• mehmet bekaroğlu, “insan gelişimi aşama aşamadır, tutup dört yaşında bir çocuğun kelimeleri imalarıyla anlamasını bekleyemezsiniz. o çocuğa ‘ağır başlı’ dediğinizde kafası ağır olan, büyük olan birini tahayyül eder. o çocuğa tutup ‘hepimiz ermeniyiz’ derseniz kelimeyi esas anlamıyla anlayıp size ‘ben ermeni değilim’ diyebilir. ne var ki bizler dört yaşında değiliz.” der iken faşizmin doğal çocuk olarak adlandırılan eğitilmemiş benlik durumu ile olan ilişkisine de dikkat çeker. temel olarak faşizm, bireyin muhatabının karşısındaki durumunu algılama sorunudur ve her yine bireyin egosundan beslenir. insanın kendini beğenme dürtüsünün eğitilmemiş tarafıdır ki bu yönüyle de “çocukça”dır. germania anno zero da bu bağlamda bir çocuğun dünya algısı üzerinden nazizm ve bittabi faşizm alegorisine arka plana savaş sonrası almanya’ yı alarak soyunuyor.

    hikaye edmund’u anlatıyor. savaş sonrası geceleri çalışmak zorunda kalan ablası, eski bir asker olan ve bunun ezikliğiyle insan içine çıkamayan abisi ve hasta, yaşlı ve yatalak babası ile tek göz odada yaşıyor edmund. para kazanmak için canını dişine takıyor, evdeki eşyaları satıyor, yoldan kömür topluyor, büyüklerin işlerinde çalışıyor. hayatta kalmak ve ailesine yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor kısaca. halinden memnun olmadığı kesin fakat emek-ekmek ilişkisinin bilincindeymişçesine, büyümüş de küçülmüş şirinliğinde günlerini berlin sokaklarını aşındırarak geçiriyor. bu günlerden birinde eski öğretmenlerinden biri ile karşılaşıyor ve film faşizm ile olan derdini anlatmaya bu noktadan başlıyor. aynı zamanda bir nazi olan öğretmen, para karşılığında edmund’a kimi satışlarda aracılık yaptırıyor ki, bunlardan birinde bir askere bir hitler konuşmasının kaydı satılıyor, bizde karakterin nazi bağlantısını kavrıyoruz. deneme amaçlı dinlenen kayıtla beraber berlin’in yıkık binalarında gezinirken rossellini, gerçeğin estetiğini hem gözde hem kulakta hissettiriyor. öğretmen ilginç bir nazi komünü ile beraber yıkık bir malikanede yaşıyor. pedofili eğilimleri bulunan, kendi içlerinde garip bir hiyerarşiyi haiz, aristokratların tepede bulunduğu bir komün bu.

    burada durup rosselli’nin nazi stereotipindeki bir arızadan bahsedelim: hem roma citta aperta’ da, hem de germania anno zero’ da naziler cinsel kimlikleri ile de varlar. rca’nın nazileri eşcinsel iken gaz’ın nazileri pedofili. kötü olarak addedilen karakterlere cinsel kimlikler kazandırmak, bu kimliklerin de “kötü” olarak algılanmasına sebep olacaktır ki bu direk sinemada/iletişim araçlarında egemen dillin kitle üzerindeki tahribatları ile ilişkilendirilebilir. pedofili, istismar bağlamında elbette suçtur fakat aynı zamanda bir hastalıktır da. eşcinselliği tartışmak bile abes. bu noktada roberto rosselli’nin cinsel ayrımcılık tuzağına düşmesi, pek eleştirdiği faşizme yakınsamasına sebep oluyor. her filminde yer verdiği katolik eğilimlerinin de etkisi olsa gerek bu yaklaşımında.

    filme devam: bu şirret pedofili yuvası, köhne nazi malikanesi ziyaretlerinden birinde, öğretmenine babasının durumundan bahsediyor edmund. hastalığını ve ölmesinden korktuğunu anlatıyor. öğretmen’in tepkisi ise tanıdık: güçsüzlerin, hastaların, yetersizlerin ölmesinde sorun olmadığını hatta ölmeleri gerektiğini dillendiriyor öğreten. duyduklarını kendine göre yorumlayan edmund, bir çocuğun ve binlerce faşistin yapacağını yapıyor, milyonlarca insanı gaz odalarında yakıyor. edmund’un yaptıklarını öğrenen öğretmenin tepkisi ise akla bir diğer nazi eleştirisi olan hitchcock’un rope’unu getiriyor: ben öyle demek istememiştim! bu noktadan sonra yaptığı yanlışın ayrımına varıyor edmund, hatasının boyunduruğu altında yaşamaya çalışırken, rossellini de bizlere o eşsiz kapanış sekansını armağan ediyor.

