• hala "adı üstünde teori yeaa ispatlanmamış" diyenleri gördükçe ülkeye olan inancımı kaybediyorum gerçekten. yüzlerce açıklamaya rağmen ben de naçizane, teori nedir neden ispatlanamaz, çok basit şekilde açıklamaya çalışayım.

    teori ispatlanınca kanun olur diye bir şey yok, olamaz, düşünülemez.

    kanun denilen şey bir realitedir. mesela yerçekimi kanunu der ki, tüm cisimler kütlelerine göre birbirine çekim kuvveti uygular. bunu dünya'da gözlediğimiz şekliyle, cisimlere yaklaşık 9.8 m/s2 yere doğru bir ivme oluşturur. buradan anladığımız kadarıyla yerçekimi bir gözlemdir. yani doğruluğu hakkında tartışma bile yoktur, çünkü bir gerçekliktir. dünya'da olduğu gibi uzayda bile gezegenlerin kütle çekimi olduğu gözlenmiştir.

    şimdi gelelim teori nedir kısmına. teori denilen şey şudur: ya dostum tamam bak yerçekimi var, işte bi cismi atıyoruz yere düşüyor, ama -büyük harfle ve kalın yazıyla- ""nasıl?""

    teoriler "nasıl" sorusuna cevap verir. yerçekimi için milyonlarca teori üretilebilir. teorinin gözlemlenebilir ve tüm olguları kapsıyor olması gerekir.

    diyelim yerçekimi hakkında iki tane teori oluşturuldu. yani bu demektir ki, nasıl sorusuna iki tane muhtemel cevap verildi. ikisi de gözlemlenebilir ve tüm deney, gözlem ve olguları kapsıyor. bir zaman sonra, başka bir gözlem yapıldı ve bu teorilerden biriyle çatıştı ; yani teorinin biri çürüdü. teorinin birinin çürümesi yerçekiminin olmadığı anlamına mı gelir, yoksa yerçekimini açıklayan tahminin yanlış olduğuna mı? tabi ki ikincisi. devam edelim, diyelim ki başka bi gözlem daha yapıldı, elimizde kalan son teoriyle de bu gözlem çakıştı, bu teori de nanay. ee şimdi elimizde hiç teori kalmadı, yerçekimi yok mu yani? var tabi ki, ama demek ki bilimsel olarak, yerçekimini açıklayacak yetkinliğe erişememişiz demektir. yerçekiminin sebebini hiç bir zaman açıklayamayacak bile olsak, bu yine de yerçekiminin olduğu gerçeğini değiştirmez.

    basit bir örnek verelim. beş yaşında bir çocuk, annesine sordu: anne ben nereden geldim? annesi cevap verdi: seni leylekler getirdi. analojik olarak düşünürsek; yani çocuğun var olması bir kanunsa ve annesinin açıklaması bir teoriyse; çocuğu leylekler getirmediyse teori yanlış, demek ki çocuk denen bir şey yok. işte evrim teori zaten, teoride şurası yanlış demek ki evrim yok derken böyle bir mantık paterni izliyorsunuz.

    evrim bir gerçektir. gözlemlerle, deneylerle, uygulamalarla sabittir. evrim teorisi de, bu evrim nasıl olmuştur sorusunu sorar. çok çok eski zamanlar, sınırlı sayıda fosille inceleniyor. şu an evrim teorisi yüzde yüz doğrudur, eklenecek çıkarılacak bir şey yoktur denemez zaten. hiç bir teori için böyle zaten. yarın antarktika'da 30 milyon yıllık insan fosili bulunsa evrim teorisi değişmeyecek mi? alt üst olacak. ama o zaman başka bir açıklama bulunacak, ta ki her yeni bulguyu açıklayacak teoriye ulaşana kadar. kainatın sonsuz olduğunu da göz önünde bulundurursak, herhangi bir kimsenin herhangi bir zamanda, " aha bak bu teori gerçektir, şu olayın nasıl olduğunu tüm ayrıntılarıyla çürütülemez şekilde açıkladım." gibi bir söz etme ihtimali yoktur, varsa da şarlatandır.

    sözün özü: teorilerin çürütülmesi, nasıl sorusunu çürütür; nasıl diye sorulan olguyu değil.

