• üşüdüm diyenin evine kömür, acıktık diyenin karnına bulgur sıkıştıranların, azrail'in bile cebine para sıkıştırabileceklerini sanmaya başladıklarını gösteren eylemdir benim gözümde.
  • umarım en yakın zamanda değerli bakanımızın eline başka bir şey tutuştururlar dediğim olay.

    (bkz: sen çok yanlış gelmişsin kardeş)
  • sadaka toplumunda yetişmiş bakan hareketidir. niye bu kadar şaşırıyorsunuz ki?
  • kanser tedavisinin ne olduğunu bilmeyen dingiller tarafından yetecek kadar para verdiyse sorun yok düşünülebilinir. basitçe açıklayalım.

    onkolojik cerrahi özellikler içerir. öyle her yerde yapılamaz. standartları vardır. cebe para sıkıştırılarak halledilmez.
    medikal tedavisi diyelim kemoterapi yani ilaç tedavisi. kürler halinde uygulanır. 4-6-8 veya daha fazla uygulanır. kür sırasında hastalığın tipine ve evresine göre bir çok ilaç kullanılır. şu an için en maliyetli ilaçlardır. cebe para sıkıştırarak olmaz bu işler.

    hormonoterapi diyelim meme kanseri ise en az 5 yıl uygulanır. tipine göre devam veya diğer ilaçlar ile değiştirme uygulanabilinir.öyle sadaka ile olmaz bu işler.

    radyoterapi en az bir ay veya biraz daha fazla sürer. öyle cebe para ile olmaz bu işler.

    hasta kanserli ise hastalığa ve ilaca bağlı vücut direnci düşünce ek hastalıklar riski verdır. nötropeni vb bir sürü komplikasyon riski vardır. bulantısı, kusması ve izolasyon gereken dönemler vardır.

    cebe 50-100, 1000 tl ile olmaz.

    sağlık temel haktır.

    bu toprakların insanları eşit ve parasız sağlık hizmetini hak ediyorlar. sizin politikacılarınızın, ve dini cemaatlerinizin sadakalarını değil.
    benim vergimi sadaka olarak dağıtmayın.

    muayene katkı payı ve ilaç katkı payı kalkmalıdır. ilacın üzerindeki ilaç tekelleri kırılmalıdır.

    sağlık eşit ve parasız olmalıdır.

    kimsenin onuru ile oynamaya hakkınız yok.

    paranız batsın.

    batsın.

    http://haber.sol.org.tr/…goz-yaslarina-bogdu-haberi
  • sosyal devlet anlayışını çok yanlış anlamış bakan hareketi.
  • türkiye cumhuriyeti hükumetinin bir bakanının yaptığı ve halk, demokrasi, halkla ilişkiler ,yardım konularına hangi açıdan baktığının kanıtı olay....

    (bkz: al bunu, hele bi çekil önümden)
  • dahası 'düşürme' diye tembihleyerek üzerine tüy diktiği olaydır. karşınızdaki kanser hastası genç bir kadın, bayram harçlığı isteyen bir çocuk değil. ne olayı anlamış ne kişiyi. biz de böyledir zaten eline üç beş kuruş sıkıştırarak olayları şipşak çözeriz. seni sağlık bakanına yönlendireyim demek yok para vermek en hızlı ve kesin çözüm. şimdi cami çıkışı sevap işlediğini de düşünüyordur sayın bakan. alkışlarla yaşıyoruz.
  • abd’de 7 yaşındaki beyin kanseri jack hoffman'a nebraska spring amerikan futbolu karşılaşmasında yapılan desteği hatırlattı bana!! bi de bu adamlara ruhsuz diyordum ben.

    bi daha dersem allah belamı versin!!!

    (bkz: http://tiny.cc/axtjvw)

    bu çocuğun yüzündeki gülümsemeye senin paran yetmez ey insanoğlu!!!

    (bkz: http://j1304.hizliresim.com/18/h/m31yy.jpg)
  • utanç verici bir harekettir. tabii bu hareketi yapan değerli bakanımızın bir gram utanmayacağından da eminim!
  • 2012 kış sonu, sultanahmet civarındayız. 4 kişiyiz: ben, bir arkadaş, başka bir arkadaş, bir de lucy.

