• götü yeseydi de kendisi yapsaydı o zaman o espirileri. sikiniz anca muhalefete kalkıyor.

    edit: düşünceme muhalefet olan birkaç pembe götlü cihangir solcusuna şu entry özelinde cevap vermek isterim.
    istediği kadar sesi çıkan, muhalefetini yapan, sözünü söyleyen biri olsun, internetin kısıtlanması ile ilgili konularda rte'yi tiye alıp güçsüzleştiren muhalefet on numara iş yapmıştır, kendisi muhalefet işini yapsın diyecek çapta biri değildir.
    ne demeliydi muhalefet, "2020 yılında hala özgürlük kısıtlayıcı eylemlerde bulunan hükümeti kınıyorum" mu yazmalıydı?
    o yüzden kimse burada bu saçma sapan yazılanları umursamasın. başımıza ne geldiyse, bu tip kişilerden geldi.
    kadıköy güzellemesi yapan ve bomonti filtresizci tayfa sizden bir bok olmaz.
  • 10 numara mizah yapan 100 numara insan.

    bugunku bugunde bugun programinda yaptigi 27 ekim 2020 charlie hebdo karikatürü yorumu ile gonullere taht kuran, aklimdan geceni seslendirmis insan.

    "onlarda mizah bizimkinden daha farkli. cunku bizde bir seyi soylemek zor olur. bir seyi soylediginde hemen 'silivri soguktur'lar gelir. onlarda ifade ozgurlugu var. oysa ifade ozgurlugu olmasina ragmen mizah gelismemis durumda. baski altindaki toplumlarda mizah daha cok gelisiyor cunku bir seyi dolayli olarak anlatmak daha zor. biraz daha kafanizin calismasi gerekiyor. ben charlie hebdo'nun cumhurbaskaniyla ilgili yaptigi karikaturu acikcasi begenmedim. acikcasi biz de muhalifiz tamam da, ne bir seyi elestiriyorsun, ne yapici bir sey soyluyorsun. sacma sapan bir icerikte, sirf boyle ayar etmek icin yapilmis gibi. ben ayar olmadim. ben sadece begenmedim. buna tabi herkes asiri tepki koydu. buna koyulacak tepki, ' kardesim once guzel mizah yapin, ondan sonra biz sizi muhattap alalim. boyle seylerle vaktimizi almayin'. zaten bu elestirinin misli twitter'da yapiliyor. "

    edit budut.
  • herkes akildane oldu başımıza.
    kime ne yapıp ne yapmamasını gerektiğini söylemeye hevesli ne çok insan var.

    izahı olmayan şeyin mizahı olur ki her iki siyasi de bunu şahane gerçekleştirmiş.

    tipik ekşici piç bir siki beğenmeme timi tavrı içeren tvit sahibi.
  • 1- eleştirdiği muhalefet liderlerinin komik olmayan şakası kendisinden az, bence onu bi düşünmeli.

    2- komik olmasa dahi "arkadaşlar" diye hitap edebildiğin, yüzyılın başında komik olmaya çalışan, insanların yüzünü güldürmeye çalışan, deli saçması konuyla en fazla dalga geçilebileceğini bilen ve bu yönde tweet atmış iki muhalefet partisi genel başkanına son günlerde silivri'de sürünmekten korkmadan bunu yazabiliyor olmanın bir anlamı olmalı. kendini genç zanneden yaşlılardansınız siz ve sizin tayfanız bayım, her hareketiniz doğası ve kodları gereği ısrarla muhalefete zarar vermek üzerine maalesef. erdoğan'ı eleştiren haber başlığını yorum eklemeden, öyle gevrek gevrek laf sokmadan retweet etmekle, hiçbir ana akım medyada yer açılmayan ve gençlere ulaşmaya çalışan iki genel başkana o tweeti beylik beylik atmanın arasında korku farkının olmadığını söylemeyin, kalbinizi kırarım.

    3- şaka komedyenin işiyse sadece, siz de siyasi yorum yapmayın kaan sezyum, herkese işini ve doğrusunu öğretecekseniz -ki kimin neyi nasıl ifade edeceğine dair bu ahkam kesme şuursuzluğu gerçekten baydı, hello sjw boomer- herkes sadece işinin icabını konuşacaksa, siz de yalnızca şaka yapınız, eleştirinizi şakalarınızla ifade ediniz ve sakın dışına çıkmayınız. oldu mu şimdi ya? ne kadar yanlış yetiştiğiniz şu halinizden belli.

