• sosyal izolasyon.. desem içime sinmez..
    toplumsal yalıtım.. hiç olmaz..
    insansızlaşmak.. hah budur..
  • genel anlamda basarili bir album olmus. liriksel acidan daha doyurucu bi album.
    ayrica albume adini veren sarkinin sözleride bu sekildedir ;

    benim adım kolera,1375 yıllık hasta
    kimi boynumu kesmek için arar ustura
    kimine göre benmişim o kuyudan çıkan samara
    melek olmak isterdim bir yerde bir semada (semada)
    şahlanırsa burak hemen tutunmam gerek yularina
    anlamaya çalışma anla ! aşk dayandı gırtlağa
    şeytan ateşten bir halka ister ince boynuma
    şerlerden arınan kul şeytanlıktan kurtulur
    bil kendine güveniyorsan zarardasın
    yaradana güveniyorsan haklısın ve kardasın
    yakın isen yakarayım uzak isen çağırayım
    yoksa ben sana nasıl varayım bilmem
    ne ister hayat bizden büsbütün
    artık önceliklerini bir tart bir düşün
    bir zindan mıdır yoksa bir rıza mıdır bir düşün
    sade bir tesadüf mü yoksa doğup büyüyüp ölüşün
    dan dan dan dan düşüsün hantal bir hayat sürüşün
    bana değil kendinize gülüşün, durur herkes merkezinde efendi

    (nakarat)
    olsun hata yapabilir elbet insan uyanır kimi anca çıkınca can
    iyilik gizlenebilir muhakkak ama kötülük mahkum çıkmaya ortaya
    zaten soyunulmadan giyinilmez,yaşatır kalp bizi kadre bilinmez
    kul nasıl bi yamaçtan iki kere düşmez kalsın anılarım ortada toplama
    kuş uçar aynı cins kuşla, devekuşu uçamaz o varoluşla
    kimi doyar tek bi kuruşla, ne anlarsın inziva aşka kavuş da

    haydiyin kendi geldi gemi kalanınız binin
    bilirim ateş değil atlas olsun ister sinyalim
    iblis güçlü eğer uyarsa babası ademe sonunda kalır bebe bizim gibi bi efeyle
    kirliysen neden bulaşıkların yanında kalasın kalk yıkan ve sor bedenim temizse kalbimi ne yıkar
    dert ve hüzün anlarında değil mi baltayı yiyen ayaklar sağ ve selametle kal gel şu derde hüzne dal
    ye! kürküm ye! sende görmesinler bir cevher pervane olurda etrafında dönerler
    ahiret güzelini değil dünya güzelini severler hoca ne demiş öyle ye kürküm ye söyle

    (nakarat)
    olsun hata yapabilir elbet insan uyanır kimi anca çıkınca can
    iyilik gizlenebilir muhakkak ama kötülük mahkum çıkmaya ortaya
    zaten soyunulmadan giyinilmez,yaşatır kalp bizi kadre bilinmez
    kul nasıl bi yamaçtan iki kere düşmez kalsın anılarım ortada toplama
    kuş uçar aynı cins kuşla, devekuşu uçamaz o varoluşla
  • sarkiyi dinledigimden beri "dan dan dan dan düşüşün... hantal bir hayat sürüşün" bölümü beynimde yankılanıp duruyor. orjinal bir caisma olmus.
  • albümün ilk klibi olan bir dilek hakkı bugün itibariyle* yayınlanmıştır.yönetmenliğini posthane ekibinden anıl tütüncüoğlu yapmıştır.
  • zaman ve mekan unutulmadıkça yapılanı makbül değildir.

    ''hayyan bin abdullah'ın yere serdiği bezden bir parçayı elimde tutuyordum. üzerinde ''yol senindir ''yazıyordu sanki. bezin bir kısmı yırtılmış olduğu için sadece ''senindir'' kısmı kalmış elimde. bir kaç harften başını çıkarabiliyordum. başım gökyüzüyle bağlanmıştı ve sadece yürüyordum. önümde haşhaşinlerin kalelerinden çıkan atlıların izleri vardı. yaşadığım yerde eski bir iz sürücü olduğumu anımsıyorum. gün doğarken bunu anımsıyordum ama gün batarken bunu da anımsamayacaktım. bu atlılar, atlarının bileklerine tülbentler bağlarlardı ve nal çakmazlardı ki ince toprağın üzerinde atların bıraktığı izler sansar izine benzesin. hicri takvime göre elli bin sene evvel buralarda dolaşan atların izini bile görebiliyordum. sadece yürüyordum.