    lucy için bir alt paragrafa geçtim çünkü o buna değer. lucy, isminden de anlaşılacağı üzere biraz değişik birisi. hani bazısı vardır, yanında civarında durduğunda illa ki kütle çekimine girersin, o tip. bir şey mi konuşulacak, konuyu illa lucy açıyor, lucy anlatıyor, lucy kapatıyor. bir şey mi görülecek? ilk lucy fark ediyor, ilk o işaret ediyor, ilk ve en güzel o yorumluyor, sonra konuyu da o kapatıyor. o az evvel anlattığı şey demin gördüğümüz şeye bağlanıyor muymuş? o bağlıyor, o çözüyor. çelebi ve arif olduğundan muhabbetiyle esir alsa da çoğunlukla sıkmıyor, darlamıyor. bir de çok bilgili, ne anlatırsan anlat, bir şekilde senden evvel okumuş, etmiş, biliyor. senin başına gelen olayı bile senden iyi hatırlıyor. ne zaman anlattığını unuttuğun anılarını, unuttuğunu bile unuttuklarınla beraber şakkadanak hatırlıyor ve ansızın hatırlatıyor. öyle ağır molla bir tip de değil. hareketli, girişken, candan. lucy ile takılıyorsan, başına illa bir işler, bir şeyler geliyor. yani her gün takılınacak birisi değil. zaten iki gün üst üste takılsan anında kafanı sikmeye başlıyor, abuk subuk (ama her zaman hakiki) bir şeyler konuşup insanın asabını bozabiliyor. bu özelliğini hem o, hem biz biliyoruz. akşamın sonunda ayrılacağımızı bilmenin rahatlığı ve hüznü ile onu dinliyoruz.

    hava soğuk ve karanlık. meydan boşalmış. ama hiç eve dönesimiz yok. çünkü açık alanda insanın gönlünü açan lucy, dar alanda hiperaktif halleri ile insanı istemeden darlayabiliyor. soğuk kış gecesi istanbulda lucy'i kesecek ebatta açık, havadar ve güvenli başka bir alan olmadığından sultanahmetten ayrılamıyoruz. bir süre daha duralım zaten bir iki saate lucy ya sıkılır, ya yorulur, iznini ister kucaklaşarak ayrılırız diye bekliyoruz. hafiften kakırdamaya başladığımız sırada, ezan okunuyor. lucy birden ayaklanıyor. hadi kalkın. nereye? camiye gidiyoruz.

    biraz tedirginiz. çünkü bu lucy'nin mistiği, kustiği var. meyilli. kendisi meyilli olsa neyse, meyillendiriyor da. değme nefesi kuvvetli hocayı donunda sallayacak bir ikna kabiliyeti, hitabeti var. üstüne, kendisiyle bir evveliyatımız, hukukumuz, itibarımız da var. 'allah bir' dese o dakika hukukuna hörmeten ikna olup secde edebilirsin. sonra secdede sırtına binip 'hemen inandın' dese, der. yani hiç yoktan ayda yılda bir gördüğün bir sabık değişiğin kıçına takılıp sünni bir müslüman olmak, stv'nin olağan 'ezanın tesiriyle müslüman olan alman turist'inin yanında saf almak, eski solcu olarak engin noyan'a konu mankeni olarak eşlik etmek de mümkün. lucy bu gücünü bildiğinden, hemen işi şakaya vuruyor: bu devirde yeni müslüman olan eski solcuya rağbet var. cebiniz para, götünüz mevki görür. iktidar koridorlarında dolaşır, egemenlik şarabını tadarsınız. artı bunun helal dairesi var, bal reklamı var, salak olmayın diyor. (gülüşmeler)

    kahkaha ata ata kendimizi sultanahmet caminin girişinde buluyoruz. volümü düşürüp, ayakkabıları çıkarıyor, cemaatle birlikte içeri giriyoruz. lucy namazda saf alacak gibi yapıp, bizi korkutuyor, az kikirdettikten sonra sarı sakallı alman turistlerin hidayete erdiği ücra noktalardan birine oturunca, biz de yamacına çörekleniyoruz.

    namaz bildiğiniz gibi. bir tane tanrı var. başka da tanrı yok. üstüne o en büyük. artı sürekli affediyor. bu konuda fikir birliğine varılsın diye inşa edilmiş yapı içinde aynı konunun altı beşinci kez çiziliyor.

    pürdikkat lucy ne diyecek, neyi işaret edecek? diye bekliyoruz. tık yok. azıcık tıksırsan herkesin duyduğu bir akustik yapının içinde korkunç bir dip gürültüsü çıkaran ses tesisatı tecavüzüne tahammül etmeye çalışırken namaz bitiyor. cemaatle birlikte camiyi terk ediyoruz.

    çıkışta bizi bekleyen ayazda, sağlı sollu muntazam iki sıra halinde dizilmiş yepyeni yüzler görüyoruz. tüm o onamanın, büyüklüğün, affın, huşunun, inanmış tekrarların, yani iman, ihtişam ve itikadın bitip de hayatın başladığı sınırda bulşit ithalatından gümrük vergisi kesen tahsildarlar gibi bekliyorlar. kimisinin görevli kimliği boynundan sarkan pvcletilmiş bir hastane raporunda, kiminin kucağında taşıdığı bebekte, kimisinin ihtiyarlığı ve ağarmış sakalında yazılı. kendileri için önden hususi hazırlandığı belli olan ve bir saniye göz teması bile yapılmadan ellerine toka edilen sadakaları konser çıkışında bilet ve minder toplayan festival görevlilerinkine benzer bir ifadesizlikle kabul ediyorlar. vazifeleri biter bitmez, cemaatin bir yüz metre kadar arkasından mevzi ve mevkilerini terk ediyorlar (paraları düşmüyor)

    bu tabloya bakan lucy en sonunda sessizliği bozuyor: 'bu mükemmel düzen kendiliğinden oluşmuş olabilir mi?' diyor. bir ihtida kabusundan uyanmışçasına gözü yaşlı kahkahalarla gülüyoruz. bizi nasıl da korkuttun lucy, alacağın olsun.

