• devamı çekileceğine dair dedikodular dolaşan film.
    yaklaşık 100senelik bir aradan sonra "devam"dan bahsedilebilirse tabii.

    "meanwhile in more confirmed news on a thoroughly different project - the arizona daily star reports that "city of god" director fernando mierelles is now in pre-production for "the constant gardener" a drama about an english diplomat living in kenya whose wife is murdered, as well as her suspected lover.

    following that film, which has an estimated 2005 release, merielles will get to work on "intolerance: the sequel," a takeoff on d.w. griffith's landmark silent film, "intolerance" released way back in 1916. merielles said his film will tell six ifferent stories in different parts of the world, and will show the relationships and dichotomies of the third world and the upper class. "i'm doing the sequel to griffith, it's the story of mankind, and the timeline, of talking about human kind of geography happening to different people in different places"."
  • bu filmin griffith tarafindan nasil cekildigi ile ilgili resimli aciklamalarin yer aldigi amazon review sayfalarina suradan ulasabilirsiniz:

    http://www.amazon.com/…ding=utf8&p=s00e#reader-page

    kitap: hollywood babylon
    yazari: kenneth anger (ki kendisi de bir yonetmendir)
    (ve hatta anlasildigi kadari ile kitabin adi da bu filmin muhtesem babil dekorundan ileri geliyor gibi- hollwwood'un yonetmenlerin elinde nasil sekil aldigi vs..)
  • david wark griffith'in kurgu ve montaj teknileri ile sinema tarihine gecmesini saglayan filmidir. rus sinemasının temel taslarından pudovkin sinemanın temel ilkeleri adlı kitabında yönetmene sık sık ovgulerde bulunup bazı konularda ustası olan kuleshov dan ustun görmektedir.
  • zamanına göre, kurgusu, çekim teknikleri, setleri ve görülmemiş bütçesi ile epik üstün yapımların ağa babasıdır. paralel giden 4 hikaye, filmin sonlarına yaklaşıldıkça sıklaşan geçişlerle birlikte adeta multiple orgasm yaşatır. 90 yıl sonra bile izleyiciye çılgın attırır.

    peki bu film 90 yıl önce gösterime girdiğinde, neden bütçesinin yarısını ancak çıkarıp, d w griffith'i iflasın eşiğine sürüklemiştir? çünkü, izleyici buna hazır değildir. 90 yıl sonra bugün ise, izleyici halen böyle bir filme hazır değil...

    (bkz: dört film birden)

    (bkz: üç film birden)
  • sinema tarihinin ilk gorkemli uzun metraj basyapiti. 1916 yili bir italyan yapimi olan "hosgorusuzluk", insanlik tarihine iliskin buyuk bir evrensel soruna egiliyor. hosgorusuzluk...

    bunu tarihten sectigi uc konuyla anlatiyor.

    perslerin, babil'i isgali,
    isa'nin carmiha gerilmesi,
    • ortacag ingiltere'sindeki buyuk protestan katliami.

    film, ciktigi yillar buyuk tartismalar yaratmis, adeta fenomen donusmustur. ozellikle kalabalik figuran ordusuyla, isiltili dev babil sehir dekorlariyla. cunku o gune dek kimse boyle bir seye cesaret edememisti. film o zamanin parasiyla yaklasik yarim milyon dolara mal oldu. gerci parasini cikaramadi ama sinema tarihindeki yerini ebediyen aldi. ki bence bu ironik bir bakima, hosgorusuzlugu anlatan film hosgormeyenlerin yogun cabalariyla istedigi kitleye ve giseye ulasamadi. bu acidan elizabeth taylor’in oynadigi cleopatra’ya benzetebiliriz. o film de olaganustu maliyetler cekilmis ama fiyasko ile sonuclanip yapimcisi fox ’u [ 20th century fox’i] neredeyse batirmisti. ama intolerance'nin sonu ne yazik ki oyle olmadi hem filmin yapimci sirketi triangle hem de filmin yonetmeni david wark griffith iflas etti.

    hosgorusuzlugumuz evrensel galiba...
  • hd arsızı biz bebelere görüntü kalitesi çok kötü gelse de izlemeye doyamıyoruz. repliksiz olması altyazı bulmakla uğraşmamız yönünden iyidir :).
  • hoşgörüsüzlük (intolerance) 2000
    istila (the invasion) 2001
    hoşgörüsüzlük iii - son çözüm (intolerance iii - the final solution) 2004
    üçlemeye dönüşmüş phil mulloy kısa filmi. cama hoh yapılıp cizilmiş siyah beyaz insanlardan oluşması gibi başta itici gelebilecek bir görsellik; film izlendikten sonra bunun içerikle uyumlu estetik bir secim olduğunun idrakıyla ayakta alkışlanmış ve dönülüp yanındakine
    - adamın tarzı bu. bunu hep yapıyo tam bir phil mulloy klasiği.
    demekten geri durulmamıştır.
    filmler zaten kısa olduğundan anlatmaya gerek yok. ama zoglara bir cift lafım var "insan olsunlar".

