• rivayete göre sultan mahmut asakir-i mansure-i muhammediye adli orduyu kurarken bu ordu icine fellahlarin alindigini gorunce "bana turk evladi getirin fellahtan asker olmaz" demistir. ancak mehmet ali pasa bunlardan asker yapabilmistir.
  • kıbrıslı türklerin, kıbrıs'ta yaşayan türkiyeli türkler için kullandıkları söz.
  • ciftci anlamina gelir adana hatay yoresindeki araplarla hakaret etmek icin kullanilmakta olup soylenmesi pek tavsiye edilmez
  • arap işte
  • (bkz: hasan sas)
  • adana, hatay ve mersin civarında yaşayan, ataları genelde suriye, lübnan gibi memleketlerden göç etmiş alevilere denir. tabii bu geçen hafta gerçekleşen bir olaydan ziyade 1800lerde cereyan etmiş bir hadisedir.

    pek çoğunu suratlarından ya da konuşmalarından anlamak mümkün değildir.
    özellikle aile büyükleri evlerinde ya da kendi aralarında arapça konuşurlar. ancak bunun ayrımcılık ya da asimile olmamaya çalışmak gibi karmaşık işlerle bir ilgisi yoktur. tek nedeni şu an 60lı yaşlarında olan kuşağın bildiği tek dilin arapça olması. dolayısıyla en küçük çocuklar bile evin içerisinde arapça konuşmalarla büyüdüklerinden bir şekilde arapçayı öğrenirler. sözü edilen arapça da ne suudi arapçası ne de suriye, ırak arapçası değildir. tamamen kendine özgü, türkçe, farsça ve ağırlıkla suriye'ye has arapçadan oluşan bir sentezdir.

    gökte allah yerde fellah gibi bir slogana sahiptirler. kendilerini allah'ın yeryüzündeki elçisi konumunda görmekten ziyade, "orada onun sözü geçer, burada bizim sözümüz" anlayışını özetleyen bir slogandır. ama bunun aksine zararsız, hatta özellikle adana'nın dokusunun garantörüdürler diyebiliriz. son yıllarda artan göçlerle adana'nın iyice değişen yapısı neredeyse bir tek fellahların yoğun olduğu mahallelerde bozulmadan kalmıştır. çünkü dışa kapalı bir yapıları bulunur. ne dışarıdan birinin girmesine ne de bir başkasının dışarı çıkmasına hoş bakmazlar. fellah olmayanlarla evlenen, iş yapan fellahların başına gelen hazin öyküleri anlatan dengbej benzeri amcalar, teyzeler bulunur aralarında.
  • 1800'lerde suriye üzerinden adanave hatay yöresine tarlalarda çalışmak üzere gelen göçebe eti türklerine yerel halk tarafından sırf sinirlendirme amaçlı takılmış lakap. ama gelin görün ki fellah sadece 'tarlada çalışan kişi' veya 'çiftçi' anlamına gelmektedir ve aslında bi aşağılama değil yüceltme olarak bile algılanabilir.
  • bir kültüre bağlı olmak, hemen hemen aynı kavramsal ve dilbilimsel evrene sahip olmaktır, kavramların ve fikirlerin farklı dillere nasıl çevrilebildiğini bilmek ve dünyayı işaret etmek için dilin nasıl yorumlanacağını bilmektir. bu dizgeyi paylaşmak dünyayı aynı kavramsal harita içinde incelemektir. nusayriler bu bağlamda yazılı türk basınında farklı kültürel unsurlar taşıyan bir topluluk olarak mı, antropolojik bir sergileme sahası olarak mı, aynı kavramsal haritayı paylaşan “biz”e dahil olarak mı, kuruluyor? ya da tamamen yok mu sayılıyor? malumdur ki 'sözünü ederek yok sayabilmek' diye de bir yöntem mevcuttur.... nusayriler aynı dilbilimsel haritayı paylaştıklarıyla hem arapça hem de türkçe konuşan bir topluluk; ancak bu iki dilin birbirine çevirilebilirliği anlam düzeyinde birbirini karşılayacak düzeyde değil. örneğin türkçe bir sözcük olan silgi ve bunun gibi daha bir çok sözcüğün arapça bir karşılığı yoktur. nusayrilerin arapça-türkçe ekseninde iki dilli bir topluluk olması, kültürün “çevirilebilirlik” sorunu açısından önemlidir ancak sorun bununla sınırlı değildir. burada önemli olan dünyaya bakış, dünyayı yorumlayış anlamında ortaya çıkan farklardır. azınlık kültürü, egemen kültürün alt kültüre verdiği isimlerle “içselleştirilmiş bilgi” olarak kültürel farkın bir bileşeni haline gelir. örneğin “fellah” ve “arap uşağı” isimlendirmeleri egemen kültür tarafından farklı bir bilgiye, nusayriler tarafından farklı bir bilgiye işaret eder. egemen kültür içinde -genellikle- fellah, yeniden doğuşa (reenkarnasyon) inanan, kendilerini ayrı bir dinin mensubu gibi gören, hz. ali’yi tanrı bilen, muhammed ibni nusayr’ı hz. muhammed’in yerine koyarak peygamber sayan araplara uşaklık etmiş bir topluluğu niteleyen bir isimdir. egemen kültürün bilinçaltında -genel olarak- bu tür içsel inanç yapılanmasına sahip toplulukları bir sapkınlıkla itham etme eğilimi sözkonusudur. oysa nusayrilerce* fellah sözcüğü, -sadece- toprakla uğraşan, çiftçilik yapan anlamına gelmektedir.
  • aynı zamanda cezayirli bağımsızlıkçılara (1954-62) verilen addır "fellaga". arapça'dan fransızca'ya geçerken "yol kesen haydut, kafa kesen" gibi anlamlar kazanmış olması, dolayısıyla, anlaşılırdır.
  • adanalılar'ı sinirlendiren sözcük*. konunun tarihsel boyutu da şu şekildedir aslında:

    osmanlı zamanında ii. mahmud dönemindeki mısır valisi kavalalı mehmet ali paşa'nın osmanlı üzerine yürüyerek kütahya'ya kadar osmanlı'yı bozguna uğratması sonucu, ii. mahmut konstantiniye'nin* de işgale uğrayacağından korkmuştur. bu nedenle çarlık rusyası'yla hünkar iskelesi anlaşması yapmıştır kendisini kendi valisinden koruması için*. boğazların çarlık rusyası'nın kontrolüne geçeceğinden korkan ingiltere ve fransa kavalalı mehmet ali paşa'yı* osmanlılar'la barışa zorlamışlardır ve 1833 yılında osmanlılar kendi valisiyle* kütahya antlaşması adı verilen bir antlaşma yapmaya mecbur bırakılmıştır. bu antlaşmaya göre mısır, suriye ve girit valilikleri kavalalı mehmet ali paşa'ya, cidde ve adana valilikleri oğlu ibrahim paşa'ya bırakıldı.

    her ne kadar ii. mahmud'un bunu içine sindiremeyip nizip'te* tekrar kavalalı mehmet ali paşa'nın ordusuyla savaşması ve osmanlılar'ın yenilmesine rağmen 1841 yılındaki londra konferansın'da hegemon güçlerin* bastırması sonucu kavalalı mehmet ali paşa adana ve girit valiliklerini osmanlı'ya bırakmak zorunda kaldıysa da 1833-1841 arasındaki 8 yıllık zarfta ibrahim paşa* mısr'dan getiridiği işçi köylüleri adana'ya yerleştirerek şeker kamışı, pamuk, buğday yetiştirmelerini sağlamıştır. mısır'ın yerel dilinde köylü anlamına gelen fellah denen bu insanların nüfusu kentte bir hayli artmıştır. fakat adana'nın 1841'den sonra osmanlı'nın tekrar eline geçmesiyle ii. mahmut şehrin demografisini türklerden yana değiştirmek için batı ege'deki yörük-türkmen boylarını buralara yerleştirmiştir.

    benim üzüldüğüm nokta, sırf bu olaylar nedeniyle boğazlar ilk defa 1841'deki londra konferansı'yla devletler arası bir kimlik kazanmıştır. bir başka deyişle boğazlar konusundaki kararlar türkler'in tekelinden ilk defa bu konferansta çıkmıştır.
hesabın var mı? giriş yap