• ince bir mizahın hücrelerine sindiği hüzünlü bir aşk filmi. basit, minimal ama çarpıcı.

    2024 yılında 1960'lar atmosferinde, hayata yabancılaşmış iki yalnız ruhun; savaştan, fakirlikten, sömürü düzeninden, amaçsızlıktan arınmak için aşka ve güzelliğe sığınmalarının öyküsü.
    acıyı hazza, hüznü sevince dönüştüren, dünyayı anlamlı ve katlanılır kılan aşka sığınan ansa ile holappa'nın hikâyesi.

    ikisi de yalnız, kimsesiz ve kaybeden. zamanın öfkeli yüzü ruhlarını boğmuş.
    her ikisi de orta yaşlarını idrak ediyor. aşağılanmış hakarete uğramışlar. var oluşun zincirleri, adamı bunalımını alkolle gidermeye yöneltmiş. tabii alkol aldıkça da bunalımı perçinlenmiş. aynı zincirler kadını ise içine kapanmaya, mutsuz yaşama ve yabancılaşmaya sevk etmiş.

    refah seviyesi en yüksek şehirlerden helsinki'de, zenginlerin kentinde açlıktan ölmeyecek kadar kazanabiliyorlar. hemşehrilerinin onlara ihtiyacı yok sanki. güvencesiz iş koşullarında çalışıyor, her girdikleri işten çeşitli nedenlerle kovuluyorlar. ama korkmuyorlar, kovulurken patronun karşısında onurlu duruşlar gösterebiliyorlar. ertesi sabaha işsiz uyanıyorlar ama güçlü ve gururlu durmanın sıcak hisleriyle uyuyorlar.
    maddeye düşkün değiller. gerçek anlamda kaybedecek hiçbir şeyleri yok. kendileri gibi güvencesiz işçi olan güvenlik görevlisi, aklını ve vicdanını patrona kiralayarak tarihin en aşağılık mazereti olan “ben sadece emirleri yerine getirdim" cümlesine sığınıp ansa'yı kovdurduğunda diğer iki kadın kendilerini de işten attırarak insanlığın manevi boyutunu ayaklandırabiliyor. ezilmiyorlar, kurban olmayı asla kabul etmiyorlar.

    radyoda sürekli savaş ve ölüm haberleri veriliyor. rusya ukrayna'yı durmaksızın bombalıyor, sivilleri katlediyor.
    savaş, haberler vasıtasıyla özel alanı da işgal ediyor, yok ediyor.
    bir yandan yaşama sevincini öldüren, direncini ve umudunu kıran diğer yandan duyarsızlaştıran, acıyı, ölümü, katliamı kanıksatan haberler.
    haberlerin dili o kadar benzer ki rusya yerine israil, ukrayna yerine gazze koyduğunda hiçbir şey değişmiyor. aynı vahşet, aynı acımasızlık, aynı kana doyamama. belki ölüm oranı çok daha fazla. üç buçuk ayda 11 bini çocuk, 7 bin 500'ü kadın toplam 25 bin can. yıkılan 70 bin, oturulmaz durumda olan 290 bin konut. dile getirmesi ne kolay, bir çırpıda söyleniveren sayılar.
    karanlığın haydutları insanlığı ağır bir imtihandan geçirir, ayaklanmayan vicdan ve merhamet sınıfta kalıp sönümlenirken o canların hepsi artık kaba bir istatistiğe dönüşüyor.
    yeniden hayata dönebilmek için dehşet verici haberlerden kaçıp sığınılan müzik de bir aşamadan sonra ruhu rahatlatamıyor. ansa gibi "lanet savaş!" diye haykırıp radyonun fişini tamamen çekmek, elektriği tamamen kapatmak kalıyor geride kalanlara.

