aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • zannedildiği gibi vatanı için avrupa'dan istanbul'a dönmemiştir kamil bey. savaş sebebiyle bütçesi bozulmuş, mali sıkıntıya düşmüş, istanbul'a dönmek zorunda kalmıştır. liseden arkadaşı ahmet karşısına çıkmasaydı kendi başına akıl edip anadolu hareketine de destek olmazdı. romanda sebep-sonuç ilişkileri kuvvetli bağlarla sağlanmıştır. e bir kaç tesadüf var, o kadar olacak canım, hayatta da yok mu?

    kemal tahir, kamil bey'i mükemmelleştirmemiş, hataları ve zaaflarıyla okuyucuya sunmuş. bunun bilinçli bir hareket olduğunu düşünüyorum, çünkü kemal tahir'e göre zafer kahramanlarını mükemmelleştirip kutsal bir şeymiş gibi sunmak alçaklıktır. romanın 452. sayfasındaki şu cümlelerden bu anlamı çıkardım: "birçok sanatçılar zaferleri, insanlardan aşırıp, yorulmaz, ağlamaz, ölmez devlere mal etmek alçaklığını neden yapagelmişlerdir? yorulmayan, ağlamayan, ölmeyen olduktan sonra zaferin ne değeri kalır?" bu soruların, insanları kutsallaştıranlara bir cevap niteliğinde olduğunu düşünüyorum.
  • cephe cephe savaşmış bir gazinin ağzından müthiş bir tespitin yer aldığı kitap. çocuk, yıllar sonra mahallesine döndüğünde sokakta annesiyle karşılaşır. annenin elinde eski bir yoğurt kâsesi vardır. çocuk "anne!" diye seslendiğinde, annesi önce kâseyi eğilip yere koyar, oğluna sonra sarılır. annenin öncelikli derdi, kâsenin kırılmamasıdır; yıllar sonra sağ salim karşısında duran oğlu değil.
    "sonra, akrabaları, dostları, komşuları, hemşerileri dolaştım. hepsinde bu 'kâseyi yere atamamak' hali fazlasıyla vardı. harbe gidenler haklı olarak umursamaz olmuşlardı. bir suretle yakalarını kurtaranlar ise, bizim karşımızda vicdan azabı çekiyorlar, bu duyguyla yenilginin suçunu açıktan açığa bize yükletiyorlardı."
  • esir şehrin insanları, osmanlı imparatorluğu’nun en zayıf döneminde, işgal altında olan başkentteki insanların hayatlarının bir yansıması niteliği taşıyor. ne olduğunu anlamayanlardan, vatanın elden gitmesini engellemek için varını yoğunu feda edenlere kadar, varolan çok çeşitli insan profilini ve romanın ana kahramanı kamil bey’in özellikle bu iki uç profil arasındaki geçiş sürecini etkileyici bir biçimde ele alıyor.

    ana karakter kamil bey, zengin, halkın gerçeklerinden uzak, saf, iyi niyetli, dürüst bir paşa çocuğu iken, geçmişine oranla çok sefil bir hale düşen ancak bu arada çok daha bilinçli hale gelip, geçmişinden utanç duyacak kadar değişen genç bir erkektir.

    romanın diğer karakterlerine gelince: nermin hanım, kamil bey’in karısı ve zengin bir ailenin kızıdır. kendisini kocasının himayesine bırakmış, gururlu, şımarık denecek ölçüde rahata alışmış, ancak kocasını çok seven ve elinden geldiğince, doğru bildiği yönde kocasına yardımcı olmaya çalışan genç bir kadındır. ihsan bey, kamil bey’in galatasaray lisesi’nden (mekteb-i sultani) arkadaşıdır. gazetesinde yazdığı yazılar sebebiyle tevkif edilmiş, anadolu direnişi ve kuvayı milliye destekçilerinden bir aydın olup kamil bey’e yol göstermiştir.

    nedime hanım, ihsan bey’in karısıdır. kocası hapse atıldıktan sonra babıali’deki gazeteye tek başına sahip çıkmış ve işleri üzerine almış, mert, azimli, yiğit ve dönemi için oldukça liberal görüşlere sahip bir kadındır. o da kocası gibi anadolu direnişini ve kuvayı milliye hareketini bilinçli olarak desteklemektedir.

