• gavur bu adamcağızın adını ewlija tschelebi diye yazıyor. eh gavur işte öyle okuyor...
  • kendisinin süleymaniye camii'yi bir anlatışı vardır ki pek bir lezizdir; mimar, sanat tarihçisi, mühendis, tarihçi gibi anlatmaz. konuşmayı, anlatmayı seven içten bir dille anlatır. en büyük seyyah en büyük mimar'a bir selam gönderir bir yerde:
    "sikkeyi mermere kaz(ıy)an. " sikkeyi mermere kazan...
  • hakkında sadece seyahatnamesi ile ve bu seyahatnameyi de çokca mübalağa(abartma) sanatıyla yazdığı söylenen çok büyük bir seyyahtır kendileri. bunu iskender pala'dan dinleyelim:

    "..mamafih evliya çelebi'nin uslubunda bir mübalağa sanatı vardır, ancak o bunu asla hakikatleri çarptırma yahut değiştirme sınırına vardırmaz. çelebi'nin mübalağalı satırları ya okuyucunun ilgisini çekmek için söylenmiş sözler yahut da çelebinin başkalarında duyduğu nüktelerden ibarettir. bu yüzden mübalağalı cümleleri genellikle "...derler, ...diye anlatırla, ...duydum" gibi hükümlerle son bulur.

    evliya çelebi'nin erzurum'un kışıyla ilgili kedi hikayesini hemen herkes bilir ve onun mübalağalı üslubuna örnek gösterir. şimdi erzurum'u anlattığı o satırları bizzat kendi dilinden veriyoruz. hakikat hangisi, mübalağa hangisi, karar verin diye.

    "...hatta efvâh-ı nâsda(halkın ağzında) darb-ı meseldir, kim bir dervişe "kenden(nereden) gelirsin?" derler; "berf(kış) rahmetinden gelirim." der. "ol ne diyardır?" derler; ere zulüm olan erzurum'dur." der. "anda yaz geldiğine rast geldin mi?" derler; dervüş eydür(söyler): "vallahi onbir ay yigirmi dokuz gün sâkin oldum, cümle halkı "yaz gelir" derler, ama görmedim" der. hatta bir kerre bir kedi bir damdan bir dama pertâp iderken (atlarken) muallakta(boşlukta) donup kalır. sekiz aydan nevrûz-i harzemşahî (ilkbahar) geldikten mezkur kedinin donu çözülüp "mirnav" deyüp yere düşer. meşhur latîfe-i darb-ı meseldir. "
    "
    (iskender pala-kahve molası-s. 99)
  • evliya celebi ile ilgili bir anekdota göre; rüyasında gök kubbenin acıldığını gören celebi, tanrıdan $efaat dilemek icin ellerini göğe kaldırır, tam "$efaat ya resülallah" demek uzereyken dili sürcer ve "seyahat ya resülallah" cıkar ağzından. sonrası malum....
  • resmi söylemin bakış açısına göre türkiye'de kürt sorunu olarak bilinen soruna neden olmuş kişilerden birisi olarak nitelenmesi işten bile değildir. evliya çelebi gibileri olmasaydı, kürt sorununa kaynaklık eden bölgenin geçmişi ve o bölgenin insanları üzerine her şey yeni baştan daha kolay yazılabilir ve zihinler yeni baştan tekrardan istendiği gibi yoğurulabilirdi[şimdilerde büyük oranda başarıldığı gibi]. ama işte olmadı, olamıyor, evliya çelebi zamanında dağ bayır dolaşmış, gördüklerini duymuş, kaydetmiş, yazmış bugünlerde yazdıklarının kimi kısımları görülmezse, tahrif edilse, gizlense de kökten yok etmek mümkün olmuyor. siz bakmayın evliya çelebi ve "kürtçe" kelimeleri aynı cümlede kullanıldığında, kurulan cümlelerin ekseriyetle "evliya çelebi bile kürtçe nin o kadar farklı lehçeleri var ki bazen aralarında ancak tercüman ile anlaşabiliyorlar demiş" cümlesinden oluşmasına. bu evliya çelebinin çoğu anlatısının ve de konudan bahsettiği paragrafın en işe gelen cümlesi olduğu için öne çıkmıştır. diğer söyledikleri de çoğu latin alfabeli türkçe basımlarda ya atlanmış, ya da basılmamıştır. mesela o dönemde coğrafik sınırlarını, yapısını anlattığı kürdistan kelimesi çoğu türkçe baskı da atlanmış, kürtçe ve kürtler üzerine verilen çoğu bilgi baskıya alınmamıştır. örneğin; kürt şiiri antolojisinde yer alan monla-yı alim ramazan-ı abbasiyan ın bir şiirini evliya çelebi behdinandan geçerken kayda alır, lakin birçok bilgi gibi bu şiir ne zuhuri danışmanın, ne kültür bakanlığının ne de yeni şafak ın baskılarına alınır, üstelik şairden de hiç bahsedilmez. hakkında birçok bilgi verdiği kürdistan kelimesi ise ancak türkiye iş bankası nın yayınlarında geçer. yine de bu notların büyük bölümü henüz basılmamış durumda. doğu uzmanı, kürtler, kürdistan üzerine birçok çalışmaya imza atan martin van bruinessen in bu konu üzerine bir yazısı var şurda;
    http://www.diyarbekir.net/…news;op=author_id;id=476