    ne ansa asalet sahibi bir soylu ne de holappa bir seçkin. ikisi de güvencesiz işlerde boğazı tokluğuna çalışan ve sürekli iş değiştiren birer prekarya.
    bir karaoke akşamında başlayan utangaç ve öz güvensiz bakışmalar tesadüflerle, kaybedip bulmalarla ilerliyor, sinemada jim jarmusch tarzı zombi filmi izleyerek gelişiyor, bir tatlı aşk ilişkisine dönüşüyor.
    fakat aralarında bir çift engel vardır ve ansa, aşkın kusurları gizlemesine müsaade etme hatasına düşmeyecektir.
    ansa'nın babası ve kardeşi alkolden, annesi kederinden ölmüştür. o nedenle alkolik bir adamla yapamayacak netliktedir. holappa'nınsa bu reste "ben de emir almam" cevabını verecek gururu çok nettir. ansa'nın kararlılığı, holappa yemeğe gelecek diye aldığı tek tabak, çatal ve kaşığı o çekip gittikten sonra yıkamayıp doğrudan çöpe atacak denli bir kararlılıktır.
    lakin her ikisinin de duygu dünyalarını ifade eden sözlere sahip müzikler devreye girdiğinde holappa aşkın rüzgarına daha fazla dayanabilecek midir? ikisinin kaderi holappa'nın iradesinde düğümlenmiştir. ya umutsuzluğu umuda, kasveti sevince, işkenceyi huzura çeviren aşkı hak etme iradesini gösterecek ya da eziyet yüklü dünyada bir gölge ve hayalet gibi yaşamayı tercih edecektir.
  • 2023 yapımı aki kaurismaki filmi olup 2023 cannes film festivali'nde jüri özel ödülünü göğüslemiştir. aki'nin proletarya serisi dediği ve daha önce (bkz: shadows in paradise), (bkz: ariel), (bkz: the match factory girl) filmlerinden sonra serinin dördüncü filmi olan fallen leaves, bir fin romantik komedisi tadındadır. aki'nin imzası renkler, ışık, dekor, ev düzeni ve oyuncu seçimi de seriye katkı sunmaya devam eder. politika, alt sınıf olmak, fakirlik gibi evrensel engeller ile bireylerin aşk için bireysel engellerini (alkolizm, yabancılık) güzel bir şekilde harmanlamış filmde. ana karakterlerden olan ansa kızımızın isminin anlamının "kapana kısılmış" olması yine bir tesadüf değildir çünkü ansa da kendi yalnızlığı ve soğuk savaşı andıran atmosferde hem savaş hem de fakirliğin içerisinde kapana kısılmış gibidir. ansa, diğer ana karakter olan holappa'yı alkolik olduğu için terkettiğine dair hikayeyi, bir barda arkadaşıyla kokteyllerini yudumlarken anlatmaktadır. bu da aki'nin sevdiği tezatlıklardan. (i hired a contract killer da çiçekçi margaret'in evinde solmuş çiçekler olması gibi). kaurismäki filmlerinde bir kenardan köşeden çıkan köpeği bu filmde yine görürüz. filmde isimler o kadar önemsizdir ki ansa köpeği ilk sahiplendiğinde ona "kuçu kuçu" diye seslenmektedir. filmin sonunda da artık adının chaplin olduğunu anlarız.

    holappa'nın hastane sahnesi bize the man without a past filmindeki açılış sahnesi olan hastaneyi hatırlatmaktadır. adeta seyiriciye geçmişini unutan adamın geçmişi acaba ansa'ya olan aşkı mıydı sorusunu sordurur saniyelik de olsa. diğer filmlerde de tekrarlanan kötücül güvenlik görevlisi (veya bekçi) karakterini yine bu filmde de görürüz. ansa'nın çalıştığı süpermarkette aslında arzu dolu bakan güvenlik görevlisinin ansa tarafından tek farkedilme ihtimali bu kötücül karakterin ansa'yı hırsızlıkla itham etmesinden geçer.

    son olarak ansa ve holappa'nın sinemada robert bresson afişlerinin arasında düşük kalite bir amerikan zombi filmi izlemesi ve bunun da filmin görseli/posteri olarak kullanılması da kapitalizme yapılan güzel bir göndermedir.

