• kendisini samimiyetsizlikle elestirmeye calisanlara anlamsizca laf anlatmaya calisan guzel sesli adam. ayni geri donusle onlarca kez karsilasmis olsa gerek ki cevap verme ihtiyaci duymus.

    halbuki kendisinin de belirttigi gibi fularsiz entellik bir marka. her markanin oldugu gibi fularsiz entellik'in de bir hedef kitlesi var. nasil ki mcdonald's "hay allah urunlerimiz yeterince gurme gozukmuyor" diye hayiflanmiyorsa, rolls royce "orta sinifa neden bir turlu hitap edemiyoruz cildircam bisiler yapin" diye pazarlama ekibine sabahlara kadar mesai yaptirmiyorsa, immanuel de yazdiklarini okuyup da samimi degil yha diyenlerle biraz daha barisik olmali. ya da maymun reis projesini hayata gecirip aralarda galatasaray fenerbahce maci basliginda kufur ederek kitlesini genisletmeyi de dusunebilir.

    en nihayetinde sectigi markasinin iki parcasi var, tanimlayici ana parcasi "ne" (entellik), aciklayici ikincil kismi "nasil" (fularsiz). entellik kelimesinin genel insanda uyandirdigi cagrisimlar belli. fazla okuyan insanin sevilmedigi, entel'in kufur olarak kullanildigi bir kulturde kiloyla entellik dagitmaya geldim demeye calistiginda biraz ters tepkiyi bekliyor olmasini beklerdim. muhtemelen "fularsiz" ile de entellik'in yaratacagini bildigi ucurumu kapatmak istemis olsa gerek. ama ana tema entellik olunca gercekte olan, geneli kendine yaklastirmak yerine kendisini tepeden indirmek oluyor. tam da yikmaya calistigi hiyerarsiyi daha kendi markasinda yaratiyor.

    kaldi ki yazilarinda yaptigi meta-espiriler de arada kendini suruden ayri bir yere koyan bir karakterde. buyuk cogunlugunda oz farkindaligini on plana cikariyor sakalari. bence kendi entellektuel cevresinde yaptigi konusmalari o kadar ozumsemis ki artik sakalarinin bazilarinca itici algilanabileceginin farkinda degil (evet entellektuel. isterse en kral dilolog gelsin, onu da ikna ederim). en azindan yazdigi cevaptan bunu cikardim ben. zaten cevabinda da haksizsin immanuel ve sana laflar hazirladim.

    ozetle samimiyetimi bos ver, icerige bak diyor. ama istersen nobel'lik isle ugrasiyor ol, usulunu tutturamazsan sesini duyurmak istedigin topluluga isin saf kalitesiyle ulasmak cok zor. elinde en mukemmel is olsun, eger yazili dokumunden gorsel sunumuna da benzer ozveriyi gostermezsen en rasyonel bilim toplulugunun dahi dikkatini cekmek mumkun degil. immanuel sesini sosyal medyadan duyurmayi hedefliyorsa oranin kulturunu ve beklentilerini daha net kestirebilmeli. internet kulturunu diger insanlarla olan samimiyetimizi direkt olarak olcebildigimiz facebook'la instagram'la kurduk, elsevier'dan makale tarayarak degil. o yuzden benzer icerigi ureten binlerce kaynak varken biri seni tercih ediyorsa bu samimiyetine inandigindandir.