    kimse kimseye bir şeyle ilgilenmediği için, düşünmeye değer bulmadığı bir şey için veya bilmediği bir şey için aşağılamaz. "ya bu insanlar neden bize çomar, cahil diyor" diye soruyorsan, bilmediğin konuda ahkam kestiğin içindir. evrim bilimsel bir konudur, canlılığın oluşumuyla ilgilenmez. inançlara alternatif değildir. sırf inançlarına ters olduğu için, bırak yanlışlayacak en ufak bilimsel gözlemin olmasını; bilimsel yöntemden bile bihaber olarak buraya gelip, "evrim teori zaten yeaa doğrulanmamış ki" dersen; çomar, kara cahil gibi sıfatları peşinen kabul etmişsin demektir.

    ekleme:
    soru: yerçekimi kanunu var da neden evrim kanunu yok? teori olduğuna göre evrim sallamasyon,değil mi?

    el-cevap: değil. ilk olarak her teorinin, bir tahmin ve varsayım olduğunu belirtmek isterim. yerçekimi kanunu temelde şudur: bir cismi atarsan yere düşer. bu nedir peki, bir gözlemdir. teori demek bir gözlemin nasıl olduğunu açıklayan tahminlerdir, altını çiziyorum her teori bir tahmindir. sen nasıl bu cisimler yere düşüyor, nasıl bu gezegenler dengede duruyor diye sorarsan, tekrar ediyorum ""nasıl"" diye sorarsan, o kütleçekim teorisine girer. ki şu an geçerli olan teori, einstein'ın kütleçekim teorisi, newton'un açıklamasını da kapsayan yeni bir modeldir. newton'un yanıldığı kısım, teorisinin sadece ışık hızından çok düşük durumlarda geçerli olduğudur, newton'un teorisi gezegenlerin çekimini tam olarak açıklayamıyordu. einstein'ın görelilik teorisi sayesinde, newton'un teorisinin doğru olmadığını, ama doğruya çok yakın olduğunu görebiliriz. newton'un kütleçekim teorisinin einstein tarafından yanlışlanması, kütleçekim olmadığını mı gösterir? hayır, kütleçekim var tabi ki, ama newton bunu bulurken bir kısmı atlamış, einstein bunu düzeltip son haline getirmiş. bu demek değildir ki, einstein'ın dediği şey doğru. einstein'ın teorisi de atomaltı parçacıkları açıklamıyor mesela, o da yanlış; ama gerçeğe en yakın olan teorimiz bu. yarın bir gün einstein'ın teorisi de yanlışlanabilir; ama bilimsel teorilerdeki her yanlışlanma bilgilerin çöpe atılması değil, aksine bir bina gibi, gerçeğe doğru bir tuğla daha koymaya benzer. ancak; asla ve asla, bir teori ben gerçeği söylüyorum ve yanlışlanamam diyemez.

    "no amount of experimentation can ever prove me right; but a single experiment can prove me wrong."
    "sayısız ispat da yapılsa doğru söylediğim kanıtlanamaz, ama tek bir ispat bile beni haksız çıkarabilir." albert einstein

    evrime gelelim. evrim şudur: canlılar yaşadığı çevreye uyum sağlamak için değişiklik geçirirler. veya canlı türlerinin popülasyonlarının nesiller içerisindeki değişimi sürecidir de diyebiliriz.

    evrim var mıdır? evet, vardır. bütün bir tıp bilimi, bütün bir biyoloji bilimi, bütün bir farmakoloji bilimi tamamen evrim temelinde yükselir. gelelim evrim teorisine. evrim teorisi der ki, bak evrim var ve ben bu fosilleri şunları bunları gözledim, bunları kapsayacak şekilde evrim böyle olmuştur. evrim teorisi çok büyük kısmı yanlış olan darwin-wallace'ın teorisinden neredeyse tamamen farklılaştı. neden farklılaştı, çünkü bir sürü yeni bulgu elde edildi. darwin'in zamanında doğruların yüzde 10'u biliniyorsa, şimdi belki 80-90'ı biliniyor. ama bu hiçbir zaman yüzde yüz olamaz; sadece evrim için değil hiçbir teori yüzde yüz bu şekilde olmuştu, artık araştırmayalım denemez.

    kilit nokta şu: elde edilen bilgileri kapsayan teori budur. yarın başka bir şey buluruz, o zaman teori değişir(dikkatinizi çekerim: "değişir"; "çürümez"). evrim teorisi bundan ibarettir ama ana hatlarıyla doğrudur. nasıl ki yüz yılı aşkın süredir uçaklar yanlış olmasına rağmen newton fiziğiyle uçuyorsa -çünkü newton'un yanıldığı kısım ihmal edilebilecek kadar küçüktür-, evrim de ana hatlarıyla doğrudur. yani mesela kuşlar dinozorlardan evrimleşmiştir olgusu çok değişmez. mesela yeni bir fosil bulunur, bu fosil, kuş-dinazor arasındaki geçişteki bir kısım bilgileri değiştirebilir. ama yeni bir bulgu sonucunda kuşun dinozordan gelmediğinin ortaya çıkma ihtimali, yerçekimi değil de gökitiminin olma ihtimaliyle aynıdır.