    işte böyle enfes bir filmdir.
  • aki kaurismäki'nin romantik drama filmi. uzun süredir izlediğim en yalın ve gerçekçi film. izledikten sonra düşündükçe derinliği artan ve zenginleşen filmlerden. insanın hafızasında bu yalınlığın içerisinden rengarenk bir filme dönüşmesi çok ilginç. izlediğim görüntüler, işçi sorunları ve koşullar, helsinki ile ilgili düşüncelerimi açıkçası ters yüz etti. işçi sınıfının bu denli sömürülmesini, iş güvenliğinin yetersizliğini, ekonominin bu denli kötü olmasını, fakir mahallelerin varlığını, sosyal hayatın sınırlı olması gibi bir durumu düşünememiş olmama ve ön yargılarıma çok şaşırdım. sosyal devletin varlığı, zengin kapitalist sistemde bu görüntüleri yok etmiştir gibi bir yanlış düşünceye kapılmışım nedense, yanılmışım. müzikler ve sözleri şahane. diyaloglar az belki ama şarkı sözleri fazlası ile anlatılmak isteneni aktarmış.

    --- spoiler ---

    işçi sınıfına ait ansa ve holappa'nın çıkarsız ve masum aşkına tanık olurken, işçi sınıfının yaşadığı zorlukları, hayata bağlanmak için gösterilen çabayı, gösterişten uzak yaşam tarzlarını, yalnızlıklarını, emeklerinin sömürülmesini, dayanışmalarını, depresif hallerini, mücadelelerini vs ajitasyondan uzak yalın bir bakış açısıyla izliyoruz. olumsuz koşullar içerisinde güzel bir aşk masalı, gerçeklerden sapmadan ve arabeskin dibine vurmadan nasıl ekrana yansır izlemiş olduk. bu hayat tarzının ve koşulların duygulara, ilişkilere ve konuşmalardaki sadeliğe yansıması hayli ilginç. radyo, evdeki eşyalar, kıyafetler vs hepsi eskinin yansıması gibi dururken haberler, cep telefonu vs günümüz olduğunu hatırlatıyor. ansa'nın ve kadın işçilerin cesur ve onurlu tavırları, dayanışmaları çok etkileyici. ansa radyodan takip ettiği savaşın korkunç soğuğunu hissederek yaşam mücadelesine onurlu bir şekilde devam ederken, holappa'nın alkol problemine göz yummaması ve aklının sesini dinlemesine bayıldım. köpekle olan ilişkisi de ayrı güzel. bizdeki arabesk duygular değil, aklın sesi çok ön planda. holappa'nın da düştüğü yerden kalkmak için bu sevgiden güç bulup içkiyi bırakması da çok doğru bir mesaj. hastane çıkışında karşılaştıklarında ansa'nın göz kırpmasındaki sıcaklığa ise bayıldım. sevginin gücü sayesinde duygularını yansıtmayan donuk bakışlı soğuk kuzey insanından sıcak diyarlara geçiş yaptığı sahne çok etkileyici. kadın ve köpek önde, adam da onlara yetişmeye çalışırken film romantik bir şekilde sonlanır.
    "kanatları olmayan çakılı kalır bu gri toprağa"
    "sonsuza kadar tutsağız burada, mezarın bile çitleri var" gibi dizeler kaldı aklımda. bir ara şarkıları tekrardan dinlemeyi de düşünüyorum.
    --- spoiler ---
  • filme konu olan aşkı, doğurduğu yokluğu ve acıyı yalın bir ifadeyle yine emek ve sermaye çelişkisi içinden güzelce çekip almış yönetmenimiz ve aşkın bulunma halini hiç dramatize etmeden önümüze sermiş.

    aki kaurismäki aklımda (bkz: proletarya üçlemesi) ile çok özel bir yere sahiptir. yoksul insanlar, getto içindeki yabancılık ve emek sermaye ile ilişkisi onun sinemasında her zaman kendine yer bulur ve oradan seslenir seyircisine. bu film özelinde de bu durumu görmek mümkün tâbii ama niyeyse bana birazcık zayıf bir hikaye gibi göründü bu kez, elbette çok güzel dokunuşlar var yine ama filmi izlerken onun aklımda yer ettiği halini özlemedim değil. genel olarak beğenmedim diyemem.

    bir de beni epeyce güldüren bir sahneye değinmek istiyorum. aki kaurismäki burada amerikan sinemasını minimal bir dokunuşla çok ağır bir şekilde eleştirmiş aslında.