    enişte bey ve hala hanım, imparatorluğun bu bunalımlı dönemi içerisinde, kamil bey’in itilaf yanlısı yakın çevresine örnek kişiliklerdir. zengin bir tüccar olan enişte bey, ingiliz dostları derneği üyesi, kar peşinde, neresi kar getirecekse o tarafı seçmeye hazır, pek sevimli olmayan bir karakterdir.

    ramiz efendi, kamil bey ile suçüstü yakalanan, cephede savaşmış, yaralanmış ve bir vapurda kahveci gözüken eski subay ve öğretmendir. uzun bir mahkeme sürecinin ardından beraat etmiştir. ahmet, kamil bey’in liseden arkadaşıdır. kamil istanbul’a döndükten sonra, ihsan bey vasıtasıyla, ne yapsam bunalımı içinde olan kamil bey’i bu bunalımdan çekip çıkaran ve kendisini işe yarar biri gibi hissettirecek işi kamil bey’e teklif eden kişidir. ahmet daha sonra işkenceye maruz kalıp yoldaşlarını ele vermiş ve romanın sonunda yaptıklarının vicdani ağırlığına dayanamayıp intihar etmiştir.

    niyazi efendi, kendisine çok güvenilen, umut bağlanan biridir. nedime hanım ve diğerleri için bir ağabey niteliğindeki niyazi efendi aslında, para kazanmaktan başka derdi olmayan ve inançlarını ve başkalarının umutlarını para karşılığında yoksaymış biridir. niyazi efendi, ahmet’in (dolaylı da olsa) ölümüne, kamil bey’in hapse atılmasına ve karnı burnunda ve kocası mahpus nedime hanım’ın neredeyse yakalanmasına sebep olmuştur.

    başlangıçta zengin, paşa çocuğu kamil bey ve ailesinin, avrupa’daki sosyetik partiler, davetler, münazaralar, sanatsal etkinlikler ve daha birçok aristokratik eğlencelerle dolu bir hayattan; beş parasız bir şekilde, yıkılmakta olan ve birinci dünya savaşı’nın yarattığı yorgunluğu üzerinden atamadan yeni sorunlarla boğuşmaya başlamış bir osmanlı imparatorluğu’na adeta düşüşünü görüyoruz. o güne kadar uzak kaldıkları, yaşadıkları dönemde ise kısıtlı ve gerçeklerden uzak bir bakış açısıyla görüp yaşadıkları yere, bu sefer ekonomik açıdan çökmüş bir vaziyette gelmektedirler. yeni ve zorlu bir hayat, kamil bey’in önderliğinde bu aileyi çetin bir sınava tabi tutmaktadır. işte bu sınavın sonucunda kamil bey aslında gerçeklerden ne kadar uzakta kaldığını, düştüğü amansız boşluk ve işe yaramazlık buhranları sırasında anlamaya başlar. işte bu zorlu iç çatışma döneminde, yardımına liseden bir arkadaşı koşar: ahmet. ahmet heyecanlı bir tiptir ve onun bu heyecanı kamil bey’e önerdiği gazetecilik görevinin kamil bey üzerindeki etkisini artırır. kendini işe yarar hissetme imkanı bulan kamil bey bu teklifi hemen kabul eder. ancak eşi nermin hanım’ın bunu anlamayacağından ve hevesinin kırılmasından korktuğundan, karısını bu gelişmelerden mümkün olduğunca uzak tutar.

    gel zaman git zaman, kamil bey bab-ı-ali’de, kocası ihsan bey hapiste olduğu için gazetecilik işlerini devralmış olan ve bu işi başarı ile sürdüren nedime hanım’ın yanına iyice alışır ve aslında varolan diğer bazı saklı gerçekliklere bulaşıp, nedime hanım’ın çok güvendiği ve sevdiği niyazi efendi aracılığıyla anadolu hareketine ucundan da olsa dahil olur. dahil olmasına olur da, dahil olması ile yakalanması bir olur. çünkü çok güvenilen ve ağabey gözüyle bakılan niyazi efendi kendilerine ihanet eder.