    ''gerçekten de bir tanrı var mı? bilemeyiz. o varsa başka tanrı da mı yok? kimbilir. en büyük o olabilir mi? belki de. ama bir tanrı varsa ve o en büyükse, dahası öte'de kendisinden başkası da yoksa, ve bu gördüğümüz kara mizahın, parodi skeçinin geçtiği yer onun huzuruysa, o huzura inanan inanmayan herkesi, ve hatta herkesten önce kendi huzuru için kendini affedebiliyor olması gerekiyor bu tanrının. böyle bir tanrı için affedicilik bir lütuf, ya da, varlığının en kayda değer özelliği olamaz; olsa olsa varlığının ve onun devamının gerekşartı olur.'' diyor ve kendini, ve herkesi zorla affettiriyor lucy.

    ---

    izah editi: entrydeki bağıntı anlaşılamamış. sorun değil, hemen anlaşılması gerekmez dedim. sonra baktım yanlış anlaşılmaya başlamış. işte o zaman mecbur bu izah editini atmak zorunda kaldım.

    genel çerçeveyi çizelim: bakan > camiye yetişmeye çalışırken > kanser hastası kıza > dilenci muamelesi yapıyor > ve bu yanlış. 'acelesi de olsa, bakan değil mi? durup dinlemeliydi' denmiş. ki bu doğru.

    ve fakat bakan, bakanlık binası önünde yakalanmıyor kanserli kıza. caminin önünde karşılaşıyor. bakan görmeyi umduğu tipte bir kişiyi (raporlu kanser hastası üniformalı/traşlı dilenci), görmeyi umduğu bir yerde (caminin girişinde) görüyor, ve adet olanı (namaz sonrasında önden hazırlanmış sadakayı vermek) adetin dışına çıkarak (namaz öncesi sadaka vermek) yerine getiriyor. bu haliyle tam bir kayıp curb your enthusiasm episodu gibi bu video. basiretsiz bir iyiniyetten doğan yanlışlar, manlışlar.

    bakanlara layık bir caminin önündeki dilenci heyetini, sürekli camiye giden bir bakanın önden kanıksaması, mesleği dilencilik olmayan birisinin meramını dilenci vızıltısı olarak değerlendirmesi, kamera baskısıyla sadakasını vermesi, sonrasında olanlara samimiyetle şaşırması dikkatlerden kaçmamalıydı. oysa ki kaçtı.

    niye? çünkü mevcut eleştirilerin hepsi (ya da benim denk geldiklerim) sorumluluğu bu yapısal anlayış ve kavrayış içinde bıraktığı halde faturayı bakana yıkıyor. oysa ki, bakana göre kendisinin bir suçu yok. hatta ne suçu? üstüne düşen dini gerekliliği şekli şartları gözeterek yerine getiriyor, sevabı bile var. siyasi puan toplamak için kameralar önünde verdiği sadakanın çok olduğunu vurgulamayı da ihmal etmiyor ama olsun, genel manada 'cami önünde karşıma çıkmasını olağan ve lüzumlu olan dilencilerden birine, salih amel kovalayan herkes gibi *ben de* sadakamı verdim. üstüme düşen belliydi, üstüme düşüşüne koydum voleyi' gibi bir müsterih ruh hali içinde. videonun finalindeki ifadesini dondur, üzerine şu müziği düşür, çalışır.

    sadaka ekonomisi ve kültürünü, dini kapsamı çerçevesinde değerlendirirsek, eşit yaratılmamış bir dünyada kendi üstüne düşen anlık sorumluluğu yerine getirmiş olduğunu düşünüyor. yarın yine aynı camiye gitse, namaz sonrası cami önüne mevzilenmiş olağan dilenci ordusu içinde karşısına kim çıksa o sadakayı yine aynı şekli şart gözeterek verecek. çünkü sadakanın sosyal adaletin tanzimine yönelik akil ve meşru bir çözüm olduğuna iman etmiş olmak zorunda.

    işte bu yüzden bu eşitsizliği bu çerçeveye oturtmuş bir tanrının da talep ettiği ameller ve işaretlediği erdemlerin kıskacında ilk evvela kendisini, sonra kullarını affetmesi bir zorunluluk, opsiyon bile değil.

    eleştirilecek asıl mesele şu: böylesi bir tanrı kurgusuna, varoluş şemasına iman ettiğimiz için kendimizi affedebilir miyiz? bakanın insan olarak taşıdığı tek sorumluluk bence bu, bunun dışındaki eleştirilerin hepsi sadaka formalitesine, garibana muamele adabına dönüşüyor. bakanın allahıyla sorununuz yoksa, salih ameliyle de sorununuz olmamalı diyorum. öyle allaha böyle bakan.
hesabın var mı? giriş yap