• ortaokuldayım, ramazan ayındayız. ders saatine geldiği için iftar, tutan öğrenciler için bi yarım saat ara veriliyor derse. herkes bir şeyler getiriyor evinden iftarda sınıfta yiyor. bir kaç kişide bi gün pide yaptırmış kendi aralarında. benim beslenmem var ama çok şükür :) hocaya ikram, yancılara ikram vs. bana da getirdiler bi parça attılar, evet attılar veya şu an çok abartıyorum. allah allah diyorum neden beni seçtiler de kıyak yapıyorlar, bayram değil seyran değil x* beni niye öptü diyorum dalgasına. sonra demez mi bu ''öküzün trene baktığı gibi bakıyordun, vermeyelim de ne yapalım'', çok ezilmiştim, lan büzülmüştüm hatta!

    evet, hırs yaptım.
    şimdi ne mi yapıyorum! kardeşler pide ve kebap salonu zincirlerinin sahibiyim. beklerim...
  • babaya üniversiteye gitmek istendiği söylenir, o da git tabi evladım der. anne yolluk yapar ve bir pazar filesinin içine peynir ekmek, elma, portakal, atlet ve fanila koyar. trenle istanbul'a varılır, üniversitenin sınavına girilir, hukuk fakültesi kazanılır. yurt olmadığı için beyazıt'ta bir parkta yatılır kalkılır bir süre. seninle aynı durumda olan ne çok insan vardır. sene dokuzyüzkırkaltı ve mevsim sonbahardır.
    (bkz: baba)
  • ilk kez belediye otobüsüne yalnız binmişim, evime dönüyorum. cebimde üç bilet alacak para var. ne olur ne olmaz diyerek iki bilet alıyorum, ancak nasıl oluyorsa biletçi para üstünü tam vermiyor. iki biletim ve bir bilete yetmeyecek kadar param kalıyor. otobüse biniyorum. halk otobüsü. içeriye üflemeli bir bilet kutusu var. ben bir bilet atayım derken, o içeriye üfleme sistemi yüzünden iki bilet birden vakumlanıp elimden kayıyor, hızla bilet kutusunun içine akıyor. cebimde bir bilete yetmeyecek kadar para var. cam kenarında bir koltuğa oturuyorum. yola çıkıyoruz. otobüs belli bir mıntıkaya kadar bildiğim yollardan ilerliyor ama daha sonra bilmediğim yollara sapıyor. yolları kendi bilmemezliğime veriyorum. ama yine bir miktar endişelenmeye başlıyorum. yollar giderek daha da yabancılaşıyor, daha da endişeleniyorum. otobüsün sağ yanındaki güzergah tabelasının cama yansımasını okumaya çalışıyorum, okuyamıyorum. korkumdan kimseye bir şey soramıyorum. beş parasız bilmediğim yollarda son sürat ilerliyorum, şöför gaza bastıkça evimden daha da uzaklaşıyorum. dur diye bağırmak istiyorum, bağıramıyorum. boğazımda bir düğüm, dudaklarımda bir titreme, ağladım ağlayacağım. kimseye bir şey soramıyorum. nihai olarak hiç bilmediğim bir muhitte son durağa varıyoruz. yanlış otobüse bindiğimden emin oluyorum. biletim yok, param yok. çaresizce ağlamaya başlıyorum. şöför ile muavin derdimi soruyor. derdimi anlatıyorum içli içli ağlarken. gülüyorlar bana. hem gülüp hem teselli ediyorlar. aynı otobüsle geri dönüyorum. biletimi verip, doğru otobüsümün şöförüne teslim ediyorlar beni. evime dönüyorum.
  • sene 1.5 yıl önce. cepte para yok. işe yeni girmişim. deneme süresi. maaş vermeyecekler. işe 1 saat yol yürüyerek gidiyorum. öğle ve akşam yemekleri yemiyorum. gece eve dönene kadar aç be aç sefil bir yaşam sürüyorum. hayat bombok. destek yok. mantığım sabret diyor. ben ise bir deri bir kemik kalmışım. 3 ay sonra maaş almaya başlıyorum.

    aradan 1 yıl geçiyor. 300% zam alıyorum. altıma cillop gibi 0 arabamı çekiyorum. bir zamanlar yürüyerek aşındırdığım yollardan artık arabamla geçiyorum. ama hala içimi burkan o garibanlık anılarımı unutamıyorum.

