, bitmedi çilesi bitmedi; hayatı hep kan, ter, gözyaşı... adamcağızlar çalışmaktan telef olup erkenden göçüp gittiler diyebilirdik, aslında ilk bakışta mantıksız da değildi... ancak sorun bu olsaydı, günümüzde aradaki farkın kapanıyor olması gerekirdi. bbc dergi' de yayınlanmış bir makalede, isveç’ te yapılan bir araştırmaya göre, 1800’de yaş ortalaması kadınlar için 33, erkekler için 31 iken günümüzde sırasıyla 83,5 ve 79,5 olduğu görülmüş, yani toplumda büyük değişimler yaşanmasına rağmen, hala kadınlar erkeklerden %5 daha uzun yaşıyor.

    peki sorun erkek biyolojisinde mi? önce bi kromozomlara bakalım... biliyorsunuz ki her hücrenin dnasındaki kromozomlar çift halde bulunur: kadınlarda iki x kromozomu, erkeklerde ise x ve y kromozomu vardır. aslında evrimsel ilerleyişi düşündüğümüzde, erkek dnasının farklı kromozom ihtiva etmesinin bir avantaj olmasını beklerdim ancak ne yazık ki değilmiş... iki x kromozomu olması nedeniyle kadınlar her genin kopyasını tutuyormuş; yani bir gende sorun varsa yedeği de varmış. erkeklerinse böyle bir takviye imkanı yok, bu nedenle zamanla daha fazla hücre arıza gösterip erkekleri daha büyük hastalık riskiyle karşı karşıya bırakıyormuş.

    biraz da hastalıklara karşı savunmasızlıktan bahsedecek olursak; gerontoloji profesörü eileen crimmins, yetişkin erkeklerdeki ölüm sebeplerine dair küresel ölçekli verilerin kalp hastalıklarını işaret ettiğini söylüyor ve kalp hastalıkları bazlı ölümler dikkate alınarak, 13 gelişmiş ülkede 1800 ile 1935 yılları arasında doğmuş insanların yaşam süreleri üzerinden yapılan bir araştırmaya göre; dünyanın neresinde olursa olsun kadınlar, kalp hastalıkları farklılıkları yüzünden erkeklerden daha uzun yaşıyor. araştırmayı yapan doktorlardan finch, özellikle orta yaş ve erken yaşlılık döneminde kalp damar hastalıklarına bağlı erkek ölümlerinin daha fazla olmasının, kadın ve erkeklerin biyolojik farklılıklarını veya kadınların yaşamlarındaki bir noktada koruyucu faktörlere sahip olmaları ihtimalini düşündürdüğünü söylüyor.

    son olarak gelelim, baş belası testosterona... koreli bilim adamı han-nam park 19. yüzyılda saray hayatını incelemiş ve normal erkeklerin 50 yaşına kadar yaşadığını, ergenlikten önce hadım edilen 81 kişinin ortalama yaşının ise 70 olduğunu görmüş. londra’daki ucl üniversitesi’nden david gem ise ergenlik sona erdiğinde erkeklerin artık görebilecekleri hasarı görmüş olduklarına inanıyor. abd’de başka bir araştırmada ise durum şöyle; 20. yüzyılda akıl hastanesinde yatan erkeklerin bazıları kısırlaştırma işlemine tabi tutuluyordu. bu erkeklere 15 yaşından önce bu işlem yapılmış ise, diğer tutuklulardan daha fazla yaşadıkları görülmüştü. yani özellikle ergenlikten önce testisleri alınmış insanların daha uzun yaşadığına inanılıyor. testosteron kısa vadede vücudu daha güçlü kılsa da yol açtığı değişiklikler daha ileri yaşlarda kişiyi kalp hastalıklarına, enfeksiyona ve kansere daha açık hale getiriyor. yani o çok övünülen "erkeklik", aslına bakarsanız erkek yaşamının en büyük düşmanı... kadınlarda ise durum bambaşka; ostrojen adeta bir gençlik iksiri görevi görüyor ve antioksidan işleviyle hücrelere zarar veren zehirli kimyasalları temizliyor. dişi hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde, yumurtalıkları alınmış olanların hücre onarımını yeterince yapamadıkları, bu nedenle daha kısa yaşadıkları görülmüş. yani özetle; testosteron erkek ömrünü kısaltırken, östrojen tam tersi bir etkiyle uzamasını sağlıyor. yazık size yaa, bu da mı gol değil be*... neyse canım siz de üçün beşin hesabını yapmayın yani şimdi*.

    erkekleri bilmem ama bence yine de kadınları iş hayatı erken öldürebilir ya da beni o öldürecek ya! kesin bak, kesin bir ilişki var! durumu eşitlemek istiyorsanız, hanımları işe gönderin, ev adamı olun...

    kaynak 1: http://www.bbc.com/…-why-women-live-longer-than-men

    kaynak 2 : https://news.usc.edu/…nt-men-live-as-long-as-women/
  • ufaklik rahat durmuyor alttan durtuyor; hadi basla gec kaldik daha gitcemiz gereken yerler var hadi.
hesabın var mı? giriş yap