    evliya çelebi, kendi deyimi ile kürdistana üç kez gitmiş ve bu sırada burası ve halkı ile önemli anlatımlar yapmıştır. örneğin kürtçe dil değildir savı ile ortaya çıkanların sarıldıkları dayanaklardan birisi olan ve öncesi anlatılmayan "kürtçe nin 16 lehçesi var ve bu lehçeler birbirinden o kadar farklıdırki konuşanları aralarında bazen tercüman ile anlaşırlar" cümlesinin geçtiği anlatını şu şekilde;

    "müverrih mığdısî kavli üzre ba’de’t-tûfân-ı nûh, imar olan şehr-i cûdi’dir, andan kal’a –i sincâr’dır, andan bu kal’a-i mefârikin’dir amma şehr-i cûdi sâhibi hazret-i nûh ümmetinden melik kürdim altı yüz sene mu’ammer olup kürdistân diyârların geşt [ü] güzâr ederek bu mefârîkin’e gelüp âb [u] hevâsından hazz edüp bu zemînde sâkin olup evlâd [u] ensâbı gâyet çok olup lisân-ı ibrî’den indiyyât bir gayrı lisân-ı turrehât peydâ etdi kim ne ibrî’dir ne arabî ve ne pârisî ve ne lisân-ı derî’dir ve lisân-ı pehlevî’dir, ana hâlâ lisân-ı kürdim derler. bu diyar-ı mefârikîn’de peydâ olup hala diyâr-ı kürdistân’da isti’mâl olunan lisân-ı kürd hazret-i nûh ümmetinden melik kürdim’den kalmışdır, ammâ vilâyet-i kürdistân dağistân u sengistân bilâd-ı bîpâyân olmağile on iki gûne lisan-ı ekrâd vardır kim birbirlerine elfâzları ve lehçe-i mahsûsaları mûğayirdir kim niçesi birbirlerinin kelimâtların tercümân ile anlarlar"

    yani diyor ki (özet alarak, elden geldiğince çevirirsek);"tarihçi mığdisî nin dediği üzere, tufandan sonra, imar edilen cudi şehridir, (?) sincar kalesi ve mefarikin kalesidir. ama cudi şehrinin meliki hazreti nuh un ümmetinden melik kürdim altı yüz sene yaşayıp kürdistan diyarlarını dolaşıp gezerek bu mefarikine gelip hava ve suyundan haz edip u bölgede kalıp, evladı ve soyu gayet genişleyip ibranice den farklı saçma sözlerden bir dil oluşturdu ki ne ibranice, ne arapça, ne farsça, ne dari(farsça nın iran lehçesi), ne pehlevidir(orta farsça), ana haline lisan-ı kürdim derler. bu diyarı mefarikin de ortaya çıkıp hala kürdistan bölgesinde konuşulan kürtçe hazreti nuh ümmetinden melik kürdim den kalmışdır, ama kürdistan bölgesi dağlık ve taşlık ve çok(sonsuz) sayıda şehirden oluştuğundan 12 farklı kürt dili vardır. ama kimi lehçeleri ve kelimeleri öyle farklıdır ki birbirlerini ancak tercüman ile anlarlar."
    evliya çelebi nin bahsettiği miğirdiç o yörelerdeki çoğu anlatısını dayandırdığı ermeni bir tarihçidir. neyse konu zaten böyle bir anlatım olan paragrafın tek cümle ile işe geldiği gibi yorumlanması.