    yani sözün özü; ana hatlarıyla evrim teorisi doğrudur, 150 yıllık bir teoridir, temelleri sağlamdır. elbette ki yanlış kısımları vardır; ama teori olarak yanlış denemez.
  • amerika'da bazı eyaletlerde okutulmaz. biyolojinin temellerinden biridir.
  • içinde gözün evrimi diye gtten birşey uydurulmuş teori.
    lan nerde gördün gtten uydurarak çizdiğin o eski gözleri?
    tamamen uydurma öyle böyle değil.
    gözün evrimine dair fosil yok birşey yok.
    sadece googleda kafadan uydurarak çizdikleri çizimleri var r.d.'nin. (alttaki mal daha bu googledaki çizimlerin richard dawkinse yani birincil kaynaklara bile ait olduğunu bilmiyor)
    geçende bi de köpeklerin evrimine bakıyım dedim tamamen senaryo.
    hele bunların bi de sebzelerin evrimi geyiği var kara lahana bilmem ne lahanadan evrimleşmiş falan tamamen sallamasyon.
    buna inanıp inancını kaybedenlere yazık.
  • götten düşünülüp araştırılınca anlaşılmayan ve kesinlikle çürütülemeyen teori. beyin ile anlaşılması ve google yerine birincil literatürden takip edilip çürütülmesi gereken teori.
  • dna hakkında dünyanın en bilgili insanlarından birisi olan ve dna hakkındaki çalışmaları sayesinde nobel ödülü alan aziz sancar'ın bile inamadığı teori.
  • aşı olmayın antibiyotikleri saatine göre almayın inanın inanmayın evrim sizi bulacaktır
  • aziz sancar ile tekrar gündeme gelmiş bir teori. artık teori denir mi bilinmez ama kendisi tüm gerçekliğiyle bugün biyoloji ve psikoloji dahil birçok doğa bilimine katkı sağlamaktadır. evrim teorisi yoktur mentalitesiyle orta çağın dünya düzdür mentalitesinin hiçbir farkını görememekteyiz bugün çünkü cehalet, özgüven ve cesarete her zaman gebe kalır.

    isterseniz bu sürece kısa bir göz atalım. kısa bir şekilde evrimin genetik ve kimyasal temellerine bir hikaye tadında inmeye çalışalım.

    olayın başlangıcında sorgunun odağı genesis idi. nasıl olmuştu da canlı olarak sayılabilen varlıklar ortaya çıkmıştı? yaşamın kaynağı cansızlıktan mı geliyordu yoksa canlılar mı canlılığa neden olmuştu? tanrı kavramı bile girdi bu sorguya. buna birçok yanıt geldi. kimisi cansız varlıkların canlılara köken olacağını düşündü ve bunu açıktaki ete üşüşen sineklerle açıkladı, sonra pasteur ve diğer mikrobiyologlar bunu çürüttü.

    sonra bir kısım bilim insanı başka bir gezegenden gelen bir göktaşında taşınan eşey hücrelerinden bahsetti; dünya'da birleşmiş ve canlılığı başlatmışlardı. uzay sanayindeki gelişimler ile bunun olasılığının düşüklüğü kanıtlandı çünkü atmosfere yüksek hızla giren bir cisim kuvvetle muhtemel yüksek sürtünmeye yanarak cevap veriyordu.

    ve bir tarafta da gelenekçi tavırdan vazgeçmeyen yaradılışçılar vardı. bunların tezi belliydi ama en ufak bir delil sunamıyorlardı çünkü tartışmaya açık değildi. bugün nasıl bilimsel bir yorumda skalaya dahi giremiyorsa o gün de öyle oldu yaradılışçıların sonu.

    bu tartışmalar böyle süregeldi, tek başarıları ise birbirlerini çürütmeleri oldu, ta ki 1953'e kadar.

