• birincisi dışında okumadım entry'lerinizi, seyrettikten sonra inşallah. hanım gitti, çok beğenmiş, birlikte gideriz üzülme dedi.

    (bkz: reserved)
  • herkesin kaldirabilecegi bi oyun oldugunu dusunmuyorum ama oyunculuklar kesinlikle muthisti. ılk perde daha uzun biraz sikilir gibi oldum ama oyun sonra acildi bambaska yerlere gitti. cok basariliydi.
  • hayatımda izlediğim en yorucu ve en etkileyici oyunlardan birisi.

    peşin uyarı; oyundan önce tuvaletinizi yapın, suyunuzu yanınıza alın ve uzun bir süre hareket edemeyeceğinizi bilerek yerinizi alın. oyuna girmeden önce 2 perde olduğunu ve süresinin uzun olduğunu bilerek gitmiştim fakat ilk yarının bir buçuk saat sürmesini beklemiyordum.

    yorucu olması benim fiziksel konforsuzluğumdan kaynaklanmadı elbette. ilk saniyeden itibaren yaydıkları enerji ile sizi sahnenin ortasına taşıyan oyuncular bir an olsun sahneden ayrılmanıza izin vermiyor. hipnotize oluyorsunuz adeta. önceki entrylerde de bahsedildiği gibi konu gerçekten rahatsızlık verici, bu da ayrıca yoruyor tabi.

    oyuna gitme sebebim nisan ayında izlediğim yen oyununun craft tiyatro ya karşı bende yarattığı sempati ve serkan altunorak idi.

    serkan altunorak sergilediği performansla bende bir saniye bile pişmanlık yaratmadı. bir de üstüne, yeni oyunlarını takip etmeyi kendime not aldığım iki yetenekli oyuncu ile tanıştım. (bkz: ozan dolunay) (bkz: güven murat akpınar)

    bu entryi fırsat bilerek oyun sırasında durmadan konuşan, kıkırdaşan izleyicilere bir iki laf etmek isterim. hatta tek bir laf etmek isterim. gelmeyin.
  • izleyiciyi darmaduman eden oyun.

    çıktıktan sonra, hemen hayata karışamıyorsunuz. hem görsel hem ritmik sanatlarda bu bence en önemli özellik. etkisini bırakması ve sizin zaman geçsede an an o etkiyle irkilmeniz. bence bu etki sanatı, sanat eserine dönüştüren şey.
    tiyatroyu seviyorum diyorsanız, kesinlikle kaçırmamanız gereken bir oyun.
  • bir süredir craft tiyatro tarafından sahnelenmekte olan galli oyun yazarı gary owen’ın bir eseridir. bu oyunu 8 ocak tarihinde izleme fırsatı buldum ve ne yazık ki ilk perdenin bitiminde salonu terk ettim. rica ederim beni ekşi sözlük bir siki beğenmeme timinin bir üyesi olarak yaftalamayın zira bu kararı alırken kendimce makul gerekçelerim vardı ve eleştirilerimi çamur atıp kaçarak değil temellendirerek yapma niyetindeyim. bu oyun dahil olmak üzere her oyunu, bir seyirci olarak eleştirebilme özgürlüğünü kendimde buluyorum çünkü sonuç olarak bir oyunun yazımı ve sahnelenişi seyirci içindir ve seyircinin geribildirimleri yazarların ve sanatçıların daha güzel eserler ortaya koymaları için bir fırsattır. kafamızda bazı şüpheler yahut içimze sinmeyen bir şeyler olduğu halde bunu dillendirmememiz bunu sanatçılarla paylaşmamamız onlara yapılan bir kötülükten başka bir şey değildir. olumlu eleştiri yapacaksak dahi olumsuz eşleştirişlerimizde olduğu gibi onları temellendirmeliyiz zira altı boş olumlu ifadeler sanatçıları savunmasız yakalayıp onların kendilerinden memnun olmalarına zamanla hareketsiz kalıp gitgide geri düşmelerine sebep olabilir.

