• 80'lerdeki pop-art patlamasıyla zengin olmuş ressam/ sonradan yönetmen. ki şahsıma göre, yönetmenliği ressamlığından daha başarılıdır, ya da ben pop-art'tan anlamıyorum, çok klasistim. kendisi zamanında david bowie ve basquiat ile çalışmıştır. bu tanıdıklık yüzünden, yönetmenliğini üstlendiği basquiat filmindeki basquiat tabloları, mr. schnabel'in roproduksiyonlarıdır. ayrıca işbu filmde andy warhol*'u david bowie oynamıştır.
  • sevdiğimiz yönetmenlerden schnabel. plastik sanatlar konusundaki bilgisi, sinemasına da yansımıştır. basquiat, dalgıç ve kelebek vb. sanatsal tavrının hissedildiği ne güzel örneklerdir. bizzat 80'ler new york'unun patlamalı, sansasyonel sanat ortamında bulunduğu için sonu baudrillard'a* varacak sanat histerisini çok iyi anlatır. en son van gogh'u* yaptı. kanımca, yapılmış van gogh'lar içinde kendine özgü bir yer de edindi. sanatçının gözünden dünya nasıl görünüyor, bunun hem hoş hem hüzünlü bir cevabını verdi.

    van gogh'un sinemadaki macerası uzun ve renkli. konusu açılmışken sanat tarihsel bir seçki yapayım, üzerine yapılmış belli başlı filmleri sayayım. 1956, minnelli & cukor filmi olan lust for life'da van gogh'u kirk douglas oynuyor. tıpkı the agony and the ecstasy'de michelangelo'ya can veren charlton heston gibi, nefis bir douglas yorumu, klasik. sonra 1990, robert altman'dan vincent & theo. bu sefer tim roth van gogh oluyor, o da başarılı. aynı sene kurosava'nın muazzam filmi yume'de de bir düş van gogh'a ayrılmış ki kanımca koca bir film değerindedir. 2017'de çok beğendiğim, büyük emek mahsulü animasyon loving vincent ve 2019'da schnabel'in van gogh'u. özetle sinema tarihi, van gogh'a her açıdan yaklaşan ve onu tanımaya çalışan eserlerle dolu. van gogh kendini bu kadar iyi tanımış mıdır acaba? kendisi bu soruya şöyle cevap verebilir tabii: halt etmişsiniz, hiçbiriniz beni anlayamamışsınız! eh, herkesin van gogh'u kendine*.
  • her iki filminden yola cikarak, belli bir anne ve ogul iliskisine de kafayi taktigi soylenebilir.
  • pijama terlik televizyon uclusunun televizyonunu pas gecip, en cizgilisinden pijama ve terlik sevgisi herkes tarafindan bilinen, zamaninda interview dergisinde olsun vanity fair dergisinde olsun kendisiyle olan soylesilerin fotograflarina bu evcil halini sergilemekten cekinmemis bir ressam ve simdilerin yonetmeni. before the night falls filmi ile ilgili o kadar guzel bir soylesi var ki kendisiyle yapilmis, tabii ki pijamalarla siritiyor objektife, bir bulabilsem paylasmaya deger, kliseleri elestirmeye cok megilli gonulleri bile susturacak kadar "asiri doza ugratilmis klise" ifadelerle sinema ve resim sanatindaki benzerlikler dokuluvermis dilinden.
  • kanimca bir basyapit olan before night falls filminde basrolu oynayan javier bardem icin su aciklamada bulunmus yonetmen:

    "many times javier said he didn't have it and i said, "yes you do." javier is so self-critical that when we watched the movie for the first time in new york and i asked him what he thought on a scale of 1-10, he said, "it's a 6." i said, "it's an 11." i cried watching javier sometimes while making the movie. watching him do the scene where reinaldo is sitting on the floor before he's going to slit his wrists, thinking about his mother, you just see everything on javier's face. it was like eating the best meal you ever had, it was like your grandmother or mother made the food and did it with such love, it was like babette's feast."

    roportajin tamami burada: http://www.reel.com/…es/interviews/beforenightfalls
  • 1978 yılında tower of babel (babil kulesi) adlı sergisiyle new york sanat ortamında parlayan çağımızın önemli ressamlarından julian schnabel'in en tipik özelliği resimlerinde tuvale monte ettiği kırılmış tabaklar üzerine yaptığı boyasal müdahalelerle kendini belli etmişti. (bkz: http://ensuciandolasparedes.blogspot.com/…abel.html)

    yeni dışavurumculuk (neo-expressionism) olarak 70'lerin sonundan itibaren yükselişe geçen yeni bir sanatçı kuşağının temsilcisiydi schnabel. sonraları giderek yönetmenliğe yönelerek arayışlarını sinema alanında sürdürdü.