    abiyogenezin kanıtlı deneyi olan stanley-miller deneyi sahaya adım attı. oldukça basit bir yöntem ve bir o kadar kolay anlaşılır sonuçları vardı. evrenin başlangıcından beri oluşmuş, bebek gezegen dünyanın muhtemel atom ve molekülleri deney kabına konuldu; amonyak(nh3), su(h2o), karbondioksit (co2). dünyanın soğuma dönemindeki hızlı şekilde kendi etrafında dönüşü ve yüklü maddelerin etkileşimi yıldırımlara neden oluyordu ve çok da sıcak bir küreydi. bu da düşünüldü ve elektrik akımı verildi. deney ortamı bir hafta sonra incelendiğinde su dibinde çökelti yakalandı. bunlar aminoasitlerdi ve bazıları elektrostatik kuvvetler ve hidrojen bağları ile yakınlaşmaya başlamıştı bile. işte bu deney bir dönüm noktası olarak tarihte yerini aldı. bize canlılığın başlangıcını sunuyordu.

    sonra mı ne oldu? dünya halen daha sıcaktı, halen daha hızla dönüyordu. doğa olayları korkunç şekilde mekanik kuvvetlere yol açıyordu bu çalkalanma etkisi belli aminoasitleri yan yana getiriyordu. ayrıca bu arada şeker ve yağ yapıtaşları da kuruluyordu. bu karıştırma işlemiyle yolları kesişen maddelerin milyonlar ya da milyarlarca yıl içinde yapabileceği kombinasyon çeşitliliğini bir düşünelim. işte bu çeşitlilik ve olasılık hesabı bize ilk ilkel hücreyi veriyor.

    sulu çevrede bir araya gelen yağ asitleri ve hidrofobik düzenlenmeleriyle ortaya bir zar yapısı çıkarabilirsiniz. içi ve dışı su, karbonhidrat, protein içeriğiyle çevrili olacaktır ki zarın içinde de bir miktar şeker ve protein bulunması hiç de şaşırtıcı olmaz. bu arada protein ve şeker varsa muhtemelen asidik şeker ve baz grubuyla genetik bir materyal oluşacaktır. bakın bunlar "hadi öyle olsun" tarzı bilgiler değil, biyokimyanın temelleridir ve içeriklerinde basit kimya bilgisi yatar.

    karma bir yapıyla kurduğunuz genetik materyaliniz hazır ama dünya hala sıcak, güneşin genetik materyale etki eden ışınlarını kesemediniz çünkü ozon tabakanız yok. peki ne olur bu durumda? yazın öğle güneşi neden cilt kanseri riski yaratır? neden yazın çiller belirginleşir? bunlar ileri evrimin zararlı ışınlardan koruyucu mekanizmalarıdır ama ilkel bir tek hücreli iseniz kendi başınızın çaresine bakarsınız ve mutantlaşırsınız. ki bu durumda eşeysiz bölünebilen hücreler arası artık farklar belirgin hale gelecektir.

    genetik materyal hücre içinde kullanılacak enzim ve protein yapılarını da kodlar bu arada, tek görevi bölünmek değildir. bu proteinleri de yaşamla bağdaşır şekilde yapısına entegre eder. doğada bir enerji dengesi olduğunu, ve hücrenin enerji sentezine olan bağlılığını biliyoruz. peki ne oluyor? bir gün mutant varyant 1775 ile karşılaşıyoruz. bu arkadaş bir kemosentetik ilkel hücre ve h2s kullanıyor. sonra belki milyon yıl geçiyor, mutasyonlar birikmiş nesillerde mutant varyant 021 oluşmuş ve bu arkadaş sentezlediği proteinlerle (buna klorofil diyoruz) güneş ışığını emerek bunu besin ve oksijen varlığına çeviriyor. işte burada oksijen oluşmaya başlıyor ve yeni oluşan madde değerleniyor, kullanıma ihtiyaç duyuyor ve tüketicisini yaratıyor. doğa arz-talebini kuruyor yani. yeni oluşan varyantımız oksijene elektron aktarıp bunu enerjiye çeviren mutant varyant 023.

    bu arada ozon kuruluyor, mutasyonlarda seyrekleşme başlıyor. ama doğa şu ana kadar binlerce varyant yarattı. mesela 021 varyantı bu klorofilleri biriktirdi ve kloroplast ismini çoktan hak etti, aynı şekilde varyant 023 ise oksijenle bağdaşık sistemini organize ederek mitokondri adını aldı.