    neyse lafı fazla uzatmadan değerlendirmelere geçeyim. öncelikle tiyatro sanatı doğası gereği seyirciye içkindir. kendiniz için şiir yazabilir resim çizebilirsiniz. kimseye bunları göstermeden sırf aşırı duygularınızdan arınmak, onları değerlendirmek belki de onlarla yüzleşmek için bu sanat dallarını bireysel düzlemde kullanabilirsiniz ama hiçbir zaman kendiniz için tiyatro yazamazsınız. tiyatro metnini yazmaya başladığınız anadan itibaren hatta ilk düşünce zerreciklerinin oluşumunda dahi seyirci daima aklınızdadır. her tiyatro metni seyirciye bir şey vermek, bir şey hissettirmek ister. seyirci x haliyle gelir ve hedef onu x+1 yahut x-1 le yahut tamamıyla başkalaşmış bir halde uğurlamaktır ama hedef en nihayetinde seyircide etki bırakmak onda bir değişiklik yaratmaktır. ister aşırı duygulara boğup rahatlamasını sağlamak, ister içinde bulunduğu durumun kurgusal bir replikasını yaratıp öz eieşitri yapmasını sağlamak, hedef hep aynıdır etki ve dolayısıyla değişim.

    peki bu eser ve eseri sahneleyen ekip seyircide ne gibi bir etki yaratmak istediler ne gibi bir değişime yol açmayı hedeflediler. inanın ben bu soruya net bir cevap bulmadım. eğer bulsaydım ikinci perdeyi de izleyecek isteği bulurdum lakin bu gerçekleşmedi. oyun bir türlü beni kavrayamadı saramadı. hani “hook” diye bir terim vardır ya okuyucunun metne ilgisini çeken bölüm. işte “hook” bu oyunda eksikti.

    --- spoiler ---

    bir kere oyunun ilk sahnesi yahut ilk monoloğu o kadar eylemden hareketten yoksun ve durağandı ki. tek hatırladığım bir gaz kaçağı mevzusu döndüğüydü, ne talihsizi bir başlangıç. bir binada gaz kaçağı var mı yok mu? zaten bu monoloğu takip eden monologlar o kadar bundan ayrıydı ki perdenin sonuna kadar ilk sahneyi unuttuk, o zaman ilk sahne niye buydu, niye oyunun merkezinde olan temalardan biriyle ilintili değildi, ne hedeflendi bu başlangıçla?

    ikinci sorun muazzam tema bolluğuydu. o kadar fazla tema vardı ki hiçbirinin üzerine tam olarak eğilinememişti. bu kadar savruk tema yerine birkaç merkezi tema üzerine yoğunlaşılsa belki de seyirciye daha fazla şey katılabilir seyirci etkilenebilirdi. saymakla bitmez; aile içi iletişimsizlik, okulda şiddet, sürü psikolojisi, sanayi ile uğraşan nesilden sonraki neslin sürekli soyut üretimle uğraşması, ihtiyacın kendiliğinden mi ortaya çıktığı yoksa şirketler toplum devlet kısacası başkaları aracılığıyla mı üretildiği, sonsuz özgürlükçülüğün sınırları ve çıkartabileceği zararlar mesela yıkıcı video oyunları vs vs ama o kadar fazla tema vardı ki seyirci olarak oradan oraya savrulduk ve nihayetinde perdenin sonunda dave in babası ile programcı karşı karşıya geldiğinde yani çatışmanın en yüksek noktaya ulaştığı sırada seyircilerden gülenler oldu çünkü içselleştirememiştik o temayı, o temanın sordurduğu soruları ortaya koyduğu problemleri; dediğim gibi oyunun içine girememiştik ve gülücükler ortaya çıktı. halbuki işkenceye maruz kalıp ölen çocuğun babası şiddeti insanların zihinlerine zerk eden programcıyla karşı karşıyaydı burada en son yapılacak şey gülmektir ama seyirciler güldü. bu onların duyarsız olduğunu değil ama olgunlaştırılmaya çalışılan temanın çiğ bırakılmış pişirilmemiş olduğunu gösterir