    romanın ilerleyen bölümlerinde kamil bey’in kendi hayatı, ailesi, ha doğurdu ha doğuracak nedime hanım ve anadolu hareketi üzerine değişen ve çelişen düşüncelerini, kişisel çıkarlar ve vatani çıkarların çatışmasını ve ayrıca dürüstlükten ödün vermeyen ve yalandan iğrenen bir adamın etrafındakileri korumak için bile olsa nasıl da değişip yalana başvurduğu anlatılmaktadır.

    kemal tahir’in ünlü üçlemesinin ilk kitabı olan esir şehrin insanları, kesin bir sonuca bağlanmadan, devamının geleceğini haber verircesine bitmekte ve türkiye tarihinde çok önemli bir dönemin panaromasının ilk parçasını başarı ile okuyucuya sunmaktadır.
  • rahşan affı çıkarılmadan önce ilk başta rahşan ecevit sonra da dönemin tüm milletvekilleri tarafından dikkatle okunması gereken kemal tahir romanı. zira üstad kemal tahir ince bir toplumbilim çözümlemesiyle 1908 affından sonraki durumu izah eder. 1908 affından sonra tüm mahkumlar affedilmiş ancak sabıka kaydı uzun olanların bir çoğu damdaki yerine geri dönüştür. ancak tek bir suç işleyerek (kader) mahkum(u) olanların geri dönmediğini şöyle diyerek anlatır:
    " o anda orada bulunmasalar ömürlerinde hiç bir şuç işlemeyecek olanlar."

    eğer buna dikkat edilseydi, af sadece tek bir sabıkası olanlar için çıkarılır, bu kişilere bir şans daha verilmiş olur, toplum vicdanı da bu derecede yaralanmazdı.
  • belki de üçlemenin tamamını okuduktan sonra bir yorum yapmam daha mantıklı. ama şu an ilk kitabı yeni bitirdim ve tesirinden kurtulamadım. kurtulmadan da bişeyler söylemek istiyorum hakkında. üçlemeyi bitirince başka şeyler de eklerim belki..
    esir şehrin insanları'nı okurken esir şehrin insanlarından biri oluyorsunuz hemen. ya da belki halihazırda zaten esir şehrin insanlarından biri olduğunuzu fark ediyorsunuz.. bilemem. birçok insanın, bu esirlik hakkındaki başka başka umutları, yılgınlıkları anlatılıyor kitapta. anlatılan her bir hissi kendi içinizde de araştırıyorsunuz. ben şu an ne durumdayım? umudum nasıl? çabalıyor muyum bişeylere?
    sonra kamil bey'in içine düştüğü bütün çelişkiler, sizi de içine çekiyor. ben onun yerinde olsaydım? ben o insanlardan biri olsaydım.. nedime hanım gibi cesur olabilir miydim? yoksa nermin'e mi benzerdim? nermin'in bu kayıtsızlığını yetiştiği koşullar haklı çıkarır mı? insanların kafası ne kadar karışıkmış.. neler yaşanmış, nasıl da yaşamaya devam etmişler. peki ya anadolu hareketine katılmış olsam, üstüne kamil bey gibi hapse düşmüş.. ne yapardım? bi işkenceyle ahmet gibi dökülür müydüm? en doğrusu kamil bey'in düşüncesi galiba. insan işkenceye dayanıp dayanamayacağını bilebilir mi. işkence için odaya girdikleri anda onlarla dövüşüp onların seni vurmasını beklemek. bir de suçluluk duygusu.. nermin gibi olmazdım diyorsun ya, gerçekten olmaz mıydım? kendinden emin olabilmek büyük nimet.
    sonra niyazi ağabey'in suçlu olduğuna bir türlü inanamadım kitabın sonuna kadar. kamil bey yanılıyor olmalı. yazar muhakkak gösterecek niyazi abi'nin para için kimseyi satmayacağını. o böyle bir şey yapmış olamaz..
    diğer kitaplardan umutluyum hala. belki de niyazi ağabey gerçekten suçsuzdur!
    yine de en çok kamil bey'e üzüldüm. zaten zar zor durumun farkına vardı. olaya vakıf olması, memleket sevdasına düşmesi epey zaman aldı. şimdi mücadele ederken, en yakının, en sevdiğinin ona destek olmayışı.. en sevdiğinin, en kıymetli davaya karşı olan kayıtsızlığı, şımarıklığı, bencilliği. öyle tek başına bırakıyor ki bu kamil bey'i. ihsan ne şanslı, nedime ne şanslı. ikisi de birbiri için şükretmeli.
    şimdi bir zaman makinası icat edilse gideceğim yer belli. kara bir çarşafla sultanahmet mitingine koşacağım. romantik havalar mı bunlar? saçma şeyler mi söylüyorum? o coşkuyu sadece okumak bile ağlatıyor insanı. ağlatan sevinç değil sanırım. yine vicdan azabı, yine suçluluk duygusu.. zor durumda olan vatan sadece işgal altında olan mı? daha mutlu bir vatan olsun şu insanlara diye bir şey yaptım mı hiç? o mitingdeki kadınlara nasıl özeniyor insan..
    "aydın" ne demek halen pek kestiremem. eskiden aydın yerine "münevver" deniyormuş, bu sene aldığım derslerde bunu öğrendim. iyilikli manaya gelen aydın değil muhakkak, alaylı manada kullanılan aydın var ya.. onlardan mı sayılıyoruz? üniversiteye gitmiş kesim işte. belki. şunu unutmamak lazım hiçbir zaman. eşi tevkif edilmiş, gebe bir kadın; nedime hanım söylüyor: "hiçbir memleket aydınları tarafından bu kadar kancıkça terk edilmemiştir."
    memleketini daha ne kadar suçlayacaksın?
  • "çöküntü devirlerinde iki çeşit insan meydana çıkıyor. namussuzlarla namuslular... iki tarafta da, boğuşma büyük bir şiddetle, açıktan yürüyor. hele, önce 'vatandaş' sonra 'insan' olunması gereken dehşetli sıralarda faziletle, alçaklığın boğuşması kadar korkunç muharebe yok. muharebede düşman karşıdadır. üniformalıdır. az da olsa, çok olsa da bir zaman sonra önemi kalmaz. kaçarsın, kovalarsın... anında ölenler, yaralananlar olur. ama hep ileriye bakmanın bir rahatlığı vardır. oysa esir bir şehirde dost kim, düşman kim, bilinmez!"