    --- spoiler ---

    filmin ana karakterleri olan ansa ve holappa sinemaya giderler. filmi holappa seçer ve ansa'yı ucuz bir amerikan zombi filmine götürür. film bitince sinema kapısının çıkışından filmden çıkanları seyrederiz. önce birkaç kadın çıkıyordu sanırım ve ardından iki tane abi çıkıyor, uzun saçlı ve paltolu olan abi zombi filmi için "bana bresson'un bir taşra papazının güncesi filmini anımsattı der. devamında deri montlu beyaz saçlı ise "bana da godard'ın hayatını yaşamak filmini." der ve dağılırlar.

    --- spoiler ---
  • pek güzelinden bir billy talent şarkısı, billy talent ii'nin bombası hatta. sözleri şu şekildedir:

    in a crooked little town, they were lost and never found
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground

    i hitched a ride, until the coast
    to leave behind, all of my ghosts
    searching for something, i couldn’t find at home

    can’t get no job, can you spare a dime?
    just one more hit, and i’ll be fine
    i swear to god, this’ll be my one last time!

    in a crooked little town, they were lost and never found
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground
    run away before you drown, or the streets will beat you down
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground

    when it gets dark, in pigeon park
    voice in my head, will soon be fed
    by the vultures, that circle round the dead!

    in a crooked little town, they were lost and never found
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground
    run away before you drown, or the streets will beat you down
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground

    i never once thought, i’d ever be caught!
    staring at sidewalks, hiding my track marks!
    i left my best friends, or did they just leave me?

    in a crooked little town, they were lost and never found
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground(x2)

    run away before you drown, or the streets will beat you down
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground

    run away before you drown!
    fallen leaves, fallen leaves, fallen leaves… on the ground (x2)
  • aki kaurismaki'nin hem insanın günlük rutinine odaklanıp hem de o rutindeki gereksiz ne varsa kırpıp attığı, minimalizmin derinliklerine tüpsüz dalan bir eser. ayrıca oldum olası büyük bira bardaklarını severim.
    eserin çekildiği coğrafyadaki "kadının ilk hareketi yapması ve sonrasında gelişen fedakarlıkları"nı filmin en sonunda yine önden yürümesi gibi güzel bir sekansla ifade etmesi ise, eserin içindeki doğruları yapmalarına karşın, bütün olamayışlara ve denk gelemeyişlere pasif olarak direnen bu iki karakterin mutlu sonunu çok güzel tamamlıyor.
  • fakir finlandiyalı da görmedik demeyiz. coğrafya kader değilmiş. fakirsen bağcılar ile helsinki arasında fark yokmuş. filmi beğendim ama konusu,diyalogları ya da hikayesi için değil. o sıradan günlük rutini sanki içinde yaşıyormuşuz gibi hissettirdiği için sevdim.
  • insanı oturduğu yerde koparan müthiş bir billy talent parçası.
  • filmi izleyip sevenlerdenim. herkesin sevmesini boşver izlemeye başlayıp da dayanabileceği bir film değil. renkler, dekorlar, sahneler ve oyunculuklar oldukça düz . filme sizin enerjinizi verip emek vermeniz gerekiyor. hikaye çok yalın anlatılmış. buradaki yalınlık kuzey ülkelerinin de yalınlığı aslında. belli bir yerde belli bir çemberde sıkışmış hayatlara bakış gibi. 7/10
  • "geçmişi olmayan adam" filmi ile daha önce yabancı dilde oscar adaylığına kavuşan aki kaurismäki'nin son filmi "sararmış yapraklar" yönetmenin kendine has üslubuyla bir aşk hikayesi olarak karşımıza çıkıyor. bu film ve dolayısıyla anlatılan aşk hikayesi arasında bir bağ kurabilmek için yönetmenin tarzına alışık olmak gerekiyor. kaurismäki sinemasına uzak kişiler için bu film oldukça zorlu geçebilir.

    bu filmi ikinci izleyişim. ilk izlediğimden daha iyi bir etkiyi ikinci izleyişimde buldum. yönetmene ait diğer filmleri mubi koleksiyonu sayesinde izleyebildim. kibritçi kızdan, geçmişi olmayan adam filmine kadar bir çok yapımı izleyince yönetmen sineması hakkında epey bir bilgim ve bu bilgi sayesinde filmleri ile aramda bir bağ oluştu.

