• bir sait faik öyküsü.
    “nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten..., bir hişt hişt sesi gelsin”.
  • (...)

    "bir hişt sesi gelmedi mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları..."

    ıssızlığı, yalnızlığı anlatır kanımca...
  • arka planı iyi bir şekilde görüldüğünde insanın içini cız ettiren sait faik abasıyanık öyküsü.
    iki dünya savaşının ardından barışa, sevgiye, mutluluğa ve yaşama dair tüm inançları yıkılmış, kendini boşlukta hisseden bir neslin hişt hişt şeklindeki yansıma bir sözcüğe kaybolan mutluluk ve yaşama sevincini izafe ederek kendi kendini avuttuğu, her ne kadar yaşam dolu bir hikayeymiş gibi görünse de aslında buruk bir tesellinin ifadesi şeklinde okunması gereken acıklı bir öykü... öyle ki, hikayedeki kişi hişt hişt sesiyle mutlu olur ve yazar şu şekilde bitirir hikayeyi;
    ''nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. gelsin de nereden gelirse gelsin! bir hişt sesi gelmedi mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.''

    tanpınar'ın huzur romanındaki kahramanı mümtaz'ın huzursuzluğunun ve yine aynı dönemin şairi olan cahit sıtkı'nın her mihneti kabul edip sadece penceresinden gün eksilmemesini isteyerek hayatla pazarlığa girmesinin sebebi de o dönemi kuşatan ölümcül arka plandır.
  • insan-doğa ilişkisini ince ince anlatan, üstelik en karmaşık felsefe metnlerinin belki ulaşamadığı yerlere ulaşan sait faik öyküsü.
    (bkz: alemdağ'da var bir yılan)
  • tamamı, şu adreste okunabilecek bir sait faik hikâyesi: http://sessiziz.wordpress.com/…010/11/17/hist-hist/
  • lise 3 edebiyat kitabındaki öykülerden birisi. "yürüyordum, yürüdükçe de açılıyordum." diye başlar. sait faik'in pastoral bir anlatıma bolca yer verdiği, doğanın güzelliğini anlatan bir öyküdür. öyküde yazara "hişt! hişt!" şeklinde seslenen şey doğadır.
  • (bkz: sait faik abasıyanık)
    yürüyordum. yürüdükçe de açılıyordum. evden kızgın çıkmıştım. belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. olur, olur! mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.
    otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekalâ bir meseledir. kim demiş mesele değildir, diye? budalalık! ya yağmur yağsaydı? ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.
    çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. birisi arkamdan:
    - hişt, dedi.
    dönüp baktım. yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. dişlerim kamaştı. yolda kimsecikler yoktu. bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. yoluma devam ederken:
    - hişt hişt, dedi.
    dönüp bakmak istedim. belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. olabilir. gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.
    hişt! dedi yine.
    bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi saklanıyormuş gibi geldi bana.
    yolun kenarına oturdum. az ötemde bir eşek otluyor. onun da rengi çağla bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. otluyor. otları adeta çatırdata çatırdata yiyor. belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi hişt hişt diye duymuşumdur. eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:
    - hişt hişt hişt, dedi.
    hani bazı kulağımızın dibinde çok danıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. olur değil mi? pek enderdir. belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. olabilir.
    birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.
    yola indim. istediği kadar hişt desin. isterse sahici sulu bir dost olsun. isterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.
    belki bir kuştur. belki tosbağadır. belki bir kirpidir. belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. karabataktır. mihalaki kuşudur.
    iyisi mi ben kendim hişt hişt derim. o zaman tamamı tamamına pek hişt hişt seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, tutturdum.
    birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. kalpazankaya yolunu sordular. üstündesiniz dedim. sanki yol hareket etti. yürümediler. iki adımda benden uzaklaştılar. koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. ağzının salyasını sildi. kuzuyu bacaklarından tuttu. kuzu ile yere yıkıldı. kuzuyu burnundan öptü. papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. şimdi bir çiçek tarlasında idim. bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. vardır böyle kuşlar. cık cık demezler de hişt hişt derler. kuştu kuş.
    bir adam yer belliyordu. belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak altını, üste aktarıyordu.
    - merhaba hemşerim, dedi.
    - ooo! merhaba! dedim.
    tekrar işine daldı. hişt hişt, dedim. aldırmadı. bir daha hişt, dedim. yine aldırmadı. hızlı hızlı hişt hişt hişt!
    - buyur beğim, dedi.
    - bir şey söylemedim, dedim.
    küçük parmağını kulağına soktu. kaşıdı. çıkarıp parmağına baktı. belin sapına siler gibi yaptı.
    - hişt hişt, dedim.
    yüzünü göğe kaldırdı. kuşlara baktı. denize baktı. dönüp şüphe ile bana baktı.
    - bu sene enginarlar nasıl? dedim.
    - iyi değil, dedi.
    - baklayı ne zaman keseceksin?
    - daha ister, dedi.
    nefes alır gibi hişt dedim.
    yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.
    - kuşlar olmalı, dedim.
    - benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.
    - bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı…
    - yıkattın mı?
    - yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. alıverdi; pislikmiş.
    - çocuklar nasıl? diye sordum.
    - iyiler, dedi. dokuzdu sekiz kaldı. biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya…
    - sus, sus, dedim. yürekler acısı. haydi allah'aısmarladık!
    - haydi güle güle.
    biraz uzaklaşınca:
    - hişt hişt.
    bu sefer yakaladım. bahçıvandı. oydu oydu.
    - hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.
    - yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değil mi?
    - sen değil misin hişt hişt diyen?
    - ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?
    nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. gelsin de nereden gelirse gelsin! bir hişt sesi gelmedi mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.
    hişt hişt!
    hişt hişt!
    hişt hişt!
  • "nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. gelsin de nereden gelirse gelsin! bir hişt sesi gelmedi mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları."

    hişt hişt!
    (bkz: sait faik)

    neden bilmiyorum ama bu öyküyü çok seviyorum. yalnızlık, yaşama sevinci,doğa... ne ararsan var. bir ada hikayesi.
    hişt hişt
  • sait faik'in ilk olarak 31 mart adıyla yayımladığı öykü.
  • sait faik'in canım öyküsüne ezginin günlüğü bir elbise dikmiş. müzikli bir elbise bu. bahar rüzgarı gibi `şarkı.`

    "su uyandı sen uyanmadın aşk olsun
    salınıp çık, içine bahar dolsun
    ne bu dünya böyle kalacak, ne geçmiş ziyan olacak
    açacak akşamlardan, mor leylaklar

    gecelerden çiy düşmüş dallarına
    dile gelmiş o dilsiz sevdalar
    ışığın var mı, yak biraz, aydınlansın gecemiz
    açayım deli gibi uyansın bu bahar

    hişt hişt
    hişt hişt

    leylaklar açmış gördün mü?
    dallardan bahar inmiş duydun mu?
    karanlığın içinde bir ışık var
    mor mor mor leylaklar

    uyan gönlüm haydi perdeni aç
    çilen doldu kafesinden kaç
    uyan gel uykudan, dünya aşk görsün

    hişt hişt
    hişt hişt..."

    nereden gelirse gelsin, bir hişt sesi gelmedi mi hakikaten fena.
hesabın var mı? giriş yap