    edit: imla.
  • galatasaray lisesi mezunu birinin agzından ,bir fransızdan yardım istenirken soyle bir cumle dokulur "biz vatanseverliği sizden ogrendik mosyo"
  • “gözleri kapanırken: “uykunun da bir çeşit kurtuluş sayıldığı zamanlara lanet olsun!” dedi.”
  • bugüne kadar okumadığım için kendime kızdığım kemal tahir eseri. milli mücadele yıllarında aydın kesimin neler yaşadığını anlatan kitap oldukça sürükleyici. hemen devamı niteliğindeki esir şehrin mahpusu kitabını da sipariş verdim. merakla bekliyorum.
  • kemal tahir’in 1920 – 1922 yılları arasında, ingiliz işgali altındaki istanbul’un ahval ve şeraitini ıı. abdülhamid döneminin zengin paşalarından olan selim paşa’nın oğlu kamil bey’in ekseninde basit, akıcı ve sade bir dille işlediği esir şehir üçlemesi’nin ilk kitabı.
    kemal tahir, siyasi çözümlemeleriyle bile toplumsal gerçekçi yazarlar içinde en rahat okunabilenlerinden biri. onu ve romanı daha iyi anlamak için berna moran’ın hakkındaki fikirlerine bir göz atmakta fayda var sanki; ”kemal tahir ateşli tartışmalara neden olmuş, yapıtları kimilerince çok övülmüş, kimilerince çok yerilmiş bir romancı. bu tartışmalar, herhalde, romanlarının değeri üzerindeki bir anlaşmazlıktan çok, yazarın ideolojik platformda aldığı tavırdan kaynaklanıyor. böyle olması da doğal sayılabilir, çünkü kemal tahir türk tarihi üzerine yaptığı araştırmalardan çıkardığı sonuçlan roman yoluyla duyurmak istemiştir. bundan ötürü kemal tahir'in görüşlerine katılanlar romancılığını da överken, görüşlerine katılmayanlar genellikle romancılığında da övülecek bir şey bulamamışlardır. bu durumda kemal tahir'in türk tarihi ve toplum yapısı hakkında düşündükleri yazarın romanını inceleyenler için önem kazanmıştır. ayrıca türk toplumunun batı'dakinden farklı, kendine özgü bir romanı olması gerektiği inancı ve bu roman üzerine ileri sürdüğü kuramsal görüşler de, kendisinin tarihsel, toplumsal ve ekonomik sorunlarla ilgili tezlerinden ayrı düşünülemez. türk tarihine marksçı bir yöntemle yaklaşan kemal tahir'in hareket noktası, osmanlı ve doğu toplumlarının tarih içindeki gelişmelerinin, batı toplumlarının klasik gelişiminden farklı olduğu olgusudur. osmanlı toplumu, kölelik, feodalite, kapitalizm evrelerinden geçmemiştir ve bunun nedeni de asya tipi üretim tarzı'dır. başka bir deyişle osmanlı'da üretim aracı olan toprağın sahibi devlettir ve özel toprak mülkiyeti olmadığı için servetin bireylerin elinde birikimi ve güçlü bir sınıfın oluşumu engellenmiştir. bundan ötürü osmanlı toplumu sınıfsız bir toplumdur. batı toplumuna benzemez. ne batı'daki, soylu feodal anlamında derebeyi vardır, ne serf durumunda köylü ne de sonraki burjuvazi. bu durumda osmanlı bürokrat sınıfının tarihi sürecin bir aşamasında batılılaşma siyaseti güderek imparatorluğun sorunlarına çare araması tamamiyle yanlış bir siyasetti, çünkü daha sağlıklı olan osmanlı toplum yapısını geliştirmek yerine, insancıl olmayan ve bize uymayan bir yapıyı getirdi türkiye'ye. batı'nın sorunları da bulduğu çözümler de uymaz bize. 1920'lerden sonra daha da hızlandırılan batılılaşma ve devrim hareketleri yine kopyacılıktır ve halka rağmen yapıldığı için tabana dayanmayan bu üstyapı değişiklikleri hem türk aydını ile halkı arasındaki kopukluğu artırmış hem de geçmişle aramızdaki bağı koparmıştır. böyle genel bir şekilde ifade edilirse, bugün pek çok kimse bu görüşlere katılabilir. ne var ki kemal tahir yalnızca çarpık ya da yüzeysel olan batılılaşma'ya karşı değil neredeyse tüm batılılaşma'ya karşıdır. gösterdiği tepkinin çağdaş batı uygarlığına düşmanlık haline dönüşmesi, osmanlılığın idealize edilmesiyle el ele gider. bugün en insancıl rejim sosyalizmdir kemal tahir'e sorarsanız; ama türkiye'nin özelliğini göz önünde tutmak koşuluyla. bunun da ne olduğunu pek açıklamamıştır.” diye bahseder.