    4- "dığrı dizgin mihilifit yipsinlir hirikiti giçsinlir" geçemiyorlar canımın için, geçemiyorlar iki gözüm. öyle ahkam kesmekle olmuyor. nerede yaşadığınız hakkında gerçek bir fikriniz olsa, dünyanız twitterdan ibaret olmasa, meclisin hiçbir anlamının kalmadığını, muhalefet vekillerinin ederinin kalmadığını, ülkeyi gerçek anlamda tek adamın yönettiğini bilir, bunun uygulamada karşılığını anlardınız. cumhuriyet yok kardeşim anlamıyor musun?

    geçti o anadolu ve rumeli müdafaa-i hukuk cemiyeti'nin öngörüleriyle kurulmuş cumhurun cumhuriyeti. pufladı, bitti.

    çok idealist ve mükemmel sandığınız, lale götlü liboşlarınız, boykotçularınız, kendini iskandinav sanan bağcılar tornalı çakma entelleriniz, sokak çalışması yerine cihangirden memleket kurtaranlarınız, seçimlerde muhalafet partilerine alın teriyle emek vermeden hep daha fazlasını isteyenleriniz, sıcak yaz günü vayt çaklıt mokasını yudumlarlen yanına gelen chp'li teyzeyi gören o gençlerde "eheh amaan laikçi teyze" fikrini uyandıran karikatürleriniz, tehlikeyi fark etmeyenleriniz, muhalefetin gözünün üzerindeki kaş'a ne de olsa kaçacağı avrupası olan paşa torunları partisi olarak laf edenleriniz, hepiniz, emek vermeyen, twitter'da bir iki tweet, bir iki laf sokunca bu seçim kesin bizim diyenlerle en haklı haklılığınızı iddia ettiğiniz ahkamlarınızla işte bugün, sevgili sezyum, hiçbir şey yapmadan muasır medeniyet bekleyenler olarak hepinizin, muhalefeti geçtim, iktidar denilince akla gelen partiymiş vekilmiş hükumetmiş onun dahil tek bir seçimde, çalışmadığınız işte o seçimin kaybedilmesinde ve bugün bu deliliğe kalmamızda büyük payı var. meclis bitti meclis. yüksek maaşlı sekreter hepsi. anlamadığınız şey bu. muhalefet liderlerinin artık yapabileceği tek şey seçmeni gelecek ilk seçime kanalize etmek.

    bir de kardeş, muhalefetse hepimiz aynı yerdeyiz ve o eleştirinin muhatabı aynı zamanda sensin de. bir zahmet vatandaş olarak işinizi yapsaydınız da aktif görev alıp beğenmediğiniz kılıçdaroğlu'nu değiştirseydiniz. en azından mesela dimi? onu yaptınız mı? o da yok? e ne var? twitter. hıhı.

    yetmiyor kuzum yetmiyor. "ben sanatçıyım, ben fikir adamıyım abie, ben çizerim, ben şakacıyım, komikliyim" yetmiyor. kafana bir şapka geçirip, kapı kapı gezmeden olmuyor. ha şimdi tam da olacak gibiyken, reca ediyoruz, faydanız olmadı, zarardan kesin bari. gölge etmeyin canımın içi, gullerin gulü, hiçbir işe yaramayan fikirlerinizi birazcık kendinize saklayın çünkü ederi olsaydı sanırım bugün bu noktada olmazdık.

    ne yapacak tam olarak bu iki kişi? nasıl bi hareket mesela? fişin başında durup çekmesinler falan mı? yoksa ahahaha ay dur, sokak eylemi mi? istifa? sine-i millet? soru önergesi? ret oyu?

    eleştiriniz boş, etkiniz zarar. boş beleş, eylemde işlevsiz, gerçek hayatta karşılıksız tutumlarınızla bize devrettiğiniz ülkenin haline bir bakın, sonra utanıp susacağınıza ya da utanmazca konuşmaya devam edeceğinize karar verin. "herkes işini yapsın" demek? ifade özgürlüğü falan zaten anca size kadar. o zaman hadi sezyum, vatandaşsan vatandaşlığını yapsaydın. komedyensen de şakanı yap sıs.