    isin bir de ilginc yani, immanuel'in kendi yazilarinda ve podcastlerinde insanlarin irrasyonel taraflarindan bu kadar bahsetmisken kendisini samimiyetsizlikle elestirenleri anlamiyormus gibi yapmasi (zincirleme isim tamlamasinda olimpiyat birincisi oldum bu cumleyle). dunya uzerinde bir kisi bile yoktur ki tamamen tarafsiz argumanlarla bir fikri kabul etmis olsun. belki de vardir gerci bilmiyorum, dunyadaki herkesle tanismadim henuz. ama en azindan kendimi biliyorum. ben cok yakin, fikirlerine cok saygi duydugum bir arkadasimdan komunizmi dinledikten sonra anarsik kominiz oldum, yine bir baska arkadasimdan duyduktan sonra veganliga basladim. kendim de okudum arastirdim ama beni buna ilk iten hayatimdaki onemli ve samimi oldugum insanlardi. oncesinde ben de herkes gibi mal teroristler diye bakiyordum. simdi bill gates gelse, sermaye olmadan ekmek olmaz dese hadi be ordan diyip yollarim evine. ama ayni arkadaslarim gelse, ya bencillik insanin dogasinda var dese, yine oturur bir dusunurum bir bildigi vardir diye. kendisine duydugum yakinlik derecesine bagli olarak fikirlerine verdigim deger degisiyor. bilincli bir surec de degil bu. o yuzden samimiyeti cok da kucumsememek gerek der, bir cay koymaya giderim.

    he bana kalirsa da gayet samimi bu arada. ama bana kalmadigi icin pek de onemli degil.

    edit: asagida son derece hakli bir elestiri var kullandigim son samimiyet ornegiyle ilgili. son paragrafta bahsettigim hayatimdaki onemli ve samimi oldugum insan elbette ki samimiyetine de inandigim insanlar. anlatmaya calistigim sey birine karsi hissettigim samimiyet arttikca hayatima etkisi de artiyor, hayat gorusumu kokunden degistirecek kadar ileri gidebiliyor.
  • kendisine büyük boy borcam dolusu zeytinyağlı yaprak sarması yaptığım kıdemli suser, heybetli insan, 2002 adalar güzellik kralı, amatör astronot.

    yurtiçi kargo "abla borcam kırılır, size karşı mahçup oluruz. biz bu kargoyu götüremeyiz" dedi.
    oturdum hepsini kendim yedim. yerken hep seni düşündüm tolstoyevski, ihanet sayılmaz bu.

    işte bir günüm de böyle geçti. ömürden gidiyor hep.
  • samimiyet hem şahsi hayatımda önem verdiğim hem de toplumsal olarak önemli bulduğum bir kavram, o yüzden samimiyet üzerine yaptığı yorumla başlattığı tartışmaya dahil olacağım.

    öncelikle samimiyet eş sesli bir kelime, ve yaygın kullanılan iki anlamı var: birincisi insan ilişkilerinde yakınlık. bizim bununla alakamız yok, burada bahsettiğimiz samimiyet kavramı kelimenin diğer anlamı: içi dışı bir olmak, düşünülenlerin yapılanlarla, niyetlerin amellerle örtüşme niteliği. yani immanuel tolstoyevski'nin takipçileriyle samimi olması başka şey, takipçilerine karşı samimi olması başka şey. bunun ayırdına vararak başlayalım.

    gelelim kendisinin samimiyet yorumuna: ne diyor kendisi? "sana ne benim samimi olup olmadığımdan, at yarrağı, alacağın bir şey varsa al, yoksa siktir git." aşağı yukarı böyle diyor. ben buna katılmıyor değilim, katılıyorum. katılmamın en büyük nedeni samimiyetin bir eleştiri zemini teşkil etmiyor olması. samimiyetin eleştiri zemini teşkil etmiyor olmasının nedeni de ölçülebilir olmaması. yani bir insan x derken o x'i demesinin altında yatan başka bir amaç mı vardı, hangi hesaplarla, nasıl bir içten pazarlılıkla, ne gibi bir gizli gündemle x dedi, bunu bilmemizin bir yolu yok, çünkü birinin kafasını açıp da gerçek düşüncelerini görmemiz mümkün değil. dolayısıyla hiç kimsenin gerçek düşüncelerini bilemediğimiz için, gerçek düşüncelerle ağızdan çıkanlar ve yapılan eylemler arasında ne kadar tutarsızlık olduğunu, yani birinin ne kadar samimiyetsiz davrandığını tam olarak bilmemiz de mümkün değil.

