• temelleri samsun'da atılmış, projesi istanbul'da geliştirilmiş, iş ve banka hukuku konularında uzmanlığını konuşturan, entelektüel birikimiyle, insan hakları ve demokrasi alanlarındaki duyarlılığıyla göz dolduran genç ve yetenekli avukat. kendisi arkadaşım, komşum, sırdaşım ve yoldaşım olur.
  • 26 ekim 2014 tarihli diken'de bu güzel yazısı yayınlanmış kişidir.

    "geçtiğimiz hafta adına sosyal medya dediğimiz, epey kalabalık köy kahvemize düşen bir veda ve intihar videosu, herkeste sert bir tokat etkisi yarattı ve epeyce tartışıldı.

    sosyal medya denen ve benim de dahil olduğum şey biraz böyle bir şey zaten. sıklıkla şu duyguyu yaratıyor: arenada toplanmış izleyiciler var, bazen komik bazen trajik bir hikaye düşsün diye bekliyoruz, piyangonun bize ne zaman vuracağını o hikayenin ne zaman bizim hikayemiz olacağını ise bilmiyoruz.

    gerçekle yüzleşme korkusu

    bir genç insanın, zarif bir estetik duygusuyla planladığı vedası da aynı akıbete uğradı, kimi üzüldü, kimi dalga geçti, kimi öfkelendi ama nihayetinde üzerinde epeyce tepinildi.

    bu denli sarsıcı etki yaratmasının sebebi ‘her şeyi olduğu’ halde mutsuzz, ama o mutsuzlukla asla yüzleşemeyen geniş yığınlarda yarattığı korkuydu belki de, ‘gerçekle yüzleşme korkusu.’ insaniyetten ve merhametten uzak kimi sözleri bir kenara koyarsak, en anlaşılmazı, “insan niye böyle bir şey yapar ki” sorusuydu bana kalırsa.

    giden mi sorgulanmalı kalan mı?

    tanıklık edilen dünya ve sürdürülen hayatlar gitme sebeplerini değil kalma sebeplerini sorgulatmaya daha münasipti halbuki.

    yaşam hakkının kutsallığına inandığı kadar insanın kendi iradesiyle ölümüne karar verme hakkı olduğuna da inananlardanım. bu dünyaya nasıl ve hangi koşullarda geleceğimize karar verme hakkımız yok iken bu dünyadan gitmeye karar verme hakkımız olması gerektiğini düşünürüm çünkü.

    mana arayışı bittiğinde…

    işte bu genç adam da o videoda kısacık bir özetini verdiği, kimbilir hangi soruların, hangi sorgulamaların neticesinde buralardan gitmeye karar vermiş, kendi dilediği şekilde de gitmiş. insanın yeryüzündeki varlığının sebebi ‘mânâ arayışı’ bittiğinde, geriye pek bir şey kalmıyor zira.

    bu intiharın tartışılmaya devam ettiği günlerde, istanbul mahkemelerinde bir davanın duruşması vardı. onur yaser can ve annesi hatice can’ın ölümünün ardından yakınları tarafından sürdürülen hukuk mücadelesine ilişkin dava.

    onur yaser can 1982 doğumluydu, 2 haziran 2010’da esrar satın aldığı gerekçesiyle gözaltına alındı. gözaltında kötü muamele gördü, çıplak aramaya maruz kaldı, aşağılandı , hakarete uğradı.

    ilk gözaltına alınışının ardından iki gün sonra ‘evrakta eksiklikler olduğu gerekçesiyle’ tekrar narkotik şube’ye çağrıldı. ikinci kez emniyet’e gitti onur yaser can. imzanın eksik olduğu bahanesiyle üçüncü kez emniyet’e çağrılınca, ifadeye gitmedi ve 23 haziran 2010’da kendini yaşadığı binadan aşağı atarak intihar etti.

    onur’un ölümünün ardından annesi hatice can da daha fazla kalamadı bu dünyada ve o da dört yıl sonra intihar etti. onur yaser 28 yaşındaydı öldüğünde, hatice can 57…

    onur can’ı gözaltına alan polisler hakkında yapılan soruşturma 11 ay sürdü. bu sürede, soruşturmayı yürüten savcılar değişti, yeni savcılar geldi, incelemeler yapıldı. işkence ve kötü muamele iddiasına ilişkin olarak asıl kötü muamele gördüğü yer olan nezaret odası kameralarını değil de emniyet’in giriş çıkış kameralarını inceleyen bilirkişiler, onur yaser’e işkence, cinsel istismar ve kötü muamele yapıldığına ilişkin bir kayda rastlamadıklarını belirtti.

    ‘sizden biraz adalet görseydik…’

    duruşma öncesi dayanışma çağrısı…
    bilirkişilerin bu raporu üzerine, savcı dört polis hakkında işkence suçundan takipsizlik kararı verdi, iki polis hakkında ise resmi belgede sahtecilik suçundan dava açıldı ve bu iki polis ikişer buçuk yıl ceza aldı sadece. yargıtay, kararı ‘eksik inceleme yapıldığından’ bahisle bozdu. dava yerel mahkemede görülmeye devam ediyor şu an.

    geçtiğimiz hafta yapılan duruşmada onur yaser can’ın babası mahkeme heyetine hitaben şunu söyledi: “sizden biraz adalet görseydik, belki eşim hayatta olacaktı.”

    evet ahhh adalet, nedense bu topraklarda sadece adını duyduğumuz, oysa ekmek kadar su kadar hakiki olması gereken adalet…

    onur yaser can da tıpkı geçen hafta intihar eden mehmet gibi iyi eğitimli, sanatla, müzikle ilgilenen, dostları, keyif aldığı uğraşları olan genç bir insandı. onur yaser can onuru çiğnendiği için, kötü muamele gördüğü için, adalet sisteminin yüzyüze kaldığı pisliğiyle duygusal olarak baş edemediği için gitti bu dünyadan. annesi de oğlunun bu gidişinin acısına dayanamadığı için gitti bu dünyadan.