    onda da gördük, "şaka bizim işimiz diye vatandaşı kast ettim" yek ya? ee, kılışdarla meral ne? uganda vatandaşı mı? olmadı bak, çelişkiler deryasında nereye sataşacağını şaşırmış, mantıktan uzak neslinizin göstergeleri bunlar.

    sus cevap verme şakanı falan yap komedini yap!
    nasıl? iyi mi böyle?

    ben de kılıçdar hayranı değilim ama en azından zarar vermeye çalışmıyorum. herkes üzerine düşeni yapsın. size düşen de artık hiçbir şey yapmamak. lütfen. yeni nesil adına rica ediyorum. gölge eylemeyin.
  • bunun gibi bir sürü internet fenomeni gelmiş ağlamış sanki olanlar muhalefetin suçuymuş gibi. n'apsın adamlar 2020 yılında sosyal medyayı yasaklamanın zararlarını mı anlatsınlar? bence en doğru tepki bu olayla dalga geçmektir. sosyal olayların hiçbirinde görmediğimiz internet fenomenleri youtuberlar an itibariyle gelmiş muhalefete sallıyor. dalga geçmek kendi işleriymiş herkes işini yapsınmış. ne desin ki şu açıklamanın üstüne muhalefet. anca çekirdeğini alır izler kendi kendilerini bitirişlerini.

    edit: bege denilen vatandaş da bugün bunu attı. sonra ne hikmetse sildi.

    saçmasapan açıklamalar yapan kişi.
  • az önce maalesef aynaya baktım, 43 yılımı geri alabilir miyim ya? aşırı gereksiz oldu.
  • düşünüyorum iki gündür... neden çok etkilendim nursel'in ölümünden, neden bu kadar mutsuz hissettim, hiç tanımadığım bir çiftin böyle ayrılmasından nasıl bu kadar etkilendim, etkilendik eşimle... cumartesi günkü yazısını okuyunca anladım ki daha doğrusu emin oldum ki, çok mutlulularmış, ve bir anda kaan ın da dediği gibi evrensel şans skalasında savrulmuş eksilere. ben mutlu insanları çok seviyorum. tanımasam da yolda, sokakta gördüğüm pozitif insanlara hayran kalıyorum, o neşenin dünyanın dengesini sağlayan bir güç oluşturduğunu düşünüyorum.
    hayat yeterince boktan bir şey ve etrafta o kadar çok mutsuz insan var ki.. ya iki mutlu insan, kendileri için mutlu küçük bir dünya yaratmış iki mutlu insan, çok güzel, dünyanın neşe dengesine acayip katkı sağlayan insanlar. şimdi bu haksızlık değil mi birinin diğerinden ayrılması.
    çok etkilendim çünkü biz de çok mutluyuz eşimle ve biz de dışardan bakanın gerizekalı diyebileceği kadar saçma salak şeylere sevinip, eğlenebiliyoruz. ve deli gibi korkuyorum ona bir şey olacak diye. o yüzden günlerdir daha da sıkı sarılıyoruz, kızmıyoruz birbirimize ufak tefek şeyler için... çünkü hayat "şimdi" yaşanacak bir şey.

    ve eminim kaan ın yazısından etkilenip, birçok çift daha da sıkı sarıldı birbirine ve herkes dua etti nursel için, kaan'a da sabırlar dilediler...

    edit: tanım lazım ya illa sözlüğe; insan gibi adamdır kaan.

    sağolsunlar yazısına link veren arkadaşlar olmuş, onların affına sığınarak bir de buraya kopyalamak istiyorum hani olur ya bir gün radikal in sitesine bir şey olur, o yazı gider kaybolur, burada da olsun lütfen.