    o dönemki kürdistan ı tarifini ve önemini ise şöyle kayda geçiyor;
    "memâlik-i azîmdir, bir ucu cânib-i şimâlde diyâr-ı erzurum’dan diyâr-ı van’dan diyâr-ı hakkari ve cizre ve imâdiyye ve musul ve şehrezûl ve harîr ve ardalân ve bağdâd ve derne ve derteng ve ta basra’ya varınca yetmiş konak yer kürdistân u sengistân add olunur kim irâk-ı arab ile âl-i osmân mâbeyinde bu kûh-ı bülendler içre altı bin adar aşâ’ir ü kabâ’il-i ekrâd sedd-i sedid olmasa kavm-i acem diyâr-ı rûm’a istîlâ etmeleri emr-i sehl idi.

    inşâallah mahalliyle alti bin aded mîhr-i aşâ’irleri dahi tahrîr etmeğe destime hâme-i cevâhir-gûyâmı almışım, ammâ bu kürdistân’ın arzı, tûlu gibi vâsi değildir. cânib-i şarkîsinde acem hudûdunda harîr ve ve ardalan’dan hâk-i şam ve hâk-i irak –ı arab ki hâk-i haleb’dir, ol hâk-i pakeyne varınca kürdistân’ın arzı yigirmi ve yigirmi beş konak ve ednâsı on beş konak yerlerdir. ammâ bu kadar ülkeler içre beş kere yüz bin tüfeng-endâz ümmet-i muhammed şâfi’îyyü’l-mezheb vardır. "

    "alanı geniştir, bir ucu kuzeyde erzurum yöresinden, van yöresinden, hakkari yöresinden ve cizre, amediyye ve musu ve şehrezul ve harir ve ardalan ve bağdat ve derne ve derteng ve ta basra ya varınca, yetmiş konak dağlık yer kürdistan olarak adlandırılır ki arap ırak ı ve osmanlı arasında bu yüksek yamaçların içinde altı bin kürt aşiret ve kabileleri olmasa acem kavimlerinin rum diyarına(anadolu yu) istila etmeleri kolay olurdu.

    inşallah yerleri ile beraber altı bin aded aşiretin mirleri(?) ni de yazmak üzere elime cevahiri guyamdan(?) kalemimi almışım, fakat kürdistan bölgesi doğuşu(uzunluğu ?) gibi geniş değildir. doğu yönünden iran sınırında harir ve ardalan dan şam toprağı ve ırak arap toprağı, ki halep toprağıdır, o her iki yere(arabistan?) varınca kürdistan ın genişliği 20-25 konak ya da en az 15 konaktır. ama bu kadar ülke içinde beş yüz bin(?) şafii mezhebine tabi ümmet-i muhammed vardır. "

    bunun o dönme öyle olması bugünde öyle olacağı anlamına elbetteki gelmemekte. sadece insanların zihni algıları ile nasıl oynandığı ve de bununla bugün kürt sorunu olarak nitelenen sorunun çıkış noktası konusunda bize ciddi fikirler verebilir.
  • ülkemizdeki herhangi bir yerleşmeye ait günümüz beşeri coğrafya araştırmalarının girizgâhına muhakkak alınması gereken bilgilerle dolu kitabı yazan (bkz: seyahatname) bu toprağın ilk coğrafyacılarındandır.

    eğer söz konusu araştırma istanbul ile ilgili ise ikinci kitap ise reşat ekrem koçu'nun istanbul ansiklopedisidir. zira bu ansiklopedi evliya çelebi'nin tespitlerini de içermektedir.
  • seyahatnamesi günümüz türkçesi ile yeniden yayına hazırlanmış olan gezgin.
    seyit ali kahraman ve yücel dağlı'nın hazırladığı günümüz türkçesiyle evliya çelebi seyahatnamesi: istanbul isimli kitap yapı kredi yayınlardan çıkmıştır.
  • evliya çelebi bir avrupa seyahatinde henüz ülkemizde olmayan operayı şöyle anlatır:bir sinai-i nefise gördüm rumen ilinde,opera derler adisina,bir perde-i muazzama ref olup dönende envai türlü peri peyker raks eder durur idi..
  • evrenin en güzel felsefesini yazdığı eserlerle insanların kafasına vura vura haykırmış, az bile mübalağa etmiş feylesof. yazdıklarının özü şudur anlayana: gamınız kederiniz, sevinciniz neşeniz sizin olsun; boşa tırmalıyorsunuz, çırpınıyorsunuz. felaha giden yol tek bir fikirden geçer, "seyahat ya insanoğlu!".
  • seyyah müezzin.