    ama organizmalar için ürünlere ihtiyaç vardır, tek başlarına verimsiz kalırlar. doğa burada yardımlaşmayı sundu ve eşlerini seçtiler. elinde üretim fazlası olan mitokondri netabolizmada kullanılabilir enerji olarak ürettiği atp'sini satarak ürün alacağı yollar aramaya başladı çünkü aksi halde reaksiyonları ortada kalıyordu. doğada bazı hücreler tam da bu ikisinin ürünlerinden zengin durumdaydı ve karşılıklı anlaşmaya gidildi, artık mitokondri glikoz depolayan hücreyle yaşayacaktı ve ona da atp ile kirasını ödeyecekti. burada kaçırılmaması gereken her ikisinin de genetik materyalinin ayrı olmasıdır. bu adımların takibi ve devam eden mutasyonlarla ise ökaryot yani zarlı organel (bkz: mitokondri), (bkz: kloroplast) bulunduran hücrelerin oluşumu sağlanmış oldu.

    ökaryotlar sağ kalımı daha yüksek, daha spesifik işler yapan hücrelerdir. organize olmalarının çok işlevli yüksek iş yükünün altından kalkmada yararlı olabileceğini fark ettiler ve belli görevlere yönelik özelleşmeye başladılar. bunu şöyle örnekleyebiliriz mesela; döllenmiş yumurta morula evresi ile her türlü vücut hücresine dönüşebilir durumdadır ve iş dağılımı yaparak sistemlere farklılaşır. ilkel ökaryotlarda ise şu şekilde düşünebilirsiniz basit olarak; dıştakiler besini görür ve alır, orta kısım taşır ve belki işler, iç kısım sindirir ve organizmada kullanılabilir kılar. işte evrim burada davranış bilimine ışık tutmaya başlar. ve bu süreç daha organize hale gelmiş su altı canlılarını oluşturmak üzere ilerler. ki bugün ortadan kaybolmuş birçok türün atasıdır bu varlıklar.

    evrimsel sürecin suda başladığını biliyoruz. ayrıca oksijenin oluşmasını ve karbondioksidin başlangıçtan beri süregelen varlığına da şahit olduk. ama canlılık halen daha su altında, halbuki dar alana indirgenmiş yaşam savaşından ziyade kara hayatında refahla hayatta kalmak mümkün artık.suda çözünmüş oksijeni kullananlar bu su canlılarının arasında ise birkaç tanesi var ki aynı zamanda atmosferik oksijeni de kullanabiliyorlar ve bu farklı arkadaşlar, tarihin en cesur hamlesini yapıyor ve alışkın oldukları yaşam alanlarını terk ediyorlar. işte burada mucize gerçekleşiyor. sudan karaya adım atılıyor, mutasyon maruziyeti artıyor, hayatta kalmaya yönelik elinden geleni ardına koymuyor canlılar. kara yaşamına uygun adaptasyonlar gelişiyor, organizmanın sistemleri tekrar gözden geçiriliyor ve güncelleniyor.

    buradan öncesine de işlese de buradan sonrası için basit bir örnekle gitmek istiyorum. sudan çıktık artık, oraları kaçırdıysanız da burayı anlamamak için bahaneniz yok. şimdi elimizde birkaç kağıt peçete olduğunu düşünelim. kare şeklinde olsun ve türün adını da "alpha" koyalım. kenarından yakmaya başladık. mutfak tezgahına dizdik bu peçeteleri. bazılarının üzerinde su damlası vardı ki ıslanabilme özelliği peçetenin bir şansıydı ve kullanabilen kullandı. ve ateş buraya değer değmez durdu. diğerleri ise sonuna kadar yok oldu. şu an elimizde ıslak bir "beta" türü var ve isim değişti çünkü ilk peçete ile benzer bir dokusal yapı gösterse de farklı olduğu aşikar. ve artık yanmıyor da. işte burada doğal seleksiyon ve ara tür kavramını görmüş olduk. yani doğada karşınıza çıkan bir strese genetik materyalin verdiği koruyucu yanıt ile ayakta kalınıyor ve dayanıksızlar eleniyor ki artık kullanılan yeni bir özelliğiniz oldu, bu özellikle bilinen bir türe üye olmuş oldunuz. ki bu süreçte ıslak bir peçetenin de kuru bir peçeteyi eş olarak seçmemesi de bize cinsel seleksiyonu yani eş seçimini özetlemiş oluyor. ve böylece evrim kendini güncelleyip yoluna devam ediyor.