    " hayat ve anlamı
    geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. çat! şimdi evde iki kişi kaldık. kedimiz tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. kısa sürede çok üzüldüm.
    üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. çok yalnızım. ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
    gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı tv’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. sabah kalkış kısmı daha fena. uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. neyi devam etsin? benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. hem de sıfırdan.
    sevindiğim şeyler de var. son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, tortor’a bakıp gülüyorduk. çok mutluyduk, gerçekten. çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
    sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. neyse ki şimdi kendisini heybeli’ye bıraktık. bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. şimdilik beklemekte yarar var. hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
    hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. hâlâ da düşünüyorum galiba. hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
    ‘küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. şans işi işte.
    bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. daha öğrenecek çok şeyim vardı.
    beni hayata bağlayan şeydi kendisi. o gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
    durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
    bi kere daha ayılıyorsunuz. ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. çekiliş hep devam edecek.
    bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. zamanla çıt çıt açılıyorlar. şimdi onlara bakmak için çok erken.
    karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. bakalım ne olacak? hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
    geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. yani var ama, yok. üzücü ama gerçek, ne yapalım?
    şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. yani var ama, yok."
  • dün akşam mirgün cabas'a "belki de trenlerle internete aynı kişi bakmamalı" diyerek hislerime tercüman, kahkahalarıma sebep olmuş kişidir. hay bin ali!
  • oray eğin'den bel altı yumruk yediğine inandığım yazar.

    sezyum yazısında söz konusu olanın ayrımcılık değil, bu işlerin bu kadar uluorta, bu kadar denetimsiz ve düzensiz olmasına getirilen bir eleştirinin olduğunu düşünüyorum.

    rahatsızlık duyduğum küçük bir olaydan bahsetmek istiyorum;

    kız kardeşimi erenköy'deki arkadaşından almak için yol kenarında park etmiş bekliyorum. saat dokuz falan olmalı. bir travesti gelip cama vurdu. onun için durduğumu sanmış. "hayır" deyip naziçe gönderdim. biraz sonra başkası geldi, yine gönderdim. bu arada yoldan geçen birisinin beni arabamda oturmuş travestilerle pazarlık yapar bir pozisyonda görmesinden rahatsızlık duyuyorum. çünkü travestilerle birlikte olan birisi değilim ve bu şekilde gözükmek istemiyorum. her neyse, bu yinede büyük bir sorun değil. sorun şurada başlıyor, kardeşim arkadaşının evinden çıkıp arabaya doğru yürürken onun da yanında araba durdu. kardeşim de koşarak benim arabama bindi.

    burada bir çok sorun olabilirdi. ben mesela arabadan inip diğer arabadakilere dalaşabilirdim. arkadaki arabadakiler ve travestiler arasında bir kavga-tartışma olabilirdi ve kardeşim aralarında kalabilirdi, travestilerle konuşurken polis gibi beni tırtıklamaya çalışabilirdi vs vs vs...

    şimdi bu tarz düzensizliklere karşı olmak, cinsiyet ayrımcılığı olarak değerlendirilebilir mi?
  • konuyu merak edenler için linki şuraya bırakıyorum.
    kendiniz zinciri okuyup kendi kararınızı verirsiniz.
    https://twitter.com/…yum/status/1278341065976811520

    ya yine neyi yanlış yapmışım hep buradan öğreniyorum.

    internet fenomeni olduğumu da öğrendim. g*tümün yemediğini de öğrendim. sanırım iktidarı eleştirmiyormuşum. oysa ki ecevit zamanından beri partiden ve görüşten bağımsız olarak iktidarları eleştiriyorum, neyse.

    bir de üzüldüğüm durum maalesef şu, yazdığım metnin tamanına bakmayıp, hemen şaka yapmayı tekelime aldığımı filan düşünenler olmuş, o kısmı biraz üzdü.

    bence mizah herhangi bir kişinin, kurumun ya da düşüncenin tekelinde olamaz zaten. yıllardır da bunu savunuyorum zaten. birbirimizin omuzlarında yükselmemiz gerekirken birbirimizi omuzlarımızdan aşağı itiyor gibiyiz.

    ayrıca muhalefete de "şaka yaptınız ama önerilerinizi de görelim" demenin nesi kötü pek anlamış değilim.
    kendi başlığımın altına da uzun bir entry girdim bu vesileyle, herkese bir kez daha selamlar, sevgiler.

    bir de o lomlom konuşan kankam serdar kuzuloğlu nahahahah!
    eskiden kendisinden önceki entrylere atıfta bulunuyor diye entry'ler uçardı. şimdi nasıl olsa uçmuyor.

    * son olarak bir yazar büyük oyunu görmüş ve beni malum partili ilan da etmiş. sabebi de pena'daki soru-cevap videosuna sarı kazakla çıkmış olmam... müthiş.
hesabın var mı? giriş yap