• vişne suyum ile iştirak edeceğim zirve, kutusu kırmızı olanı bulur, onu alırım ortamı bozmam.

    "katıl" butonuna bastıktan sonra bi kaç kez sayfayı yeniledim ama yaş ortalamasında bi değişiklik olmadı henüz, çan eğrisine dahil olan en yüksek notlu öğrenci gibiyim şu an.

    örgümü alıp, altıma gazete serip çiğdem çitlerken "evladım az yavaş yiyin şu midyeleri karnınız ağrıyacak" deme potansiyelini gördüm kendimde, gelmesem mi ben yoksa?
  • bana zorla bira icirttikleri zirve. orucum dedim, yapmayın dedim, şu anda ağzımda huni var ve bira döküyorlar, aglamak istiyorum.
    (bkz: müslüman uyuma)
  • sosisle çileği bir arada ananların "cırcır olursunuz mazallah" laflarıyla baltalamaması gereken zirvedir.*
  • izmir'e yeni taşınan benim gibiler için iyi zamanlanmış bir zirve. evden kordona diye çıkıp kendimi çorumda bulmaktan korkuyorum , bornova metro civarından gidecek olan suserlar yeşillendirebilir mi?
  • her şey alışverişe gittiğim için saatimi, gözlüğümü ve fularımı unutmamla başladı. fular aslında çok önemli değil, sonuçta muhabbet içeriğine göre kendi kendine oluşabiliyor ve ben bi anda ingiliz aksanıyla konuşmaya başlayabiliyorum.

    vapura son anda yetişerek karşıyaka'dan alsancağa doğru ilerlemeye başladım. hava bi değişikti. elit kokular alıyordum, çok endişeliydim. sebepsizce sırt çantama bir adet gömlek, bir adet tişört, android şarj aleti ve mayo -evet bildiğin- atmıştım. vapurdan indiğimde kulağıma çalınan zılgıt sesleri* gecenin hareketli geçeceğini hissettiriyordu. buluşulacak mekana geldim. tabi eskisi gibi telefonda üstünde ne var demeler, ne bileyim saten gecelik ipli don demeler falan yoktu. sonuçta epey tanışız artık. mekana oturup hiçbir şey sipariş etmedim yine. nedeniyse saatin erken, gecenin uzun, ve biranın yandaki tekel'dekinin iki katı fiyata olması.

    aç olan ucan honolululu ve benjiialavaraya doğru yol aldık. her zamanki gibi turşu az ve erken, makarnalar geç geldi. biraz da bizim oyalanmamız üzerine çoktan çimpub'a geçmiş yazar arkadaşlarımız bizi telefon aracılığı ile midyeyle tehdit etmeye başladı, ben durur muyum kalkın gidiyoruz dedim tabi. konser nedeniyle ağzına kadar dolup taşan tekellerde beklemek zorunda kaldık, çok zor şartlarda alkollendik.

    sahile çıktığımızda curcunaya rağmen grubu bulmak zor olmadı. bildiğin 50 kişi bi yerde oturuyor, anlamak pek zor değil. gelen geçen abi burada bi olay mı var falan diye bakıyor. direkt ifşayız yani.

    çimlerde harbi neler oldu ya? ulan hepiniz oradaydınız be? bu haftaki midyeciyi ben sevmedim, geçen haftaki abi samimiydi, bol bol da veriyordu, fiyat da daha uygundu. midyeyi de daha çok beğenmiştim. bunların içinde kurular çıkıyor, kabuğu kırıklar denk geliyordu, ya da ben cenabettim, bilemiyorum altan.