    2007 yılında cannes film festivali'nde le scaphandre et le papillon (dalgıç ve kelebek) filmiyle en iyi yönetmen ödülü, altın küre'yi kazanarak bu alanda da dikkatleri bir anda üzerinde toplayan schnabel, bafta, akademi ödülleri, césar award, altın palmiye ve iki kez de altın aslan'a aday gösterilmiştir.

    son filmi at eternity's gate filminde kendisinin de hayranı olduğu ünlü ressam van gogh ile ressamca bir diyaloga girmiş, ona olan saygı ve hayranlığını bildirmiş görünüyor. `:https://www.indiewire.com/…gh-interview-1202022668/`

    at eternity's gate filmi schnabel’in izlenimci yaklaşımını ön plana çıkarıyor. filmde willem dafoe’nun canlandırdığı van gogh aracılığıyla fransız kırsalını bir şövaleyle gezerek onunla yüzleşmesi, vincent'i anlamaya çalışması, doğayı ve kendini yeni açılardan ele geçirme arzusu, van gogh'un yabancılaşma ve umutsuzluğuna katılma arzusu öne çıkıyor.

    her zamanki karanlık dönüşlerle, ressamın gizemli intiharına sokulmaya çalışıyor. tıpkı yalıtılmış bir adamın deneyimlerini betimleyen “dalgıç ve kelebek” filminde olduğu gibi at eternity’s gate'te de sürükleyici ve derinlikli bir öznellik araştırmasına dönüştürüyor filmini.

    van gogh'un kasvetli, yarı karanlık bir kesitten giderek ağaçların arasından sızan parlak, sarı, aydınlık bir araziye açılışı, kameranın huzursuz edici titrek hareketleri, rüzgarın ve buğdayların hışırtısına kendini terk eden sanatçının doğayla kurduğu derinlikli etkileşim ve tanrının varlığını bununla özdeş kıldığına dair sözleri, bir rahiple (mads mikkelsen) ile varoluş, isa'nın acıları ve resmin onun için ne ifade ettiğine dair sarsıcı diyalogu, doktoru felix ray'e anlattıkları vb. birçok detay üzerinden julian schnabel bir sinemasal şiir yazmış adeta.

    filmin en sorunlu bulduğum kısmı ise 2016 yılında basılan the lost arles skechbookadlı çizimleri gerçek olarak kabul etmesi ve filmi buna göre kurgulamış olması. halbuki bu çizimlerin van vogh'a ait olmadıkları o kadar belli ki. schnabel, nasıl böyle bir hata yapabilmiiş anlamak mümkün değil.
  • tam yaşamak istediğim hayatı yaşayan adam. ben de çok isterdim hiçbirşeyi takmayıp kafama esen şeyi yapmayı-özellikle de yönetmenliği...yaptığı her işte kıskandırıcı derecede başarılı olan insandır. ayrıca meslek konusunda kararsız bu müthiş yaratıcı ismin every silver lining has a cloud adında bir albümü de vardır.
  • "jean'ı kıskandırmak istiyordum. julian schnabel, francesco clemente, sandro chia ve enzo cucchi gibi ressamlarla rekabet halindeydi. hepsiyle arkadaştı ama atnı zamanda onlarla rekabet ediyordu. (...) francesco resim yaparken bana yılın yarısını geçirdiği hindistan'dan söz ederdi. hindistan'ın nasıl göründüğünü, nasıl koktuğunu, ne kadar güzel olduğunu anlatırdı." jennifer clement - dul bayan basquiat
  • ödül alması falan önemli değil ama (bkz: le scaphandre et le papillon) filmini çekebilmesi, bütün filmlerinin takibini vacip kılıyor.
hesabın var mı? giriş yap