    1910-1973 yılları arasında yaşayarak 2 dünya savaşına ve çocuk yaşta da olsa kurtuluş savaşına şahitlik etmiş kemal tahir’in hayatına kısaca bakarsak; babasının asker olması sebebi ile ilköğrenimini çeşitli şehirlerde sürdürerek 1923’de rüştiyeden mezun olduktan hemen sonra galatasaray lisesi‘nde eğitimine devam etse de (kitapta da galatasaray lisesi ile ilgili detaylar dikkat çekici), annesinin vefatının ardından okulu onuncu sınıfta bırakmak zorunda kalmış, avukat kâtipliği ile zonguldak kömür işletmelerinde ambar memurluğu yaptıktan sonra 22 yaşında gazeteciliğe başladığından 6 yıl sonra deniz astsubayı olarak, nuri tahir ve nâzım hikmet’in de aralarında bulunduğu bazı sivil ve askerlerle birlikte donanmayı ayaklandırmaktan dolayı tutuklanmış. siyasal suç sebebi ile 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırılarak çankırı, çorum, nevşehir, malatya cezaevlerinde yatmış ve 12 yılın sonunda 1950’de demokratik parti’nin çıkarttığı aftan yararlanarak istanbul’a dönerek yazarlık yapmaya başlamış. (hapiste olduğu esnada eşi ile ayrılmasının yansıması kitapta da hissediliyor)