    kıpti köylerinden geçerken ateşlerin yakıldığını gördüm. horasan'dan ve bağdat'tan elçiler yollara düşmüşlerdi. ipekten urbalarının üzerinde abbasi arması vardı ama artık bu armanın bir hükmü de kalmamıştı. moğollar devşirmeye çevirmişlerdi çoktan halifeyi. dünya yıkılıyor gibiydi ama ben sadece yürüyordum. altımdaki toprak bitene kadar yürüyordum.

    bastra'ya varmış idim. yedi uyurların dağından hallice bir tepeyi gözüme kestirdim. içime doğan, kartal, akbaba, panter ne kadar mahlükat varsa doluşmuştu. bir yılan topuklarımın içinden geçip gitmişti. güneş ellerimdeydi. kurumuş ırmakların izini takip ettim. güneşin ellerindeydim. gözlerimi açmama gerek yoktu. çölde başı boş yürüyen birini gören köle tacirlerinden saklanmak için kendimi kuma gömmeme gerek yoktu. giysiye ve suya ihtiyacım yoktu. çünkü kum rengiydeydim. gözlerimin akına kadar berraktım.

    tepeye vardığımda elimdeki asaydı da bıraktım. başımdaki sarığı çözdüm. ellerimi açtım ve ebu zerr'in sözlerini tekrarladım. söz bitene dek dağın tepesindeydim. miracımın manzarası kırılmış bir ay gibi güzeldi. bağdaş kurdum ve geceyi bekledim. kim olduğumu unutmama bir kaç an daha vardı. ayaklarımın altını kurduğum bağdaştan görebiliyordum ama başım öne eğilmiyordu. parmaklarım avuçlarımdan ayrılıyordu. ateşten kopan ışık gibi kendimden kopuyordum. ensem uyuşuyordu ve gövdemin ortasında bir hançer güle dönüşüyordu. kabenin duvarlarında örtüydüm. sakilerin elindeki kadehtim. ölünün son nefesiydim.artık ben şüphesiz ki bendim. ''
  • genelde roma'daki otium'un tam karşılığı gibi düşünülmüştür, ancak arada bir mahiyet farkı olduğunu düşünüyorum.

    roma'daki otium'un daha kemiksiz hâli gibi duruyor inziva. tdk'nın belirlediği iki anlam da kendi içinde anlamlıdır: a. "toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama" b. "dış dünyayla bütün bağlarını keserek tanrı'yla birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması" her iki anlam da, tabirin roma'daki otium'un daha insan-içi'ne uyarlanmış şekli olduğunu gösteriyor. zira otium'un mahiyeti resmî görevlerden azledilmiş, sıyrılmış olmayı vermesindedir (leisure, vacant time, freedom from business: fecero; quamquam haut otium est, plaut. poen. 4, 2, 36: tantumne ab re tuast oti tibi? ter. heaut. 1, 1, 23). bu açıdan bakıldığında otium, negotium'un yani "görev, ödev, resmi iş"in zıddı olur. otium'un içinde, sanki bir dönem resmî görevlerde, sorumluluklarda bulunulmuş da, sonradan çiftliğe dönülmüş havası vardır. işte buradaki "yığınlardan, kalabalıklardan uzaklaşmak" yani "diğerlerinden kopmak" eylemi, bir somut kendine dönüşün simgesi olur. oysa inziva, tam anlamıyla bir soyut geri çekilmedir. sanki -yığınların arasında bile- "toplum yaşantısından çıkmış olma" anlamını içinde barındırır. önemli olan düşüncede "tek"lik ve "kendilik bilinci"dir; kişinin ona ermek için, bir zaman süresince resmî görevlerde bulunmuş olmasına gerek yok. inzivaya çekilen, kendiliğinin peşine düşendir.