    üçüncü sorun oyunun üslubunun ana direği olan monologlardı. tanrım o uzun, upuzun monologlar… monoloğun işlevi normalde karakterin bir eyleme geçmeden önce zihninde oluşan karmaşayı gerilimi yansıtmak değil midir? karakterin sözlerinde o ana kadarki gelişimi dile dökülür çatışma noktaları ortaya konur ve ardından eylem gerçekleşir aynı macbeth’teki hançer monoloğunda olduğu gibi. peki soruyorum buradaki monologların işlevi neydi yani neden sürekli monolog formu kullanıyordu, her monoloğun sonunda bir eylem mi oluyordu? bazılarında evet çoğunda hayır, kaldı ki en basit olayların dahi bir karakterin ağzından upuzun anlatılması metni bir tiyatro metninden çıkarıp bir öyküye yahut romana dönüştürüyordu. sahne, ortam, ses tonları betimleniyor da betimleniyor peki niye bu uzun sahneler betimlenmek yerine karşılıklı diyaloglarla ortaya konulmuyor? bu daha doğal bir anlatım tarzı olmaz mıydı seyirci daha rahat içselleştirmez miydi anlatılanı konsantrasyonu daha az bozulmaz mıydı çatışma gerilim ddaha belirgin kılınmaz mıydı vs vs ama şu bir gerçek ki temaların olgunlaşamamasında bu monolog ısrarının payı çok büyük, yazar önünde koca bir çayır varken adeta kum havuzunda oynamayı seçiyor seyirciyi de bu havuza hapsediyor. yani çok basit bir örnek olarak belirtmek istiyorum mesela neden programcının hep onun ağzından konuşan babası yoktu ortalıkta o da görünen bir karakter olarak dahil olsaydı aralarındaki sevgisizlik vs daha belirgin kılınmaz mıydı o gökyüzü sahnesi jip hastane vs daha çok bizi etkilemez miydi.

    dördüncü olarak sahnede kullanılan öğelerden bahsedelim. tanrı aşkına o striptiz direğinin oyuna katkısı neydi. samimiyetle söylüyorum programcının anlatısında direğe tırmandığı her anda ve yaptığı her harekette bir pattern bulmaya çalıştım lakin yok allah yok o kadar rastgele o direk kullanılıyordu ki bir noktadan sonra ilgi dağılıyor gülse gülmese mi insan şaşırıyor. ya da perdenin sonundaki baba programcı sahnesindeki ışık kullanımı… hiç değilse ışık biraz daha o iki karaktere odaklansa biraz daha fazla o gerilimi hissedebilirdik ama yok sanki sokakta konuşuyorlar.