    kapitalizmin emek sömürüsü bu sefer bir süpermarket sekansıyla karşımıza çıkıyor. kapital dünyada donuklaşan yüzleri ile işçiler kaurismäki sinemasının olmazsa olmazı. kapital dişliler arasında can çekişen karakterlerin öyküsünü kara mizah öğeleri ile aktarmasını çok iyi biliyor. bayan grönholm'un (alma pöysti) çöpe gidecek bir ürünü yanında bulundurması ile şirket için çöp kadar değerinin olmadığının aktarıldığı sahne ya da filmin ana erkek karakteri holappa'nın (jussi vatenen) ciğerlerini yok eden bir işte çalışırken sigara içilmesi yasaktır levhalı bir bankta oturup arkadaşı ile yaptığı sohbet buna iyi bir örnekti. her filminde bu detayları fazlasıyla bulabiliriz.

    ansa ile holappa'nın aşkı bir karaoke barında başlıyor. kaurismäki'nin eşsiz müzik zevki ile filminin karelerini kurguladığı yapımlar için bu barlar vazgeçilmez bir araç. kaurismäki'nin aşkları da filmleri gibi tezatlıklardan nasibini alıyor. aşkı tanımlayan tutkuyu, diyalogları, gözlerde parlayan heyecanı ya da büyük kalp kırıklıklarını arıyorsanız bu film size göre değil. iki ana karakteri hareketsiz ve geniş açı görüntüleri ile bir çercevenin içine hapsediyor. çerçevenin içine duyguyu katan müzik ve tezatlığı perçinleyen kara mizahi ekliyor. çok farklı ama izledikçe etkisi kuvvetli bir formül bu. ilk karşılaştıklarında f. schubert'in serenad müziği ile kaçamak ve donuk bakışlar ile aşkın ilk heyecanını, ikinci karşılaşmasında iletişim kurmayan iki karakteri sadece enstrümantal bir müzik ile betimlemesi, telefon numarasını kaybedişi ile hayal kırıklığını anlatan dizeler, ayrılık ve sonrasında gelen çaresizlikler ve dahası. müzik sekans işbirliğinin en güzel örneği karaoke barında ayrılığın gölgesinde duyduğumuz müzikti.

    "beni gitmekten alıkoyacak hiç bir şey yok
    sonsuza kadar tutsağım burada
    mezarlığın bile çitleri var
    acılara doğmuşum ben"

    https://youtu.be/m9qh2nnrpgq?si=fhf_zvdl03fdf6kb

    yönetmenin gazetecilik geçmişi filmlerinde geniş yer buluyor. sararmış yapraklar filminde de radyo aracılığı ile ukrayna'da yaşanan drama hem tanıklık ediyoruz hem de belgeliyoruz. kibritçi kız filminde çin'de tiananmen meydanında başlayan öğrenci eylemleri ve yaşanan baskıları ve acıları nasıl belgelediyse bu filmde de bunu görüyoruz. kaurismäki sinemasının en sevdiğim yanlarından biri de bu. karakter gelişiminin kara mizah ile dengelendiği hikaye örgüsü ise beğendiğim diğer özelliği. filmde bir anda ünlü olmayı bekleyen haotari karakteri üzerinden günümüz dünyasına yaptığı hiciv ya da ansa'nın internet kafede bulunduğu anlarda " niyetiniz kötülemek değildi ama yine de kötülediniz, siz insanların sorunu da bu." repliği ile yaptığı sosyal medya ve linç kültürü eleştirisi kara mizah göndermelerine bir kaç örnek. bir de anların tezatlığı ile ortaya çıkan sekanslar var. mambo italiano müziği eşliğinde mutsuz insanları çerçeve içine alırken "neşeyle tepineceğim olduğum yerde" sözleri bende anı kahkahalara neden oldu. ama bu konuda en iyi filmi izlediklerim içerisinde "geçmişi olmayan adam" dır. o filmi kaurismäki'nin başyapıtı olarak tanımlayabilirim.
hesabın var mı? giriş yap