• 10 sene boyunca veterinerin lafından çıkmadıysan, ne yeyip içtiğine, aşılarına, damlalarına, bakımına kendininkinden çok özen gösterdiysen ama yine de günün birinde hastalanıp da ameliyat olması gerekirse ve yapılan testler sonucu kanserin bütün vücudunu sardığı ortaya çıkarsa, işte o zaman dünyanın en acı veren şeylerinden birine dönüşüverir evcil hayvan sahibi olmak. "nerede hata yaptım?", "benim yüzümden mi oldu?" diye için içini yer durur. çıkış yolu ararsın, bulamadıkça delirecek gibi olursun. elbette başından beri biliyorsundur bir gün senden ayrılacağını ama şimdi değil, diye düşünürsün. daha hiç hazır değilsindir ve birden aslında böyle bir şeye hiçbir zaman hazır olamayacağını fark edersin.
  • tarifsiz huzur.

    biri kolumda, kalp atışlarını duyuyorum. horlayarak uyuyor, ben de saçlarını seviyorum. diğeri tepemde duvardaki sineğe kitlenmiş. işi bitsin enseme popoyu dayayıp uyuyacak.

    iyi ki varlar. ya olmasalardı. dünyanın en sayko, en huysuz kedisine sahibim. yalnız şunu deneyimledim ki, hayvanın en kötüsü, insanın en iyisinden iyi!
  • iyidir be.

    bazen oturur dertleşirsin . gözlerini gözlerine diker anlıyormuş gibi dinler. yeri gelir oturduğun yerde kolunun altına girer insan gibi. ordan dinlemeye çalışır.

    bazen keyfin yoktur öyle bir anda öyle bir soytarılık yapar ki kahkahalara boğulursun.

    bazen sinirlisindir gelir sokulur ne yapar ne eder kendini sevdirir. onu okşadıkça gider sinirin stresin.

    hayvan sahibi olmak iyidir. can verir.
  • doğurmadan çocuk sahibi olmaktır.

    2 yaşına geldi kedim gözümde hala bebek. arkadaşlarımı, annemi özlemiyorum da 2 gün görmeyeyim burnumda tütüyor. bizimkinin taş problemi var, özel mama veriyoruz. oldu da o gün evde tavuk, balık, et falan pişirdik de verdik biraz, ödüm patlıyor bir şey olacak diye. akşamları gözlerinden anlıyorum oyun istediğini. kalkıyoruz istediği oyuncağını alıyoruz, sıkılana kadar oynuyoruz.
    etrafımdaki insanlar " çocuk doğurunca göreceğim seni." diyorlar. hayır efendim kedim de benim çocuğum. patisine, tırnağına, bıyığına zarar gelse dünyayı yakarım.
  • yaklaşık 3 sene boyunca sokaktan sahiplendiğim bir sibirya kurdunu beslemiş ve bakmış biri olarak söylüyorum kesinlikle çok ama çok güzel bir duygudur.

    işten eve gelince sizi hoplayıp zıplayarak karşılar, yalnızsanız birlikte yürüyüşe çıkarsınız size eşlik eder, canınız sıkkınsa o yumuşacık tüylerini okşar rahatlarsınız, yemek verip karnını doyursunuz size öyle bir bakar ki içiniz ısınır, yeri gelir sizi kıskanır sahiplenildiğinizi hissedersiniz.

    kötü yönleri yok denecek kadar azdır. sabahları işe gitmeden gezdirmeniz gerekir bunun için de uykunuzdan 45 dakika feda edersiniz. uzun süre yalnız kalmasın diye işten çıkar koşarak eve gelirsiniz o yüzden iş çıkışı pek fazla program yapamazsınız. aşıları için veterinere götürüsünüz arabanız tüy içinde kalır ama olsundur onun sağlığı herşeyden önemlidir. mamaları pahallıdır ama 1 ay fazla yaşasın da sorun değil diyip gözünüz kapalı alırsınız.

    kısacası evin bireyidir aileden biridir onsuz evin tadı yoktur çok özlersiniz ve onu başkalarına vermenize neden olan vicdansız şerefsizlere hergün söversiniz. gerçekten o yan komşu ve yönetici gözümün önünde kalp krizi geçirse 155'i aramaya erinirim.
  • can yoldaşımız kedimiz var. pek çok zorluğu olduğu doğrudur. hele ki benim gibi titiz biriyseniz, tüy konusu hiç bir zaman kafanıza yatmıyor. evdeki özellikle deri mobilyaları tırnaklarını geçirmek suretiyle delik deşik ettiği de doğrudur. ancak eve geldiğimde o koşarak yanıma gelmesi yok mu. tüm mobilyalar sana feda olsun, can dostum.
  • benim için durum kedimin evcil insanı olmak şeklinde gerçekleşiyor.

