• bbc ve open university ortak yapımı belgesel. sunuculuğunu tarihçi bettany hughes yapmıştır.
  • genius is a genius, in modern world mat be yes may be not:)

    modern dünyada gerizekalı.
  • şaşırdım doğru düzgün bir eleştri yapılmamış hakkında. dünyanın en saçmasapan belgeseli -ki sadece birinci bölümünü izledim. komünizmi bir ingiliz bakış açısıyla ele almışlar. kadının abartılı sunumunu negatif etkiye dahil etmiyorum bile. anti-komünist bir bakış açısıdır bence. hakkında redditte uzun uzun eleştriler var. sıkılmıyorsanız gidin okuyun. netfix'in de ben ta
  • bbc'nin ne kadar cimri olduğunu gördüğümüz belgesel. sunan kadın bütün bölümleri aynı kıyafetle çekmiş :/ insan arada değiştirir canım benim, bu kadar mı yokluktasınız?

    bir de bence "cinyıs" çok iddialı olmuş, "modern dünyaya damgasını vuranlar" belki.

    hayır ne cinyıs'lar var yani o bakımdan söylüyorum.
  • bir belgeseli marx üzerine kurarsan izlemem. freud üzerine kurarsan izlemem. nietzsche üzerine kurarsan izlemem. ben bunu izlemem......
  • antik dünya’nın dahileri adlı bir belgesel dizisi de var,ben beğendim.buda,budizm hakkında bayağı bilgi sahibi oldum.daha önceden bilgim yoktu.buda’dan ayrı olarak sokrates ve konfüçtus da anlatılıyor.modern çağın dahilerinde de karl marx’ı bilmiyorum ama, nietzsche ve freud belgeselleri iyiydi bence.
  • 3 bölüm halinde yayınlanan ve bu 3 bölümde sırasıyla marx, nietzsche ve freud'un toplumdaki etkilerini araştırıp belgelerle bunu destekleyen izlenilesi bir belgeseldir.

    benim görüşüm şu şekilde ;

    19.yy a damgasını vurmuş dahilerin hayatlarını 45 dk ya sığdırırken en çok etki ettikleri sosyokültürel ve ekonomik dalları izleyiciye sade bir üslupla aktarması gözümde sürükleyici bir belgesel dizisi olmasına yetmiştir.
  • ingiliz yapimi bi marx belgeseli gorunce sasirmistim.

    sans vereyim dedim resmen cop.

    belgeselin ilk bolumunun (karl marx) ozeti şu;

    "bakın marx iyi adam ama kimse marx ı anlamıyo, biz de anlamıyoz. sovyetler diktatordu katildi, ama marx iyiydi. siz yine de marx ı dinlemeyin, son."

    aklınca sosyalizm'in kazanımlarını marx'dan ayırmaya çalışmış. çok sinsice hazırlanan bi belgesel, zaten kapitalist bi ülkeden marx belgeseli beklemek ayrı sacmalık.

    ha yine de olur da acıp izlerseniz marx belgeseli izledim diye gezinmeyin ortalıkta. 45 dakika boyunca sadece sovyetlere bok atmıslar mallar.

    ikinci bölüm e deginmiyorum bile. koskoca nietszche'nin ustinsanı, tragedyası varken tuhaf tuhaf konulara dalıp durmuslar. bu belgeselin yapımında calısıp nietszche ya da marx okuyan bir kisi varsa siksinler beni.
  • yalnızca marx bölümünü izlemek bile delirmem için yetti.

    kadın sunucunun, sürekli ''ama bence öyle değil'' tarzındaki yorumları çok utanılası.
  • karl marx, nietzschce ve freud'un isimlerini görünce heyecanlanıp ilk bölümünü izlediğim belgesel dizi. diğer iki bölümü de izleyip burayı editliyciğiim efenim.

    karl marx'ı az da olsa düşünceleri, eserleri, hayatına etki eden isimler, sağlık problemleri, aile hayatı, eğitimi, sosyoekonomik durumuyla yani birçok yönüyle tanıtan bir bölüm olmuş. açıkçası kendisi hakkında yüzeysel bilgilere sahip biri için akıcı ve bilgilendiriciydi. yapımda beni rahatsız eden şey ise anlatıcı oldu. kadının ses tonu mu desem heyecan katmaya çalışıp abartılı anlatışları mı desem bilemiyorum beni irite etmedi değil.

    şimdi unutmak istemediğim bazı detayları bırakıyorum buraya.

    -"filozoflar dünyayı sadece yorumladılar, asıl mesele dünyayı değiştirmek" - karl marx

    -engels de ileri görüşlüymüş vesselam, marx'ın mezarının başında "adı ve yaptığı işler asırlar boyu unutulmayacak" demişş

    - ayrıca marx beni üzdün sjsksjsj karını aldatmışsınn evdeki çalışanla. hem de ikisini de aynı zamanlarda hamile bırakmışsın :((

    -dizinin bir yerinde şöyle bir diyalog geçiyor: bize bıraktığı zorlu şu soru: kapitalist bir sistemde yaşayıp sağlıklı, işlevsel, tehlikeli olmayan insan ilişkileri geliştirebilir miyiz? üzerine düşünülesii.