    gel gelelim primatlara. dört ayağının üzerinde ve ne bulursa onu yiyerek hayatta kalmaya çalışıyorlar ve yapıca etçil avcılarına göre zayıflar. avlarını görme yetileri kısıtlı, bu protein alımını kısıtlıyor. protein alımındaki kısıtlılık bilişsel fonksiyonları etkiliyor, bu da çevre üzerindeki hakimiyet yetilerini kısıtlıyor. yaklaşık 1 metre yükselişleri onlara harika bir üç boyut algısı ve buna bağlı gelişen avcılık nimetlerini sunuyor. dört ayaktan yükselen bu canlı artık yetenekli bir avcı ve ince hareketlere yönelecek el parmaklarına sahip. bu arada protein tüketimi artıyor, zeka seviyesinin de yükselmesi ile alet yapımında ve kullanımında devrime adım atıyor. ayrıca bilişsel gelişim ufak yüzdelerde sıçramalara neden oluyor; aşkı yaşamaya başlıyor, aile kuruyor, silahları geliştiriyor,toprağı işliyor, yaşam alanları yaratıyor, dili kullanıyor, soyut ögeleri hayal ediyor ve doğayı özetliyor, ülkeler kuruyor, masallar anlatıyor vb. işte bu sürecin devamı, tarım devriminden sanayi devrimine modern insanın tarihini yaratıyor ve bize bahşedilmiş tüm hayatta kalma dürtülerimize de kaynak oluyor.

    şimdi birkaç bilindik, kanıt niteliğinde bilgi verip konuyu kapatalım, zaten yeterince uzattık.

    -öncelikle insanların yegane enerji kaynaklarından biri şekerdir ve bunun sindirilmesi sırasında mitokondriye kadar giden basamak ve enzimleri, şekeri kullanan tüm canlılarda aynıdır.(bakterisinden, mantarına) (bkz: glikoliz)

    -memelilerin çoğunda, belli bir haftaya kadar,embriyolojik olarak, aynı tip gelişim modeli gözlenmektedir. bu da ortak bir genetik temele işaret eder.

    -insanda bilinen en kalın kas gluteus maksimustur ve 4 ayaktan iki ayağa geçişte görevli olduğu düşünülmektedir. bu bize 2 ayağa geçişte gereken bir kriteri ve fizyolojik görüntüsünü sunmaktadır.

    -koli basili bakterisi (e.coli) laboratuvar ortamında son yüz yılda birçok farklı alt türe farklılaşmıştır. 100 yılda, stabil bir ekosistemde, bunları yaşayan bir prokaryotun en başta bahsi geçen bebek dünya'da varyant yaratma şansını bir düşünmekte fayda var.

    -ve bugün yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan farklı türlere yönelik iskelet analizlerindeki mikro ve makro çaptaki bulgular da teori denilemeyecek kadar geçerli kılmaktadır.

    sonuç olarak, bu kadar şeyi anlatmamın sebebi şudur ki evrim; geçmişten gelmiş, bugün de süren ve yarın da devam edecek, canlılığın değişimlere karşı hayatta kalmak üzere yanıt vermesini sağlayacak, doğanın ve canlılığın yasaları çerçevesinde işleyişini düzenleyen, biyolojinin en sağlam dayanak noktasıdır. bugün, tartışılması gereken konu evrimin aydınlatılmaya çalışılan noktaları olmalıdır. evrimi yanlışlamak için fact sunmanın gereğini yerine getirmeyip, oturulan yerden şımarıkça yorumlar sunmak, insanın ve diğer canlıların varlığına yapılan bir haksızlık olmaktan ileri gidememektedir.

    not: yazım ve noktalama ile alakalı düzeltme yapılmıştır.

    edit: mitokondriyal fonksiyon ile ilgili bir yanlış denklik yaşanmıştı, uyarısı için kxan'a teşekkürler.
  • vardır, kanıtı için fosile falan gerek yok, işidçi ve pkklı tipi kaymış teöristler en büyük kanıtı, yazık kı bu çağda hala evrilememiş homo türleri var
  • islam itikadına ters hiç bir şey söylemeyen bir teoridir.

    kilise'nin girdiği psikozlara girip cepheden evrim teorisi'ne düşmanlık sergilemek aydın olması gereken müslümanlara yakışmıyor. bizim pusulamız kilise değil. evrim'le ilgili dertleri hristiyanları ilgilendirir. bizi değil.
  • evrim teorisi muhabbetini yapmayı çok korktuğum bir konu zira birinin ağzından "evrim teorisi çöktü" gibi bir laf çıkarsa saygım sıfırlanıyor.

    birinin creationist olması o kişi hakkında bilmek istemediğim bir detay, insanlar hakkında bazı şeyleri bilmemek daha iyi.
hesabın var mı? giriş yap