    meşhur rüyası, eminönü'ndeki ahi çelebi camii'nde geçmektedir.

    yıl 1630, sıcak bir ağustos günü. istanbul'daki evinde bir ara dalıveren evliya çelebi, uykuyla uyanıklık arasında bir rüya görür. rüyasında caminin minberi dibinde oturmaktadır. birden kapı açılır ve caminin içi nurdan bir cemaatle doluverir. hayret ve hayranlık içinde olup biteni seyreden evliya, gelip yanına oturan kişiye kim olduğunu sorar. aldığı cevap heyecan vericidir:

    "aşere-i mübeşşere'den okçuların piri sad bin ebi vakkas!"

    peki ya camiyi dolduranlar kimlerdir? ebi vakkas'a göre, ön saftakiler peygamberlerin, arka saftakiler evliyanın ruhlarıdır. ashabın, muhacirin ve bütün kerbela şehitlerinin ruhları hep oradadır. mihrabın sağında oturan hazreti ebu bekir ve hazreti ömer, solundaki hazreti osman ve hazreti ali'dir. mihrabın önündeki de hazreti üveysü'l karani. müezzinlerin, dolayısıyla evliya çelebi'nin piri olan bilal-i habeşi, caminin solunda duvar dibinde oturmaktadır. kapıdan kanlı esvaplarıyla girenler de hazreti hamza ve diğer şehitlerin ruhları!

    sad bin ebi vakkas, evliya çelebi'nin "ya sultanım, bu cemaatin bu camiye gelmelerinin aslı nedir?" sorusunu şöyle cevaplandırır:

    "azak caniblerinde cüyuş-ı muvahhidinden tatar-ı saba-reftar askeri muzdaribü'l hal olmağla hazret'in himayesinde olan bu istanbul'a gelip, andan tatar han'a imdada gideriz. şimdi hazret-i risalet dahi hazreti hasan ve hazreti hüseyin ve oniki imamlar ve bizden gayri aşere-i mübeşşere ile gelip, sabah namazının sünnetini eda edip, sana kamet eyle diye işaret buyururlar. sen de kameti okuyup ayetel kürsi'yi tilavet eyle. bilah sübhanallah desin, sen elhamdülillah, bilal allahu ekber desin, sen amin amin de. hemen mihrabda hazret-i risalet otururken, 'şefaat ya resulullah' deyip reca eyle!"

    tam o sırada caminin kapısında bir nur şimşek gibi çakar ve her yer ışıldar. bütün cemaat ayağa kalkmıştır. hz. muhammed, sağında imam hüseyin olduğu halde kapıda belirir. yüzünde al şaldan bir örtü, elinde bir asa vardır ve kılıcını kuşanmıştır. "bismillah" diyerek sağ ayağını içeri atıp nikabını açar ve selam verir:

    "esselamu aleyküm ya ümmeti!"

    camidekiler hep bir ağızdan selamı alırlar. peygamber mihraba geçip sabah namazının sünnetini kılarken evliya çelebi dehşet içinde tir tir titremektedir. peygamber sünneti kıldıktan sonra, eliyle sağ dizine vurur ve evliya çelebi'ye "ikamet eyle" diye buyurur. evliya kameti getirir ve namazdan sonra bilal-i habeşi ile birlikte müezzinlik yapar. peygamber, mihrapta yanık bir sesle yasin suresi'ni okur ve sad bin ebi vakkas, evliya'yı elinden tutup huzura götürür.

    evliya çelebi büyük bir heyecan içindedir. ağlayarak peygamberin elini öper ve "şefaat" diyecek yerde,

    "seyahat ya resulallah" der.

    bu dil sürçmesi peygamberin çok hoşuna gider ve tebessüm ederek, "şefaat ettim, sıhhat ve selametle seyahat eyle! fatiha!" buyurur.
hesabın var mı? giriş yap