    filmin, alman halkını olumlu/olumsuz yargılamak gibi bir iddiası yok, başlangıç jeneriğinde de bunu belirtiyor yönetmen. amaç sadece gerçeği aktarmak ve izleyiciyi bunun üzerinde düşünmeye çağırmak. yönetmenin bu düşünce çağrısıyla izleyiciden beklediği ise edmund’un hayatla barıştırılması, dışlanmaması. bir nevi rehabilitasyon. kitleler yaptıklarından dolayı suçlanabilirler elbet ama her daim katil iktidardır, halk belli bir noktaya kadar masumdur ve her daim affedilmeyi, sevilmeyi hak eder, eğer isyana niyeti varsa.
  • izlediğim ilk rossellini filmi. mubi'de gösterilmesini fırsat bildim. aradığım her şeyi de buldum.
    yaşadığım şehirde yürürken eğer bombalanmamış olsaydı nasıl görüneceğini hayal etmeye çalışırım bazen. yaşadığım binanın kardeş binaları ayakta hala ama kendisi bombalanarak yıkılan binanın yerine yapılmış mesela. ne hayatlar vardı kim bilir! işte bu çok gerçek. internette zibil gibi bulunan restore edilmiş savaş sonrası görüntülerini sevmiyorum mesela. o da gerçeğin kendisi ama kameraya bakan, önüne geçip dikilen insanlar olayın doğallığını bozuyorlar. filmde ise yıkıntıların arasında olanca doğallığıyla akan bir hayat var. bir tür zaman makinası gibi. insanlar gerçekten o koşullarda yaşadılar ve o hayatların neye benzediğini yakından görebiliyorsunuz filmde. şehrin görüntüleri maket, cgi ya da virtual reality falan değil.
    filmdeki açlık çok gerçek bir kere. oyuncular, çekimler için italya'ya gittiklerinde makarnaya, pizzaya, gnocchiye gömülmekten o kadar kilo almışlar ki o fazla kilolar verilene kadar çekimleri durdurmak zorunda kalmışlar. yılların açlığı birikmiş insanlarda. ekibin çoğu çekimler bittikten sonra almanya'ya dönmemiş. italya kırsalında kendilerine yeni hayatlar kurmaya çalışmışlar.
    bizim tam olarak anlayamayacağımız bir gerçek ikinci dünya savaşı. dönemin insanlarıyla, dönemin şehirlerinde çekilmiş olmasıyla bize o dönemi en iyi gösteren film olduğunu düşünüyorum. rossellini bir pencere açmış gelecek kuşaklar için geçmişe.
  • 1948'de, tam olarak o hikayelerin geçtiği yerde ve geçtiği zamanda çekilen film. bu yönüyle bile inanılmaz hayranlık uyandırıyor. arka plandaki harabeye dönmüş berlin, sefaletle boğuşan insanlar, karaborsayla ilerleyen ticaret ve bütünüyle beraber karamsarlığını buram buram hissettiriyor.
  • başından sonuna kadar arkada çalan gergin müzik filmi anlatmaya yetiyor. çok bahsedilmiş ama filmin etkisini arttıran önemli etkenden ben de bahsedeceğim. tabii ki şehrin sefalet içerisindeki halinden bahsediyorum. yıkık, kasvetli ve gerçekçi. savaş sonrası görüntüler birer efekt değil. o binalar gerçekten bombalandı, o insanlar hayatta kalabilmek için kendilerini sattılar, hırsızlık yaptılar, acımasız oldular. bazen savaş ve savaş sonrası filmleri izlerken yönetmenlerin abartıya kaçtığını düşünürüm. filmin etkisini ve vuruculuğunu arttırmak için bazı sahneler eklerler. ancak bu filmde bu hatalara düşülmemiş. hatta bazı şeylerin az bile gösterildiğini düşünebilirsiniz

    --- spoiler ---
    "kaldırımda yatan cansız bedeni, bütün değerleri altüst eden nazizm'in yol açtığı çöküşün "mahkeme ilâmıdır" sanki" - rekin teksoy
    --- spoiler ---
  • yapıldığı yıllarda sert eleştirilere maruz kalmış bir filmdir. hatta r. rossellini, bir filmin bundan daha fazla gömülemeyeceğini ifade etmiştir. savaşın hemen ertesinde berlin'de film çekmeye kalkışmak gerçek bir cesaret işidir. tıpkı angelopoulos'un, bosna savaşı devam ederken ulis'in bakışı'nı çekmesi gibi... rossellini çok severim, bu filmi ayrı severim. film, yönetmenin savaş üçlemesinin son filmidir: roma città aperta (1945), paisà (1946) ve germania anno zero (1948).

    bu filmi izleyen, alain resnais'nin gece ve sis'ini* (1956), ardından mikhail romm'un sıradan faşizm'ini* (1965) izlemeli. ikinci kavga sinemasının italyan, fransız ve rus babalarıdır bu üç film.
  • diger italyan yeni gercekciligi filmlerine baktigim zaman bende daha gerilerde duran ama yine d hakki verilmesi gereken ve akimin butun ozelliklerini tasiyan bir filmdir. bir cocugun psikolojisiyle sekillenen olaylarin ulasabildigi yerleri gormekteyiz bu filmde.
  • rossellini filmi.
    -spoiler-
    güzeller güzeli bi çocuğun nazizmin yıkıntısında ekmek aradığı, kadınların fahişelik yapmak zorunda kaldığı vurucu bir film. zavallı edmund bi de omuzlarına babasının pişmanlığı bindi taşıyamadı zavallım.
  • (bkz: roberto rossellini)'nin 1948 yılında yayınlananan filmi.ıtalyan yeni gerçekçiliği en sevdiğim fimlerindendir.bu akimin tum ornekleri gibi siyah beyaz cekilmistir.yönetmenin "savaş" üçlemesinin son filmidir. savaş filmlerinin en sevdigim tarzlarindan olan işin psikoloji ve sosyolojik boyutlarını ele alması,ahlak-bencillik-iktidar-manipüle ilişkisini bize sunan bu eser tekrar tekrar izlenmeyi hak eder.oyunculuklar doğaldır ve çok sayıda doğaçlama yapılmıştır. ayrica film stüdyo da değil de bizzat doğal mekanlar da çekilmiştir.yönetmenin tek amaci gercekligi olduğu gibi sunmaktır ve bunu guzel bir mizansenle başarmıştır.
  • 1948 locarno film festivali'nde en iyi film seçilmişti.
hesabın var mı? giriş yap