• "öykü 1825 yılında almanya'nın nürnberg şehrinde başlıyordu. nürnberg halkı, birgün sokaklarda doğru düzgün yürüyemeyen ve hemen hemen hiç konuşamayan bir çocuğun varlığını fark etmişlerdi.

    çocuk sadece, ‘‘babam gibi süvari olmak istiyorum’’ diyor başka da birşey söyleyemiyordu. önce onu deli zannederek yakalayıp, kuledeki bir hapishaneye kapatmışlardı. orada, su ve ekmekten başka hiçbirşey yemek istemediğini ve çok az kelime bildiğini farketmişlerdi.

    halk, onu sanki sirkteki bir hayvanmış gibi izlemeye gidiyordu. nürnberg kent doktoru, onunla pekçok kez görüşmüş ve neticede bu çocuğun aptal ya da akıl hastası olmadığı sonucuna varmıştı.

    eklem yerlerinde bazı kusurlar vardı. sanki, uzun bir süre iki büklüm ve rahat hareket edemez bir biçimde yaşamıştı. nürnberg belediye reisi, bu kişiyle görüşmesinin sonunda, 16 yıl boyunca iki büklüm bir biçimde tutsak yaşadığını, bu süre boyunca sadece su ve ekmek yediğini ve iki tahta at oyuncağa sahip olduğunu açıklamıştı.

    biçaklanarak öldürüldü

    bu öykü almanlar'ın romantik duygularına hitap etmiş, nereden ve kimin soyundan gelmiş olduğunu merak etmeye başlamışlardı. bu garip çocuk daha sonra, ünlü bir profesöre emanet edilmiş ve eğitilmeye başlanmıştı. kısa sürede entellektüel olarak büyük bir gelişme kaydetmişti.

    bir ara profesörün karısına cinsel tacizde bile bulunmuş, herkes buna şaşmıştı. hatıralarımı yazmak istiyorum dediği bir sırada, 1830 yılında bıçaklı bir saldırıya uğramış, bunu maskeli bir kişinin yaptığını söylemişti.

    olay aydınlatılamamıştı. 1833 yılında, bu kez bir parkta göğsünden bıçaklanarak yaralanmış ve dört gün sonra da ölmüştü. işte bundan sonra çılgınca hipotezler geliştirilmeye başlandı. "

    hurriyet.com.tr-kasper hauser, baden prensi mi değil mi yazısı
  • peter handke'nin bu çocuk hakkındaki hikayeden yola çıkarak yazdığı ve adı sadece "kaspar" olan tiyatro oyunu. handke'nin oyununda sahnede sadece kaspar vardır. sahne dışından içeriye verilen komutlarla başta içi boş bir kuklayı andıran kaspar şekillenmeye başlar. çok genel bir bakışla dil öğretiminin tekil bir olgu olmadığı ve yanında "bedavadan" toplumsal normları da dayattığı savını taşıyan oyun.
  • yasamin tadini tadamadan bu dünyayi terketmek zorunda kalan insan (1812-1833). öldürüldügü yerde adina dikilen heykelde (ansbacher hofgarten) sunlar yazili: "„hic occultus occulto occisus est". türkcesi: mechul bir kisi mechul bir sekilde burada öldürüldü.
  • çok alakasız olmakla birlikte, ortaokul yıllarımda atlantis çizgiromanları okurken hayat hikayesinden haberdar olduğum, gizemli ve yaşam hikayesi son derece hüzünlü bir şahıs. herzog'un aynı isimli filmi ise "sosyal bir varlık" olduğu söylenilen insana, bir şekilde toplumdan soyutlanmış ve tüm hayatı boyunca tek başına yaşamış zorunlu münzevi bir varlığın gözünden, olanca yabancılığıyla bakmayı başarıyor. filmden geriye hatırlarda kalan en güzel şeyler kör piyanisti dinleyen kaspar'ın duygulanışı ve kandilin ateşini tutmaya çalışırken eli yandığında, kırpmadığı gözlerinden süzülen bir damlacık yaştır.
  • georg simmel, 1918 tarihli "hayatın aşkınlığı" başlığını taşıyan denemesinde, her yerde ve her zaman sınırlara sahip olduğumuzdan, dahası insanın aslında bu sınırlar olduğundan, bu sınırların, bizi sınırlarken, bizim de bazı parçalarını sınırladığımız bir koordinat sistemi oluşturduğundan, sınır diye bir şey zorunlu olsa da her bir sınırın ihlal edilebilir, her bir barikatin yıkılabilir olduğundan filan bahsettikten sonra sözü kaspar'a getirir ve der ki, "(...) zira ancak bir bakımdan sınırlarının dışında duran kişi bilir onların içinde durmakta olduğunu, onların birer sınır olduğunu. kaspar hauser açık havaya çıkıp da duvarları dışarıdan görene kadar hapishanede olduğunu bilmiyordu."
  • sadece doğru ve yalan söyleyen iki meleğe tek bir soru sorarak cennetin kapısını bulan almanlara sinir etmiştir. kaspar meleklere, "sen bir yeşil ördek misin" sorusunu sormuş. neticede yalan söyleyen melek "evet", doğru söyleyen ise "hayır" diyecektir. ikinci soruda da cennetin kapısını bulacaktır. almanlar ısrarla tek soru sorması gerektiğini söyleyince o da ısrar etmiş ve zamanla gözden düşmüştür. almanlar her şeyi yapmalarına rağmen, kendi istedikleri gibi davranan insan oluşturmayı becerememişlerdir. kaspar, alman akılcılığının sonudur.
  • ansbach sokaklarında efsane şu şekilde dolaşmaktadır:
    kralın gayrımeşru bir oğlu olur, onun prens olması dolayısıyla istenmemektedir, çocuk bir odaya kapatılır sadece yemek ve su verilir, ne konuşmayı öğrenir ne yürümeyi. bir şekilde dışarı çıktığında bir doktor bulur onu. deneyler yapar, konuşmayı ve yürümeyi öğretir. hikayesini anlatmaya başlayınca halk arasında onun prens olduğu söylentisi dolaşmaya başlar ve acı son, genç yaşta öldürülür.
  • herzog'a film yaptırmanın yanı sıra, tıp literatürüne yeni bir sendrom* da kazandırmış kişidir. izole edilen, ihmal edilen ya da istismar edilen çocukta görülen tüm büyüme ve gelişme geriliklerinin psikolojik nedeni olarak yer alır. sosyal, dil ve davranış gelişim geriliklerinin yanı sıra fiziksel*olarak da büyümenin geri kalması çarpıcıdır.
  • werner herzog tarafından filmi de çekilen, 19. yy başlarında almanya'da, bir mahzenden çıkarılmadan 15 yaşına kadar büyütülmüş bir çocuğun hikayesi.tıp literatürüne de aynı adlı bir sendrom olarak geçmiştir. 15 yaşına geldiğinde hiç kimseyle iletişim kurmamış olan çocuk şehrin ortasına bırakıldığında, ne anlamlı bir ses çıkarabilir, ne biriyle etkileşim kurabilir ne de tek bir kelime edebilir. sadece kollarını hafifçe açıp bekler.
  • vincent gallo nun oynadığı, "allah iyiliğini versin e mi" versyonu için (bkz: la leggenda di kaspar hauser)
hesabın var mı? giriş yap