• ilkokul ogrencileri icinde en saf olani...
    en sevileni...
    hatiralari en cabuk silineni...
  • aldığı ilk karnesiyle babayı ağlatabilen öğrenci.
  • kalem tutmayı bilmeyen, okuldan ilk kez kaçabilen ögrencilerdir.
  • artık bu statüye erişebilmek için bahsi geçen çocuğun annesi ve babasının gelir durumunun gayet iyi olması veya borç para tedarik edebiliyor olması gerekmektedir. az önce aldığım haberlere göre çalışanlarımızdan birisinden okul müdürü merkezi kayıt sistemine göre kayıt etmesi zorunlu olduğu öğrenciyi kayıt etmek için 350 tl para istemiş, hatta üzerimde o kadar yok diyen veliye "üstünde ne kadar varsa şimdi git vakıfbank'a yatır, kalanını da yatırınca kayıt için gelirsin" deme yüzsüzlüğünü dahi göstermiştir.

    ulan atalarımız bile demiş ağaç yaşken doğrulur diye, siz çocuğu daha en saf, en güzel zamanında rüşvetle, haraçla tanıştırıyorsunuz.

    (bkz: allah belanızı versin)
  • tüm eğitim hayatının en zor yılını yaşayan çaylak öğrenci.
  • kapanmakta olan bir sınıf kapısından size son kez çekinceyle, yalvarışla, endişeyle ve korku dolu gözlerle bakan, altı yaş yiğitliğine zeval getirmemek için zoraki yarım yamalak bir gülümsemeyle size "götür beni burdan" diye adeta bakışlarıyla yalvaran çocuktur, çocuğumdur.

    okula başladı erenişko. ilkokul bir, mini mini birler kadrosundan. anaokulunun oyuncakla kaplı, minyatür ebatta tefrişli sınıfından çok farklıydı emir beyazıt ilköğretim okulu'nun 1-b sınıfı. ilk sınıfa girdiğimde beni ilkokul günlerime götüren o koku sabitti; sıraların, duvardaki panoların, havasızlığın ve "okul" kavramının kokusu. o kokuyla sarılıp sarmalanacağı, daralacağı, bunalacağı yılların startını verdik dün. en az 16-17 yıl sürecek bir ebatandırma, şekillendirme, benzetme çarkına soktuk istemeden. yeni şeyler öğrenmeye, araştırmaya, bilmeye aç bir beyni, eğitim sistemine "al kardeşim, terbiye et, sürüye kat, önüne set çek" diye teslim ettik.

    "neden ettin, bu denli yakınıyorsan?" diyenlere "başka alternatifimiz var mıydı?" diye cevap vererek.

    eğitim sisteminden alabileceği faydanın en fazlasını alır diye umut ediyoruz.

    iki kere ikiyi en iyi oğlum bilsin, oğlum en önce öğrensin diye değil "iki kere iki neden dört, beş etse ne olurdu?" diye sorabilsin diye umut ediyoruz.

    okumayı sevsin, bilgi sahibi olmanın güzelliğini keşfetsin, mutlu bir birey olmak için nasıl bir donanıma ihtiyacı varsa alsın diye umut ediyoruz.

    sonunda çöpçü olacaksa, süpürdüğü sokağın en temizi olması için çalışma fikrine, düşüncesine erebilsin diye umut ediyoruz.

    dünyaya en geniş açıdan bakmayı öğrensin, hayallerine gem vurmasın, normal/anormal kavramının bakış açısına göre nasıl değişebileceğini görsün diye umut ediyoruz.

    biz umut ediyoruz, o endişeli. yepyeni bir dünyaya adım atan küçük çocuğum, eğer ben gerekli mesaiyi verebilirsem, eğer ben ona doğru şekilde yol gösterebilir ve destekleyebilirsem ve eğer tüm bunlara param yeterse (eğitim eşitliği, bedava kitap vs, güldürmeyin kimseyi, komik bunlar) umut ettiğim gibi bir birey olacak, olacak mı? dilerim.

    ama o kapanan kapının ardından "götür beni buradan" dercesine bakan güzel gözlerini ve sıradaki "küçük adam" duruşunu hiç unutmayacağım. ilkokul bir erenişko, bundan otuz sene sonra, bugüne dair ne hatırlayacak bilmiyorum, ben aradan kaç yıl geçerse geçsin içimdeki burukluğu hatırlayacağım.

    oğlum okula başladı, umduğumdan daha üzgünüm.
  • ağlarken gördüğüm zaman en çok empati kurduğum insanlar, bu çocuklardır.

    benim evim okula çok yakında, zaten iki sene öncesinden okula gideceğim diye giden çocukların peşine takılıp gitmeye de başlamıştım, üstelik komşumuzun kızıyla aynı sınıftaydım. hiç ama hiç ağlamamış ve travmatik acılar yaşamamıştım. okumayı öğrenmiştim güzel güzel, kırmızı kurdelamı almıştım. zaten sobanın yanında oturuyordum sıcak sıcak. annem beslenmeme her bi şeyi koyuyordu. afiyetle yiyordum. yakalıklarımdan dantel olanları sevmiyordum. düz modeller hoşuma gidiyordu. saçlarımın at kuyruğu olmasını seviyordum. ama annem tarakla kafama vura vura, zorla ucunu örüyordu kuyruğumun. sağa sola savrulup bit mit bulaşmasın diye. neyse, böyle hatırlıyorum birinci sınıfı, güzeldi, eğlenceliydi. şimdi olsa da yine gitsem keşke.

    ama

    şimdi okula başlamış bir çocuk görsem içim burulmasına engel olamıyorum. sanki yavrucağın başına dünya'nın en kötü şeyi gelmiş gibi acıyorum ona. sabah erkenden kalkıp, yağmur çamur demeden yollara düşüyorlar. annelerini özlüyorlar. kendilerine bakamayacak kadar küçük ve beceriksiz oluyor bazıları. ne bileyim, hayata dair iç burkan birer detay sanki her biri.
  • ana-babasinin, diger insanlarin, devletin, dinin ve dunyanin yapacagi milyor adet goz boyamaya, propagandaya, demogojiye ve benzeri ufurukten teyyarelere hazirlanan bir garip insan ufagidir. umarim vakti gelince bolca kitap okur, gezer, inceler ve ogrenir; kendi fikirlerini geli$tirir ve yuzyilinin yarattigi torna insani olmaktan olabildigince uzaga kacar.
  • kurbanlık koyun bakışlarını etrafa fırlatan, ürkek kuzudur. annesi sınıfın kapısında, görüş alanındadır. kalabalıkta annesini göremediği anda göz pınarındaki yaşları bırakmaya hazırdır her zaman.

    (bkz: masumiyet)
  • sınıfına giderken gözlerinin altında beliren iki damla yaşa kurban olacak bir babanın ardından baktığı bir çocuktur.

    yok birşey, gözüme toz kaçtı sadece.
hesabın var mı? giriş yap