    hanımefendi bebekken veterinerin arabasına saklanıp bir şekilde veterinerin yolunu tutmuş. sonrası 'şanslı paticilik'. bir arkadaşım onu sahiplendi ama bazı sebeplerden ötürü bakamayacağına karar verdi. o sıralarda da ben, yardıma muhtaç engelli bir kedi sahiplenmek istiyordum ama kaderimde bu küçük hanım varmış.

    sevgi arsızı, kucak müptelası, yaramaz, oyuncu, gurgurcu bir tekirmiş kendisi. geldi ve hayatımın ortasına yerleşti. maması, aşısı, ilacı, bakımı, oyunu, sevgisi... çocuk işte, bildiğin evlat.

    daha bebekken, onu oynattığım ortalıkta kalmış kırmızı, uzunca bir kurdeleyi yutmuştu. içtiği suyu bile kusmaya başlayınca, ilk kustuğu zaman gördüğüm minik kırmızı şeyin o kurdelenin bir parçası olduğunu anlamıştım. veterinerde ağzından zorla o balçık gibi beyaz sıvıyı enjekte ettiklerinde, serum takılırken çığlık çığlığa ağladığında, beni de sakinleştirmek zorunda kalmışlardı. çocukları zarar görünce annelerin canından can nasıl kopuyormuş o gün anlamıştım. * * *

    kendisi şurada (bkz: #43714960) ve şurada (bkz: #68729871) bahsi geçen zilli oluyor ve ben bu zilliyi çok seviyorum.
    yine kendisine sesleniyorum: canımın taa içisin sen.
  • uzun ama okuyun lütfen.
    toplumun bir kısmı "evde hayvan bakılmaz doğalarına aykırı, yazık ediyorsunuz" diyor, bir kısmı köpeksiz sokaklar istiyor ama evlerine de almıyor, diğer bir kısım ise safkan hayvan istiyor. asil mavi kanına uygun hayvan beslemek tam bir hayvansever hareketi. olabilir bazı insanların bazı cinslere gerçekten düşkünlüğü vardır, kabul ederim ancak gerçekten az kişidedir bu gerçek düşkünlük.

    bir hayvanın bir mal gibi üretilip, satılmasına ve satılması için yaşadığı o acımasız süreçlere dayanamıyorum. öyle çok yırtıcı hayvanseverlerden de değilim, koşulsuz hepsini severim tabii ki ama zannettiğiniz gibi herkese geberin diyecek modda değilim.
    tek söylemek istediğim, içlerinde hepsi aynı ruhu taşıyor. bir sincap da, tavşan da, sokak köpeği ya da çok cins bir kedi de. verdiğiniz sevgiye aynı karşılığı alıyorsunuz.
    ben doğa içinde yaşadığım için şanslıyım, 4 köpeğim, 3 kedim ve 2 tavuğum var. şimdi 5 yavru kedim oldu. her gün sayısız kuş besliyorum, mümkün olan her yere su ve mama bırakmaya çalışıyorum. zaman zaman ziyarete gelen domuz ve tilkiler, uzaktan seslenen çakal sürülerinin içinde gibiyim. geçen yıl sokakta kocaman bir kaplumbağa gördüm o esnada köpeklerden birinin suyunu dolduruyordum ve hava çok sıcaktı. hortumu yavaşça kaplumbağaya doğru uzattım. o kadar uzun süre hortumdan su içti ki gerçekten ben bile şaşkındım.
    geçen günlerde ise annem köpeklerin otların arasına bakıp bağırmasından dolayı merak edip bakmaya gidiyor. hışırtıyı neyin çıkardığını göremiyor ama her ihtimale karşı oralara su koymaya çalışırken elindeki su tasına gelmek isyeyen bir yılanla karşılaşıyor. tabii suyu içiremese de suyu bırakıp gidiyor. yani demek istediğim karşınızdaki hangi hayvan olursa olsun (tabii ki yılan besleyin demiyorum:)) insana kendini sevgi dolu hissettirebiliyor. o yüzden eğer hayvan beslemek istiyorsanız lütfen önce zor durumda olan canları bir değerlendirin derim.
    bizim marka merakımız yüzünden kimse annesinin karnından prematüre olarak alınmasın, aylarca kafeste beklemesin, fiziksel acı çekmesin, bu pis ticaretin içinde olmayalım.
    yine de eklemeden geçmeyeceğim, hayvanlar cins diye düşmanlık etmiyorum tabii ki, onların mal yerine koyulmasına, dişilerin fabrika gibi üretim yapmasına dayanamıyorum. gerisi herkesin kendi vicdanı.
  • o gurul gurul göbekten hissedilen huzurdur.
  • 70 milyar dolarlık bir evcil hayvan ürünleri endüstrisi, elbette hayvan beslemenin seni daha sağlıklı ve mutlu kılacağını destekler.

    hayvansız yaşamı düşünemeyecek biriyim. ama karşıt fikre de kulak vermek lazım.

    ekteki yazı, yeni bilimsel araştırmaların bu savı destekleyecek kanıtlara ulaşamadığını yazıyor.

    https://www.psychologytoday.com/…prove-human-health
hesabın var mı? giriş yap