    not: zor zamanımda benden desteğini esirgeyen herkese teşekkür ederim.
  • universiteyi yeni bitirmis sehrime donmustum. ailemin etraftaki issiz insanlardan birisi olmam korkusu yuzunden mezuniyetimin ikinci haftasinda ise basladim. iki dil konusan, programlama dili bilen, web sitesi tasarlayabilen ve ulkenin en iyi universitelerinden birisini bitirmis bir muhendis olarak haftada alti gun, gunde on bucuk saat calisip aylik sigortasiz altiyuz milyon aylik alarak calismaya basladim. tabii ki bir kac ay sonra ilkokul mezunu patron ve mudurlerin muhendis nefretine dayanamayip isten ayrildim. ve son ayligimdan kalan parcalari yeni bir is bulma ihtimali icin haricyordum. en kotu ihtimalle universite okudugum sehre ve oradaki en yakin ve mezuniyetini uzatmis arkadaslarimdan birisi olan atillanin yanina gidebilmek icin paramin son kirk liralik kismini otobus bileti icin ayirmistim ve harcayabilecegim paranin son yirmi liralik kismindaydim. kendi kendime sasiriyordum. nasil bu kadar kotu olabildi diye. sonra o kadar caresiz hissettim ki kendimi, en yakin arkadasimin da telkiniyle kucuk parkin dibindeki cafelerden birisine caminda eleman aradigi yazdigi icin basvurdum. adam gunluk on onbes lira veririm sana dedi. ve ben tamam dedim. sonra ben seni ariycam ne zaman gelip baslayacagini soyluycem dedi. ben de tamam dedim. ve o adam asla aramadi. ve o yirmi lira da bitti.

    pesinen edit: su anda teksasta yasiyorum. gayet mutluyum. ama yasadigim bu gunleri asla unutmuyorum. ve yukarida yazdigim bu gunlerden sadece bir tanesi.

    yeni edit: imla.
  • çocuktum, öğretmen sulu boya istemişti, hepsi 100 lira gibi bir şeydi, 50 lira buldum ama diğer 50 lirayı bir türlü bulamamıştım. zaten olmayacağı için ailemden de istemedim. sivasın soğuğunda her daim yolları kaplayan buzun içinde açık kahve kağıdın bir kenarını gördüm. buzu kırdım ve ilaç gibi elli lira elimdeydi. teneke kutudaki 8 renkli sulu boyayı orta okul sonuna kadar kullanmıştım. acaba sahibini neden aramadım diye içimde kalmıştır. o da ayrı bir mesele.
  • garibanlık anılarının hatırladıkça iç burkabilmesi için o garibanlığın hala devam ediyor olması gerekir.aksi takdirde anılarını anlatan insanda "vay be! ben ne kadar başarılı bir insanım, ne hallerden nerelere geldim, kendimle gurur duyuyorum" hissi oluşur, ve biz de aslında bu başlık altındaki pek çok anının ikinci duruma uygun olduğunu fark ederiz.
  • sigaran ve paran aynı anda bittiğinde sigara içen birini gördüğünde içine oturan gariplik.
  • askerde para bitince bölük astsubayından 3 paket uzun lark borç almak.
  • bir sebepten ötürü ankara'ya gitmişttim ve ordan da eskişehir'e doğru yol almaya karar verdim. bu aralar bu iki şehirle de hiç alakam olmamasına rağmen küçükken ankara'dan eskişehir'e bol bol giderdim. bu iki şehir arasında yolculuk yapmak isteyenler genelde tren adlı vasıtayı kullanır. ben de yine ankara'dan eskişehir'e gitmem gerekiyorsa trenle gitmem gerektiğine karar verdim. herkes böyle yapar zaten, buraya kadar sorun yok. efendim hızlı tren diye bir şey çıkmış, zattadanak gidiyormuş eskişehir'e, öyle dediler yani. ben de iyi lan madem hemencecik gideriz, işime gelir diyerekten gişeye bilet almaya gittim. ama oldukça yıpranmış bir vaziyetteydim. 3-4 saat önce bankomattan 50 tl parayı çekmiştim çekmesine ama almayı unutmuştum. 5 dakka sonra, aklıma geri dönüp bakmak gelse de para yerinde durmuyordu haliyle. neyse olayı dramatize etmek istemiyorm...tam 1 saat sonra tren kalkıyordu. gişeden biletimi alıp bütün bu hüznü arkamda, ankara'da bırakmak istiyorum. gişedeki adam öncelikli olarak öğrenci mi dedi, ben de diploma yeni onaylandı yakalanırız şimdi, tam ver sen dedim. (ne yakalanacam kondüktör falan kalmamış, uçak gibi trene binerken alıyorlar biletleri, hem de uçak hostesi gibi karılar.) iyi dedi tam bileti kesiyordu ki, ağız alışkanlığından dolayı olsa gerek tek kişilik olsun dedim. (tek kişilik mi kalmış, heryer 2 kişilik. tek oturmak istiyorsan vip'sin demektir.)

    -yalnız tek kişilik bilet 30 tl.

    işte bu sözlerden sonra tam bir bilinç altı travması yaşamak zorunda kaldım ve biletçi adama söylediğim lafı tam olarak niye söyledğimi açıklayamıyorum.

    -abi bari bayan yanı ver.
hesabın var mı? giriş yap