    - ve bitiş cümlesini sevdim şöyle: marx'ı ister kahraman, ister kötü adam olarak görün, onun felsefi yolculuğu sorgulanmalı ve asla unutulmamalı.

    edit: 2.bölüm - (bkz: friedrich nietzsche)

    genel anlamıyla bu bölümü de sevdim. tabiki 50 dk oldukça yetersiz, niçeyi anlamak için. ama güzel bir özet diye düşünüyorum. niçe'ye doyamayanlar için (bkz: nietzsche ağladığında) şimdi gelelim bölüme ve detaylara;

    -niçe ölümlerden sorumlu olduğumuzu düşünüyordu. çünkü sadece tanrıyı öldürmekle kalmadık hayatımıza anlam katan şeyi de öldürdük. ahh ahh...

    -etkilendiği bi'çok düşünür, yazar, sanatçı olduğunu görüyoruz. derinden etkileyip sorgulamasına yol açıyor ama bir o kadar da reddediyor bu fikirleri. üzerine bir şey koymaktan çok bambaşka yorumluyor öğrendiklerini, çünkü o bir niçe. durumun bir örneği olarak; niçe'nin önce wagner'in müziğinde, tragedyada kendini bulmasında sonrasında ise wagner'ın kolektif bilinç oluşturmasından çok kendini kahraman olarak gösterişinden oldukça rahatsız olup reddedişinde görüyoruz. önce kendini akademiye yakın görüp bi süre sonra profesörlükten istifa edişi gibi birçok örnekle çoğaltabiliriz bu durumu.

    (bkz: sils maria) onun için oldukça önem arzeden bir yermiş. (bkz: bengi dönüş) kavramının ilk kıvılcımları burada atılmış. orada bir kayanın önünde fark ettiği düşünce deneyini bırakıyorum:
    niçe'nin hepimize her eylemi, hayatımızın her kararını, analiz edip hayatımızı dolu dolu yaşayacağımıza yardımcı olacağına inandığı düşünce deneyi. sorusu şöyle:

    "bir şeytan kulağınıza yaşadığınız hayatı ve yine de sonsuza kadar tüm anlarıyla ve güzellikleriyle birlikte yaşamak zorunda olduğunuzu fısıldasa öfkeden yere düşüp dişlerinizi gıcırdatır ve bu şeytanı lanetler miydiniz? yoksa onun bir tanrı ve söylediklerinin kutsal olduğunu mu söylerdiniz?" oldukça sarsıcı bir soru. bu soru beni yalom'un kitabındaki dr.breuer'ın yaşadığı deneyime götürdü.

    - çok açık konuşacak olursak niçe; acı çekmenin kaçınılması gereken bi tecrübe olmadığını söylüyor bunun yerine kabul edilmesi ve öğrenilmesi gereken bir duygu olduğunu anlatıyor. bunu hepimizin bildiği "seni öldürmeyen şey güçlü kılar" sözünde de görüyoruz zaten.

    - aşk hayatına çok girmeyeceğim ama bu detaydan da bahsetmeden edemiyciğiim sjskssjs lou salome' ye arkadaşı paul ree aracılığıyla evlenme teklifi ettirmiş sjsdksk kabul etmeyince kendisi teklif etmiş ama tabi tekrar reddetmiş.

    -son olarak "boşluğa yeterince uzun bakarsan, boşluk da sana bakar" diyor niçe. ah niçe ben bu aralar boşluğa çok bakıyorum:(( zaten bizden, modern zamanlardan, modern zamanların insanlarından hiç ümidin yokmuş, o kadar haklısın ki...

    edit: 3.bölüm – (bkz: sigmund freud)

    diğer iki bölüme kıyasla çekimleri daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. özellikle ilk bölüm gözlerimi kanatıyordu. bu sefer çok uzatmadan özetliyorum; freud’un rüyaları keşfedişi, psikanaliz, (bkz: oedipus kompleksi), kokain bağımlılığı, jung ile yollarını ayırmaları, (bkz: aktarım) kavramı, dil sürçmeleri, travma sonrası stres bozukluğunu keşfedişi bölümde değinilen konulardan.

    freud’un bilinçaltı yorumu etkileyici olduğu için not ediyorum; her insanın zihinsel hayatında kendiliğinden olan isteklerin, düşüncelerin ve fantezilerin muhafaza kutusudur.

    bizlere bıraktığı derin soruyla kapanışı yapıyorum, sorunun aklınızı kurcalamasına izin verin, şahsen ben biraz kayboldum düşünürken.
    geçmişin ve gizli kaygılarımızın tutsakları mıyız, yoksa aklımızı kavrayabilmeyi, gerçekten zihinlerimizin efendisi olabilmeyi öğrenebilecek miyiz?
hesabın var mı? giriş yap