    romana dönersek; mevzuyu, ı.dünya savaşı sonrasında karısı kızı ile avrupa’daki keyifli günlerini parasızlık nedeniyle terk ederek döndüğü istanbul’da ilk kez geçim sıkıntısı yaşamaya başlayan ancak sahip olduğu erdemler ve üstün bir entelektüel birikim sayesinde “kahraman” olmaya yatkın kamil bey’in değişimi diye özetleyebiliriz. (savaş patladığında saint tropez’de bir ispanyol prensi ahbabının yatında bulunuyor, nefis de bir cv’si var; fransızcayı paris’li bir kadının yardımıyla galatasaray’da ana dili gibi öğrenip, üstüne oxford’u da bitirdiği halde, italya’da resme çalışıp, ispanyolcayı da rahatça konuşabiliyor.) diğer karakterlerin iç dünyaları zaman zaman okuyucuya açılsa da düşünceleri, hisleri ve tepkileri ile anlatının odak noktasındaki kamil bey; kendisindeki değişimi sağlayan farklı kesimlerden insanlarla teması ve bu temaslar ile gündeme ilişkin bilgi verilmesi sayesinde bizim de yazarın gözünden dönemi ve yaşananları anlamamızı sağlıyor.

    romanda kişiliği ve fikirleri ile kahramanı değişime sürükleyen figür ise, kadınların toplumsal hayata katılımının oldukça geri planda olduğu bir ortamda hapse atılan kocasının gazetesini tüm saygınlığı ile tek başına çıkartmaya devam eden, kamil bey’in galatasaray lisesi’nden arkadaşı ihsan’ın eşi nedime hanım… nedime hanım, ahmet’i, kamil bey’i, niyazi ağabey’i bu mücadele içinde bulunmaya, savaşmayı sürdürmeye ikna eden figür olarak romanın merkezinde önemli yer alıyor. kamil bey’in karısı nermin için sadece rahat bir şekilde yaşamak ve alışık olduğu hayattan kopmamak önemli olsa da kurtuluş savaşı’nda kadınların oynadığı rol kemal tahir tarafından halide edip gibi gerçekten bu süreç içinde rol oynamış kadınların yanında kurmaca karakterlerle de vurgulanıyor.

    karadayı’da çalışmaya başlaması, kamil bey’in istanbul’un bir başka yüzünü, anadolu’ya yardım eden kesimi görmesini sağlıyor, tabii ki okurun da… anadolu’da savaş devam ederken ingiliz işgalinde boş vermişlik, çıkarcılık ve kafa karışıklığı içindeki ama bir yandan da umutlu istanbul’un atmosferinde işgal altındaki bir toplumun kamil bey’le birlikte değişimi de anlatılıyor. eserde bahsi geçen istanbul hükümetinin tarafını tutanlar, kuvayi milliyeciler ve vurdumduymazlar gibi insan tipleri üzerinden dönemin farklı bakış açıları da ifade edilmeye çalışılıyor.

    sonuç itibariyle örnek babında ideal bir aydınına “dönüştürülen” kamil bey’in de yaşadıkları ile birlikte işlenen en önemli konu, ingiliz işgali altında, hala padişah tarafından yönetilen seferberlik ruhu taşımayan istanbul’un bakış açısıyla kuvayı milliye hareketi… kemal tahir tüm bunları anlatırken son derece cesaretli bir dil kullanarak kendisini de idealindeki aydına dönüştürüyor…

    ne kadar sloganik olsa da kitabı okuma zamanımın manidar olması nedeniyle dönemin ruhu medya ile sık sık desteklendi ve bu nedenle daha az gözüme battı. ama kemal tahir’in dilini ve kararlılığını çok sevdim diyerek birkaç alıntı yapayım:

    “oysa biz bugün şiire ne kadar muhtacız! kavgacı şiire… ben “sanat sanat için,” yahut “sanat güzellik için…” falan diyenlerin ne demek istediklerini şimdi anladım. “sanat sanat için” demek, “sanat kuvvetlinin emrinde” demek… bize sanatlarıyla yardım etmeyenler, son hesaplaşmada kime yardım etmiş oluyorlar?”

    “bir yerde okumuştum. insanlar acıya sevinçten daha fazla dayanıyorlar.”

    “yenilginin bir tek iyiliği var, insanların kuvvetini deniyor.”

    "insan bir kere tek başına kalmaya görsün! nerde olsa tek başındadır. meydan savaşında bile... "

    "bizim oralarda bir laf vardır: keçinin meşeye ettiğini, kül derisinden çıkarır."

    “aslında gerçekten rahatlamaz, avunur ademoğlu...”
hesabın var mı? giriş yap