    çimlerde combo olarak yaptığımız sigara, çiğdem, bira-midye işlemlerinde oluşan muhabbetler çok değişikti. çizgi film ruhunu tekrar yakalamaya çalıştık ama, materyalist imam olmayınca o kafaya ulaşamadık. ben tsubasa falan dedim, bir abimiz -kullanıcı adını bilmiyor, ismini hatırlamıyorum- ben pokemonu çok severdim atardım böyle o topları dedi eliyle de taş sektirir gibi bi hareket yaptı, muhabbet de öyle kitlendi. olmadı yani sözlük.

    gecenin ilk çok gülmeli olayını on capraz baglardaki yirtilma ile yaşadık. ulan zaten tüm gülmeli olayları bu herifle yaşıyorum. tantuniler, kasayı yatırmalar, çay çorba hesapları falan. biz tam olarak arma kitap cafe'nin hizasında bi yerde oturuyorduk. bira bu, şişede durduğu gibi durmuyor ki mesanede. kalktık başladık cafelere dilenmeye, abi bi işeyip çıkabilir miyiz diye. yok arkadaş, almıyor ibne evlatlarının hiçbiri. tek tek giderken, bi anda kendimizi popcorn'un mutfağında bulduk. abi de ne geniş yürekliymiş, ne adammış, kardeş tuvalet öteki tarafta sonda dedi. bize direkt adres gösterdi. ulan resmen cafenin yanlış kapısından girmişiz. dönene kadar böyle bi güldük zaten. gülme olayları öyle başladı.

    döndüğümüzde herkes memelerini sıvazlıyordu, ortam çok değişmişti. şaka lan şaka, nasıl bıraktıysak öyle bulduk işte. dönüşte aldığımız ekstra alkol de cabası. insanlar tek tek dökülüyor, gittikçe gidiyordu. gadınlar ağlıyor, ama son otobüsler tek tek gidiyordu, on capraz baglardaki yirtilma da ağlıyordu ama gülmekten. "gidersin yiaa, nolcak yiaaa" diye kandırmayı başarabildiğimiz insan sayısı epeyce azalmıştı, ama görev belliydi, o güneşin ilk ışıklarına şahit olunacaktı!

    bir çiş molasına daha ihtiyacımız oldu. bu sefer yoldaşım on capraz baglardaki yirtilma ile yanımıza bir kişiyi daha kabul etmiştik, huban! direkt popcorn'a doğru yardırdık, sonra kapanmış olan ışıkları görüp bir güzel hasiktir çektik. popcorn hizasından konuşlandığımız yere doğru dönerken, abi alın bizi biz işemek istiyoruz diyorduk ama herkes kapatıyoruz, dışarıdan alamıyoruz falan diyordu. on capraz baglardaki yirtilma da durur mu, o zaman nah size kahvaltı falan deyip esnafı tehdit ediyordu. en son bir yer aldı buyrun diye. dedik abi kahvaltıya gelicez, ama gidemedik, affetsin. mekanın adı barfix, kahvaltı veriyor mu onu da bilmiyorum gerçi.
    saat 3 civarıyken 15 kişi kadardık. sonra bi anda yok olmaya başladı herkes yine.

    bi ara oturur pozisyondan uzanır pozisyona geçtik, ben kanguru sıtayla zulaldığım, bitti sandığım çiğdemleri görünce çok sevindim. ay göbeğinden almam ki diyen arkadaşlara ellerimle ikram edince bi anda sesleri kesildi*. ama o çiğdemlerin bitişi, sonun başlangıcı oldu. taktığım iki güneş gözlüğü ile uzandığım yerde uyumaya çalışıyordum ama sağdan soldan güldürüyordu şerefsizler. uyutmuyorlardı.

    grubun azalarak bitmesi gerçekleşirken yan taraftaki mandolinli, gitarlı gruba daldık. sonra belediyeci abilerin, duş yapmak istemeyenler çimleri terk etsin uyarısı ile çimlerden olduk, çim yoksa taşa otursunlar diyen abiler yüzünden iskele önüne konuşlandık.

    grt ile iskele önündeki nereye sıçacaklar tuvaletine doğru yol aldık. kendisi olması gerektiği gibi bozuk para atarak içeri girdi. çıkarken kapı kapanmadan içeri atladım ve işerken bir sapık kapıyla karşılaştım. abi tuvaletin kapısı açılıp kapanıyor, tüm sahile şov yapıyordum. hayır türkiye hazır değil buna daha, ne yapıyorsun sen?