    "uzayın derinliklerinde bir nesne ortaya çıkar. bu olay felaketlere yol açar. zoglar tuhaf görünüşlü yaratıklardır, davranışları görünüşlerinden de tuhaftır." hoşgörüsüzlük (intolerance)

    "sadece dwight hokum zog'ların dünyayı istila ettiklerini fark eder, dünyayı kurtarabilecek tek kişi odur." istila (the invasion)

    "günümüzden iki bin yıl sonra, dünya savaş filosu hâlâ zog gezegenini aramaktadır. uzay gemisindekiler, zog gezegeninin var olduğuna inananlar ve inanmayanlardan oluşan uzlaşmaz iki gruba ayrılmış durumdadırlar."hoşgörüsüzlük iii - son çözüm (intolerance iii - the final solution)
  • maynard'ın, ordu günlerini fazlasıyla yad ettiği tool parçasıdır. zira parçadaki 'but you lie, cheat, and steal' nakaratı amerikan kara ve hava kuvvetleri akademilerindeki bir asker yemininden* gelir.**

    the cadet honor code

    a cadet* will not lie, cheat, steal, or tolerate those who do.
  • aşkın çağlar boyu süren mücadelesini anlatan, 1916 yapımı, david wark griffith imzalı epik amerikan filmidir.

    - isa'nın yaşamının,
    - mezhepçiliği reddetmesi üzerine katledilen babil kralı'nın,
    - annesinin haince öğüdüne uyup aziz bartolomeos günün'nde protestanları katleden kral xı. charles'ın ve son olarak, dostunu öldürmek suçuyla haksız yere hüküm giyen genç bir adamın, vali tarafından sevgilisine gönderilen af mektubuyla idam edilmekten son anda kurtulmasının anlatıldığı dört farklı hikâyeden oluşur.

    hikâyeleri, paralel kurgu yöntemiyle aktaran yönetmen, kimi zaman gerilimi attırmak için öyküleri kendi içlerinde de paralel kurgulamıştır.

    yaklaşık iki milyon dolarlık bütçesiyle, dev dekorlarıyla, oyuncu kadrosuyla, masraflı kostümleriyle ve sayısız figüranıyla – dönemi düşüldüğünde – devrim niteliğindeki bu dudak uçuklatan film, the fall of babylon ve the mother and the law adlarıyla ikiye bölünmüş olarak gösterilmesine rağmen maliyeti karşılayacak geliri elde edemedi.

    üç buçuk saatlik olan film, 97 sene önce sinema izleyicisini ne kadar zorladıysa, bugün de aynı şekilde zorlamaktadır. çünkü seyirci bu görsel şölene ne o zaman hazırdı, ne şimdi hazır.

    ilk filminde (the birth of a nation/bir ulusun doğuşu) olduğu gibi politik söylemini kurmak için melodramdan yararlanan yönetmen, babil öyküsünde baltazar ve sevgilisi asurya'nın, pers kralı keyhüsrev’in eline düşmektense ölmeyi yeğlediklerini anlatıyor ve böylece, hoşgörüsüzlüğü trajik aşk üzerinden ele alarak, öykülere duygusal bir enerji ve dokunaklılık katıyor. fransa’da geçen öyküde ise, genç bir adamla protestan sevgilisinin katliamdan kaçamadığını görüyoruz.