    son olarak gerçekten çok merak ediyorum bu oyunu çeviren çevirmen neden bu oyunu çevirme gereği duydu? sahneleyen yönetmen neden sahneledi? oyuncular neden oynamayı kabul ettiler ve aylardır bu oyunu oynama motivasyonunu nereden buluyorlar. (babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi) bunu sorma sebebim çok basit yurtdışından alınan her oyun sahnelenmek istenildiğinde çevrilmek istenildiğinde bunun sahnelenecek ülkenin contextinde br yere oturacağı düşünülür öyle değil mi? yani örneğin ülkede kadınlar üzerinde bir baskı söz konusudur iran’dan bu tema etrafında dönen bir oyun çevrilir sahnelenir gibi. bu oyunu çevirme ve sahnelemedeki amaç neydi bu oyunda işlenmeye çalışılan temaların ne açıdan türkiye’ye oturduğu düşünülüyordu gerçekten çok merak ediyorum yani neden x y z oyunu değil de bu? bunu değerli kılan bu koşullarda sahnelenmesini meşru kılan öğeler nelerdir? şiddet denilebilir belki ama o kadar zayıf işleniyor ki yahut video oyunlarının negatif etkileri veya baba oğul iletişimsizliği aile içi iletişimsizlik ama neden neden neden bu kadar yüzeysel anlatan bir oyunu seçtiler çünkü gerçekten yazık günah dedim içimden yani hele o çocuğu oynayan oyuncu kendini paraladı anne çocuk veya başka taklitleri yapmak için ve gerçekten de başarılı uyguladı bunları ama bu kadar yüzeysel kalan, seyirciye işlemeyen bir oyunda bu başarıları da sönük kaldı ve işlevsel olamadı. eminim daha başarılı kurguya sürükleyiciliğe derinliğe sahip bir oyunda bu meziyetleriyle harikalar yaratabilir ama bu koşullarda adeta bal yapmayan arı görüntüsü veriyordu. programcıyı oynayan oyuncu için fazla yorumda bulunamayacağım ortalamaydı denilebilir zaten o kadar ilgi dağıtıcı şey yapmak zorunda kalıyordu ki sağlıklı bir değerlendirme yapmak performansı hakkında mümkün değil çünkü oyunun yüzeyselliği ister istemez ona da sirayet etmişti. baba rolünü oynayan oyuncunun ise gerçekten bir makyaj saç kısacası oyuna fiziksel olarak hazırlanış faciası yaşadığını düşünüyorum. yani saçı bıyıkları sakalı elbiseleri ile o kadar sokaktan geçen adam, yan kahvede oralet içen yancı görüntüsü vardı ki onun bu görünüşünü oyunun bağlamına bir türlü oturtamadım çok ayrıksıydı çok sırıtıyordu ve bu fiziksel ayrıksılığı zaten onun üstün bir performans sergilemesinin önündeki başlıca engeldi zira seyirci olarak zaten bu karakteri karakter olarak kabul edemiyordunuz sanki sokaktan geçen biri sahneye dalmış gibiydi.

    sıradan bir seyirci olarak yorumlarım bunlardı, perdenin ortasında çıkmamı saygısızlıktan değil belirtmiş olduğum sebeplerden kaynaklanmaktaydı oyun sizi kavramadığında zorla izlemenin bir işkence olduğu da bir gerçek ama elimden geldiğince temellendirerek yaptığım bu eleştirilerle gecenin bu saatinde zaman harcayarak aksine oyunu icra eden sanatçılara ve sahne arkası ekibine saygımı göstermek istedim hiç değilse bu kadar altı boş övgüler arasında onlarda hiç değilse bir şüphe uyandıracak ve harekete geçirecek bir eleştiri yazısının bulunmasını istedim.

    --- spoiler ---
  • oyun öncesi ve intermission'da çalan müziği keşke bir platformda paylaşsalar.
  • bir başyapıt olmasa bile gayet iyi olan oyun. metin başarılı, kurgu da sırıtmıyor. serkan altunorak ve ozan dolunay'ın performansları ise harikuladeydi.

    oyunla ilgili asıl sıkıntı oyunun sahnelendiği mekan olan craft. sandalyeye oturuyorsunuz içeride. mekanın sistemi genel olarak bi' değişik zaten. sahneye girmek için açık havada sıra beklemek gerekiyor. havanın soğuk ve yağışlı olduğu şu günlerde biraz rahatsız edici olabilir bu durum.
  • izlediğim en etkileyici oyunlardan biriydi. oyuncular oynamıyor resmen yaşıyorlar rollerini. üçü de birbirinden iyi oyuncu, oyunun her sahnesi ayrı etkileyici ama özellikle serkan altunorak’ın ağlama sahnesi... o ağladı ben ağladım . öyle gerçekçi
  • 11 ya da 12 marttaki gösterimine 2 bilet aradığım oyun.
  • dün gece izledik ve hem fikir olduğumuz bir konu var ki iki perde arasında manyak bir duygu farkı var hatta bambaşka bi hikaye anlatımı var neredeyse. gerçekten etkileyici ve vurucu...
    oyunu ilk perdede terk ederseniz bi halt anlamazsınız o da bi gerçek.
    oyuncular çok iyi zaten onlara da bi lafımız yok fakat biraz uzun bir oyun gibi geldi bana gerçi ben oyun sahneleme vs işlerinden çok anlamam illa ki adamların vardır bi bildiği de sanki bi tık daha kısa olsa seyirci de kopmadan devam edebilecek oyun boyunca.
hesabın var mı? giriş yap