    öyleyse samimiyet konusunda yapılan yorumların hepsi bomboş ve yalandan ibaret mi? o da değil. "samimi bulmuyorum" yorumlarının bir çoğunun kendisi de aslında samimi olmasa bile bir kısım samimiyetsizlik eleştirisinin oturduğu taban sezgidir. birinin samimi olmadığını genellikle "sezinleriz". bu sezgiler de güvenilir bilimsel gerçekler olmamakla beraber tümüyle yanlış ve/veya anlamsız uydurma hisler de değildir, deneyimsel dayanakları ve gayet yüksek isabet oranları olduğu söylenebilir. bu konu özeline bağlarsak, birinin tolstoyevski'yi samimiyetsizsin diyerek "eleştirmesi" makul değildir, zira eleştiri somut bir tabana dayanmadığı sürece bir değeri de yoktur. ancak birinin tolstoyevski'yi samimi bulmaması, o kişinin görüşlerine değer veren, sözüne itibar eden, onunla samimi olan diğer kişiler tarafından dikkate alınabilir bir yorumdur.

    benim asıl takıldığım ve rahatsız olduğum nokta ise tolstoyevski'nin bu durumu "samimiyet abartılıyor" şeklinde ifade etmesiydi, zira bana göre samimiyet abartılan değil, tam aksine hak ettiği değeri görmeyen bir kavram. böyle düşünmemin sebebi de şu: insanlar samimiyete ne kadar değer verirse gerçeklerle bağları o kadar güçlü oluyor, ve gerçeklerle bağların güçlü olması da pek çok yönden faydalı. en basitinden allah ne kadar süper lan diyerek kafa kesme ihtimalini ortadan kaldırıyor mesela, çünkü allah diye (fenomenal) bir gerçek yok.

    samimiyetin gerçeklerle olan bağı güçlendirdiği ne alaka diyen olabilir diye onu da açıklayayım: samimiyet başta da dediğimiz gibi içerideki gerçeği dışa vurmak demek. dolayısıyla mümkün olduğunca samimi olabilmek için insanın önce kendi içindeki gerçeğin farkına varması gerekiyor. dışarıya karşı samimi olmak kendine karşı samimi olmakla başlıyor. dolayısıyla samimiyet kavramına değer veren bir insan öncelikle kendi gerçeğini fark edebilmek, kendi gerçeğiyle yüzleşebilmek için çaba harcadıkça kendisine dair, düşünme tarzına dair, istedikleri ve yaptıkları, yapmak zorunda hissettiklerine dair bilgi sahibi oluyor. bu da onu gerçeğe daha da yaklaştırıyor ve gerçekle bağı bu şekilde kuvvetleniyor. hal böyle olunca bir toplumda samimiyet kavramına ne kadar değer verilirse insanların o kadar samimi olmaya çalışacağı, neticede de gerçeklere o kadar yaklaşacağı ortada. yani mesela bir insanın ben neden allah'a inanıyorum, gerçekten bu inancımı haklı kılan yeterli kanıtlara sahip miyim, ailemin bana böyle öğretmiş olmasının bu inançta ne kadar payı var, yokluk/boşluk kavramından korktuğum için bu inanca sarılıyor olabilir miyim gibi bir sorgulamaya girebilmek ve istediğin cevapları vererek kendini tatmin etmek yerine mümkün olan en doğru cevaplara ulaşmaya çalışabilmek için kendine karşı samimi olabilmek, bir önkoşul, bir mecburiyet. bu arada örnekleri allah'tan verdim hep ama burada tek bir konudan bahsetmiyorum, samimiyetsizlik insanın her davranışında gözlemlenebilir. akrabalarla aile yemeklerinden tutun da iş arkadaşlarımızla ilişkilerimize kadar içine samimiyetsizlik işlemiş bir kültürümüz var tc'de. en basitinden herkesin samimiyete değer verdiği bir yerde yüzüne gülmek istemediğiniz hiç kimsenin yüzüne gülmek zorunda kalmazdınız, gerginlik olmasın diye kendinizi gülmek zorunda hissetmezdiniz. bu bile kendi başına samimiyete daha çok değer vermek için bir sebeptir bence.