    her ne kadar izlenmesi zor olsa da eşsiz bir başyapıt olduğu konusunda 97 sene sonra bile hâlâ hemfikir olduğumuz filmin yönetmeninin abd’deki çağdaşlarından ziyade, sergei eisenstein’ın (sergey ayzenştayn’ın) ve diğer sovyet yönetmenlerin devrimci sinemalarını etkilediğini hatırlatmakta da fayda var.
  • öncü ve ırkçı yönetmen d w griffith'in çektiği epik ötesi film

    griffith, ''şanlı'' ku klux klan'ın doğuş hikayesini anlattığı sansasyonel film the birth of a nation'ın gişesinden kaldırdığı yüklü ganimeti kullanarak hem nation'a gelen tepkilere cevap veriyim hem de öyle görkemli sahneler çekiyim ki yüzyıl sonra bile izleyenin dibi düşsün gayretleriyle çektiği çok enteresan bir hadisedir intolerance*

    bir çok yönden zamanının ötesinde bi filmdir. dört farklı coğrafyada dört farklı zamanda geçen hikayeler birbirine giderek bir örgü biçiminde dolanarak gayet usta işi geçişlerle dört nala büyük finale doğru ilerler. bu bakımdan cloud atlas'ın yüzyıl önce çekilmiş prequel'i havasındadır. hatta cloud atlas kitap uyarlaması olmasa wachowskiler direk intolerance'dan esinlenmiş derdim. zira iki filmin sadece anlatım tarzları değil, temaları ve vermeye çalıştıkları mesajlar da fazlaca benzeşir

    filmin ilk yarısı hayli zor ilerler. çünkü ancak bir belgeselden beklenecek kadar didaktik geçer ilk yarı. mö 600'lerde babilonia'da ne nedir kim kimdir nelere taparlar ne ederler, yok efendim isa'nın zamanındaki vaziyetler yahudi soyluları'nın adetleri, 1572 fransa'sında saray içi güç oyunlarının aktörleri çatışan mezhepler kimlerdi nelerdi hugenotlar roman katolikler.. o bu şu derken beyni hafiften mıncırmaktadır. tüm bu ansiklopedik detayları sessiz sinemanın genelde sadece iki üç satır yazılan ara kartlarının tümünü doldurarak seyirciye aktarmaya çalışan griffith bunu filmin temposunu aksatmadan yapmada işin doğası gereği pek başarılı olamıyor bu kısımlarda. zaten bu sepetlerle film gişede gümlemiş griffith'i bakkala kasaba borçlandırmıştır

    bir yandan da bana griffith bunları kendi bilgi birikimiyle yazdıysa helal olsun, faşist maşist ama dolu adammış dedirtmiştir.

    özellikle babil dönemi hikayesi çok etkileyici. fars kralı cyrus'un ordusuyla yapılan mücadelerin geçtiği savaş sahneleri ohannesburgerlettirir. yüce tanrı allat'a tapan (http://en.wikipedia.org/wiki/allat) babilliler ''allato allato!'' diyerek saldırırlar düşmanlarına. cyrus'un ordusunun ilk defedilişinin ardından babil kralı belshazzar'ın yardırdığı tören sahneleri ise bugünün şartlarıyla bile mük-kem-mel ötesi

    http://www.youtube.com/watch?v=cm5hvs2ub4s

    los angeles'ta oscarların de düzenlendiği kodak theatre'ı bünyesinde barındıran hollywood & highland center'ın mimarisi filme bir saygı duruş niteliğiyle birebir bu törenler sırasında görülen babil sarayları setlerinden esinlenilmiştir (detay: bina tam karşsısındaki meşhur mason locasıyla beraber ilginç bir bütünlük sergiler)

    filmin ilk yarısı ne kadar netameliyse ikinci yarısı bi o kadar doludizgin akar.

    --- spoiler ---

    finalde, dört hikayeden ilk üçü hoşgörüsüzlüğün getirdiği yıkımlarla beraber birer birer hüsranla sonuçlanır:
    babil iki yüzlü din adamlarının oyunları sonucu cyrus'un ordusuna yenik düşer,
    isa çarmıha gerilir,
    st. bartholomew katliamında hugenotlar kıyıma uğrar..

    ve seyricinin umutları tüm heyecanıyla dördüncü hikayenin sonucuna kilitlenir. burada griffith, bana kalırsa, cloud atlas'dakinden çok daha hünerli bir şekilde kotarmıştır finali

    --- spoiler ---

    the birth of a nation'ın tüm ilklerine rağmen, intolerance kesinlikle çok daha nitelikli ve geçen zamana daha dirençli bir seyirlik. üstelik nation bodoslama ırkçı mesajlarıyla yer yer sinirleri hayli zorlayabilirken, intolerance gayet medeni fikirler aşılama gayretiyle takdir topluyor
hesabın var mı? giriş yap