    aynı soruyu can’lar için sormalıyız

    videosu binlerce kez izlenen, günler boyu tartışılan diğer genç adam için ‘neden gitti’ diye sormak bana kalırsa abestir, ruh ve akıl sağlığı yerinde bir insan olarak kimsenin baskısı altında kalmadan kendi özgür iradesiyle hayatına son vermeye karar vermiş mehmet.

    elbette ki tahmin etmek güç değil, onur ve annesinin payına düşen ‘hâkim kötülüğün’ mehmet’in gidişinde de payı olduğunu, incelikleri yüzünden bu hoyrat dünyaya katlanamaz hâle geldiğini, tahmin etmek elbette ki hiç güç değil. lakin bizim mehmet için günlerdir sorduğumuz soruyu, onur ve hatice can için sormamız gerekir, “onur ve annesi neden intihar etti?”

    hepimizin onuru için

    çünkü onur’un karanlık bir emniyet koridorunda, kirli bir nezarethane odasında çiğnenen onuru hepimizin onurudur. onur’un intiharı bir kez daha yüzümüze tükürerek hatırlattı bu kirli mekanizmayı, yaşadığımız ülkeyi, dünyayı.

    mehmet kendi duygu ve düşünce dünyasına göre, onun için güzel bir ölümü seçti. bizim gibiler için bunun üzerine sorulabilecek soru, “neden bunu yaptı” değil, kalan olarak “peki biz nasıl yaşayacağız bu dünyada” olabilir ancak artık.

    eğer elimizden geldiğince onurlu bir hayat sürdürmekse bu dünyayla bağımız, biz onur yaser’in ve annesinin ölümünün peşine düşmek zorundayız. onlara belki de her şeyin başladığı o güne kadar güzel bir yer olan dünyayı dar edenlerin gözlerinin içine bakmak zorundayız. sadece onur yaser’in çiğnenen onuru için değil, geride kalanlar olarak hepimizin onuru için."

    http://www.diken.com.tr/…ntihar-ve-hepimizin-onuru/
  • diken.com.tr'deki son yazısıyla, charlie hebdo saldırısını kınamayı beceremeyen, "ama müslümanlar yıllardır ölüyorlar bık bık bık" edenlere kapak gibi bir cevap yazmıştır. öne çıkan cümleleri:

    " ‘terörü kınıyoruz ama dini değerlere dil uzatılmamalı’ diye başlayan her cümlenin gerçek manası şudur: ‘bu bizce terör değil haklı bir eylem, bu da kınama değil aslında.’

    ...

    memleketin çeşitli şehirlerinde savaştan kaçan suriyeli kadınlar pavyonlarda konsomatrislik yapıyor, erkekler parayla savaş mağduru kadın satın alıyor, küçüçük kız çocuklarını alıp satıyor… müslümanların bunları yapması imanınızı hiç örselemiyorken, belki hayatınızda hiç okumadığınız bir dergide basılmış bir karikatür dini inancınızı rencide ediyor öyle mi?"
  • erkeklik hallerine dair en çarpıcı yazıyı kaleme almış kadın:
    "evet kadın cinayetleri politiktir
    iktidar ilişkisinin bizim küçük hayatlarımıza yansımasıdır. baba, koca, eş, sevgili… canı isterse dövebilen, canı isterse öldürebilen 'öyle yaşamayacaksın böyle yaşayacaksın' diyebilen muktedirin evlerdeki, sokaklardaki prototipi"
    http://www.diken.com.tr/…gdugumuza-hic-sevinemedik/
  • (bkz: özgecan aslan) olayından sonra yaptığı tespitlerine hayran kaldığım (bkz: diken.com.tr) 'de düşüncelerini paylaşan yazar... gayet güzel özetlemiş başlıkta da 'biz size hiç güvenmedik aslında…bu ülkede doğduğumuza hiç sevinmedik'' okuyun derim ben
  • ‘çocuklar öldürülürken hepiniz oradaydınız ulan’ dendiğinde ne diyeceksiniz? başlıklı yazısıyla dönemin panoramasını sunmuş yazar. ahlaklı olmaktan çok ahlakçılığın yapıldığı bir dönem, adına yolsuzluk denil(e)meyen kamusal kayıplarımızın yaşandığı dönem.
    yazı için http://www.diken.com.tr/hepiniz-oradaydiniz-ulan/
  • bugün attığı ve sonradan tabii ki sildiği iki tweet ile hatırlanacaktır: 1 2

    zafer bayramı kutlayanlar yunanistan'a gitmesin mi? ne yapalım yunan bayrağı yakarak mı kutlayalım zafer bayramını ya da üzülelim mi, tüh ya işgal sona erdi diye? mesela osmanlı'dan bağımsızlığını kazandıkları için yunanlar da türkiye'ye gelmemeli mi bu hanım efendiye göre? bu ne perhiz bu ne lahana turşusu canım!

    insanlar savaşta yenilseler de kazansalar da ölüyor bilmem farkında mı? genelde de kaybedince daha çok insanını kaybetmiş oluyorsun. zafer dediğin daha az insan kaybetmen o vakitler, bugün öyle olmasa da.

    sıkıntı değil gerçekten böyle saçmalamak da entelektüel diye köşe yazdırmayın bu insanlara. arada mesleki görüş alırsınız olur biter.
  • (bkz: gereksiz.net)
hesabın var mı? giriş yap