    en son 7 kişi kalıp çorbacıya doğru yol almaya başladık. manyak gibi ismet ustaya kadar yürüdük. oturduğumuz andan itibaren içimizi korku kaplamıştı*. haliyle çorba söyledik, o tuzak sulardan getirmişlerdi. ahşap sepette gelen bazlamalar hesap hakkında daha da ipucu veriyordu. yemek sırasında eline su şişesini alan on capraz baglardaki yirtilma'yı durdurmaya çalıştıysam da o suyu açtı ve içmeye başladı, başımı sağa çevirdiğimde huban suyu nerdeyse bitirmişti. tüm suları açıp eşit miktara getirip bırakma planı yaptıysam da desteklenmedi. sonuçta risk buydu. tam çorbalar biterken garsonun ağzından dökülen "çay vereyim mi gençler", hepimize korku salmıştı. yarın yokmuşçasına çay içecektik. korkudan ağlamaya başlamıştık. özgüven patlaması yaşayan ön çapraz, verin onu da verin dercesine söylemişti çayları.

    çaylarımızı da içtik. artık garsonlar masaları topluyordu, kibardan kibardan "bak şurdan, siktir git" diyorlardı bize. kasaya gittik ve o an gerçekleşti. burası hakkında daha fazla detay vermek istemiyorum, üzücü oluyor hatırlamak bile. çorbacının önünden alsancak ve konak yönüne olmak üzere de ikiye bölününce artık her şey bitmişti.
  • yapmayın etmeyin dedim, dinlemediler. sabahlattılar ulan! zorla, hunharca...
    midye yiyeceksin dediler, bira içeceksin dediler, espri yapacaksın, kahkaha atacaksın dediler.
    müzik yapıyorlarmış yanda, dinleyeceksin, ritim tutacaksın dediler ve hatta gerekirse kıçım kıçım yanaşıp aralarına gireceksin; şarkı-türkü demeden eşlik edeceksin... tamam mırıldansan da olur, sağa sola hafif hafif salınsan da olur dediler. çimde hasır, yastık demeden yatacaksın, üstüne de tişört örteceksin dediler. hatta bazılarımıza ışık çok geliyo diye güneş gözlüğü taktırıp yatırdılar. baykuş var binersin elbet "nihahaha" deyip otobüse göndermedikleri insanları "ya hadi kal kal" diyerek sabahlamaya zorladılar. sonra da kolcu çorbacılara götürüp çorba içirttiler. bazılarımız sonrasında kahve bile içmek zorunda kaldı.
    şikayet edenlere rahat olacaksın dediler, "relaaaakkkss" yaptılar.
    aramızda birbirlerine bira ismarlayan, sen kapat-sen kapat yapan ve türlü şakalarda, çeşitli gülüşmelerde bulunan insanlar da vardı. bir ara bir kafede zorla oturtuldugumuz sırada alsancak'ta bir evde oturan bir sözlükcü fotografimizi bile cekti.

    günün anlam ve önemine uygun bazı yerli deyişler türetenler de oldu bu zirve ve yavru zirvede. örneğin:

    -tatlı için ok muyuz, yoksa yok muyuz?!
    -arkadaşlar baktığınız yere bakın!

    gibi. herkesi bunları küçük not kağıtlarına yazıp cüzdanlarinin kenarına ilistirmeleri icin zorladılar. bazılarımıza bunları insanlara anlatmamız için zorla söz verdirttiler.

    ulan hepiniz ordaydiniz be!!

    işte bunların hepsi bu zirvede oldu.

    herkes duysun, bilsin. bu anlatılanlar gerçek yaşam öykülerinden alıntıdır.

    "olum var ya neler kaçırdınız hee!" dedim kısaca. ben lafımı ortaya goruuum, alan alırrr almayan çit bağlasın survivor izlesin. "artis mi? artis kim? artis ne arar la bazarda?"ya baksın.

    edit: alsancak'ta oturan arkaaşımız var hakkaten. evet zengin.
    (bkz: alsancak'ta oturmak)!

    edit 2: imla. + geçen günlerimiz oldu evet.
  • uzaktan kesip kız görmezsem katılmayacağım zirvedir.
  • ne varsa izmirlilerde var diye düşündüren.
    erzurumda olsa kesin bizi tahrik ediyorsunuz derlerdi.
  • giden var gidemeyen var.
    (bkz: hayvan gibi şi yapıyosunuz ya)
hesabın var mı? giriş yap