    tabii her zaman her yerde tam samimiyet gibi bir önerim yok. bu zaten imkansız sayılır. hiç kimse en yakınına bile yüzde yüz samimi olmaz. hatta kendisine de olmaz, kendi eylem ve fikirlerimiz üzerine düşünmek de bize çoğu zaman zor, kimi zaman zulüm gelir. kendimize "bunu neden yaptım" sorusunu sormaya zahmet etsek dahi çoğu zaman arkadaki gerçek saiki bulmakta kararlı olmayız, onun yerine muhtemelen üstünkörü bir cevap uydurarak konuyu geçiştiririz, rasyonalize ederiz. ancak bu durumların, zihinde işleyen bu süreçlerin elimizden geldiğince farkında olmak; kendi gerçeğini anlayan bireyler olmamız ve avrupa bizi kıskaniyi, cennette huriler müslümanları bekliyi gibi masallara inanan sersem bir toplum olmaktan çıkmamız açısından önemli, faydalı ve değerli diye düşünüyorum. nitekim bu insanlar da böyle şeylere sadece iq düşüklüğünden değil, biraz da motivasyonsuzluktan inanıyor. oysaki samimiyete değer veren bir toplum olmak, gerçek arayışı için de motivasyon sağlayacak, bizi kendi sersemliğimizden kurtarmada bir payanda işlevi görecektir.
  • ekşi sözlüğün (bkz: influencer)’ı herhalde. çünkü 15k takipçisi var.
  • bu şahsın podcastlerini büyük bir hazla dinlerim. zamanın nasıl akıp gittiğini cidden anlayamıyorum. podcast bitimi ise kendimi ciddi şekilde fularsız entel gibi hissediyorum. baba buraları zaten okuyorsundur. lütfen podcastleri geciktirme. spotify üyeliğimi iptal etmememin sebebi sensin ona göre :)
  • ismi'nin "emin" oldugunu ogrenmis bulunuyorum.
  • uzun bir süredir kendi arkadaş çevremde üzerine konuşuyorduk. bahsettiği çoğu şeye kendi içimizde hakim olsak da yine de dinlemekten ve hak vermekten kendimizi alamadık.

    bugünkü konuşmasında kız arkadaşı için “benim hatun ekonomi mezunu, kalkıp sanat üzerine bir eğitimi yok. ama o tabloları biliyor, konuşabiliyor, büyük tutkuyla bakabiliyor” gibi cümleleriyle cidden gülümsetti. kendimden bir tane daha buldum yine. herhalde hayatta en iyi olduğum konulardan biri kendim gibi olana bir şekilde ulaşıp bulup çıkarmak.

    avrupa’da olduğunu da öğrendik, oturma iznimiz de var. bir gün karşısına kendisine epey benzer bir mühendisler grubu ve yanlarında tabloları anlatan ekonomist bir kız olarak çıkacağız gibi duruyor.
    bizim aşağıdaki için dünyaya geldiğimizden emin olabilir.

    “belki de sabahları bir saat yürümek ve beşinci senfoni'yi dinlemek için gelmişizdir dünya'ya.”
  • yıllardır uzun uzun yazdığı entry'lerden dolayı hiç sıkmadan kendisini okutabilen bir insan olduğunu zaten biliyorduk ama aynı zamanda da kendisini dinletebilen bir insanmış.

    böyle insanlar benim iştahımı açıyor. bunu mecazi olarak söylemiyorum. gerçekten podcastleri dinlemeye başladığımdan beri açım! immanuel tolstoyevski konuşuyor, ben corn flakes yiyorum. youtube'a geçtiği gün coco star yicem.
  • podcast i hayatıma girmesini sağlayan fularsiz entel
  • eğlenceli bir gülüşü olan yazar. (o ne demekse)
    ekşi (felsefenin öyküsü) ile başlayan podcast ile devam eden bir sevgimiz var.
    ailecek okuyoruz...
hesabın var mı? giriş yap