    hâl böyle olunca kaçınılan şey, öncelikli olarak resmîlik veya sorumluluk durumunun kendisi değildir inzivada; inziva, kişinin kendisi dışındaki herhangi bir şeyden (ki bu da, her şeye denk gelir; her şey herhangi bir şey olarak "diğer şey"dir, yönelen zihnin yönelebileceği bir metadır. o hâlde inzivada yönelebilenin yönelebilen yetisine yönelişi vardır.) kaçınmasını gerektirir. romalı şair horatius'un meşhur otium'u ile burada inziva'nın ikinci anlamında geçtiği kadarıyla "dış dünyayla bütün bağlarını keserek tanrı'yla birleşebilmek için" kendine kaçan kişinin durumu arasında fark vardır. kişi, kendi'liğini sağlayabilmek adına, kendi olarak görmediği her şeyden sıyrılır. deyim yerindeyse, hayatın bizim dışımızda kaldığını sandığımız her şeyi resmî bir sorumluluk olarak görmemiz söz konusu inzivada.

    romalının otium'dan anladığı şeylerden biri de "aktif olmama, üretim durumunda olmama" hâlidir (eş anlamlılar için: ignavia, desidia, inertia; örn. kul.: "vitam in otio agere" ter. ad. 5, 4, 9). oysa inziva, dışsal olan her şeyden vazgeçiştir; içinde üretimi veya aktifliği umursamaz; insan sadece kendilik bilincinden ötürü kendine kaçar. hâl böyle olunca inzivada aktiflik ve üretim gibi pasiflik ve üretimsizlik de yoktur, diyebiliriz. inzivanın sağladığı şey de bizzat budur zaten, anlamlar ve anlamlı kılınmaların ötesine taşmak. oysa romalının otium'dan anladığı şeylerden biri de ziyadesiyle "boş zaman"dır ( örn. kul. "otium moderatum atque honestum" cic. brut. 2, 8). inzivaya çekilen için ise, zamanın boş ya da dolu olmasının bir anlamı yoktur. zira inzivada zaman kişinin kendisinde kaybolur; inzivanın süresi kişinin kendi iç zamanı kadar akar.

    bunun yanında otium'un "sukunet, sessizlik, dinginlik" manaları da vardır ("pax, tranquillitas, otium" cic. agr. 2, 37, 102) bu manalar inziva'nın içerdiği o kaçısa daha yaklaşmasını sağlıyor terimin. zira cicero'nun otium'la birlikte kullandığı iki terime dikkat çekmek gerek: pax ve tranquilitas. ikisi de içerik olarak huzuru amaçlar; inzivanın asıl amacı huzur dahi olsa, en nihayetinde kendilik bilincine erme uğraşısı olması bakımından iç ve dış huzuru çok ama çok aşan bir "kayboluş" anlamını içinde barındırır. insan her şeyi kendisine indirgeyebildiği an, huzur arayışının kendisini bile küçümser. insan inzivada kendini kendine indirger, otium ise bunun cilasıdır, insanın dışındaki dünyaya düşen gölgesidir. hakikatten inzivaya çekilebilenler bu dediğimi anlayacaktır.
  • hikayedir. zihni ve kalbi arasında uyum olmayanlar inziva ile adam olacaklarını sanırlar. ama git bak nerede inzivaya çekilmiş bi adam var, inzivadan önce ne boklar yedi de kalbini, hem ruhunu kusturduysa, inzivadan sonra da aynı bokları yemeye devam edecektir. boşuna kandırma kendini; you are no prophet.
  • ruhu, derin dondurucuda saklamaktır bir nevi. inziva, "tercih edilmiş yalnızlık"a karşılık olarak söylenegelse de, bu tercih etme durumu aslında bir zorunluluktan, bir seçeneksizlikten kaynaklanır. güç kalkanları devrede değildir, üstüne üstlük tüm savunma kalkanları da yitirilmiştir. yani maruz kalınacak olası bir darbede, bünyenin darmadağın olması kaçınılmazdır. hal böyleyken, yapılabilecek en mantıklı şey; bünye kendini toparlayana kadar, ruhun zarar görmesini engellemektir. bu da ancak ve ancak "yalnızlık"la mümkündür; ta ki yeni bir çarpışmaya kadar.

    (bkz: 'til i find somebody new)
  • sırtını bir ağaca verdiğin, manzarası güzel olan yer.
  • ruhu dinlemek* için, dinlendirmek için yapılması gerekendir.
hesabın var mı? giriş yap