• 1977 yapımı claude goretta filmidir. isabelle huppert'i fransız sineması'nın yıldızı haline getiren film, kuaförde çalışan pomme ile edebiyat öğrencisi françois'nın aşkını anlatırmış. film, 1978 cannes özel jüri ödülü ve 1978 bafta film festivali'nde gelecek vaat eden kadın oyuncu ödülü ve 1980 yılında italya'da david di donatello: en iyi yabancı kadın oyuncu ödüllerini almış. 25. uluslararası istanbul film festivali bünyesinde "dantelci kız" adıyla gösterime girecektir.
  • türk versiyonu da "beyaz bisiklet" isimli başarısız bir filmdir.
  • she only smiles he only tells her
    that she's the flowers of wind and spring
    in all her splendor sweetly surrendering
    the love that innocence bring
    beatricé, pure and simple
    born in a world where love survives
    now men will want her
    'cause life don't haunt her*

    gündelik hayata dair becerileri, doğal zekası, el yetenekleri, güçlü sezgileri olan beatrice bir kuaförde çıraklık yapmakta işinden evine hayatına devam etmektedir. ustası marylene ile birgün tatile çıkarlar. orada paris'te genç bir edebiyat öğrencisi francois olan ile tanışır. beatrice entelektüel diye sınıflandırılan kesime göre basit zevkleri olan, kendi halinde sessiz sakin bir kızdır. 19 yaşındadır, hiç erkek arkadaşı olmamıştır ve cinsel deneyim yoktur. adamımız (bundan sonra gerizekalı, züppe, orospu çocuğu - ki anası da götlük yapmıştır, basit fransız burjuvası nolcak- bir entelektüel parçası olarak anmak isterdim ama uzun olacak*) bu saf ve temiz güzelliğe vurulur. beatrice, francoisnın evine taşınır. zaman geçtikçe francois aralarındaki entelektüel farkı ve beatricein yaptığı mesleği, sınıfsal farklarını sorun eder ve kızı hor görür. en sonunda da bütün bu saçmalamalarına ve kafasında yarattığı ilişki tanımına uymayan tarafların yükümlülüğünü beatricee yıkarak kızı terk eder. o'nun adına kararlar verir ve bu işin yürümeyeceğine kanaat getirir. adamımız tipik "eşeğe altın semer vursan yine eşek" ayarında bir orospu çocuğudur. geri zekalının önde gidenidir. her ne kadar "zıt kutuplar birbirini çeker" lafının bir uzak ütopya olduğuna inansam da bildiğim bir şey vardır ki hayatı yaşamanın bir yolu yoktur birçok yolu vardır. insanlar birbirlerini tamamlayabilirler. sevgiyi göstermenin bir yolu yoktur birçok yolu vardır. insanlar birbirlerinden farklı şeyler öğrenebilir ve birbirlerini geliştirebilirler. beatrice ilişkisinden ilerleme yolunda da faydalanır ve meraklı ve hayran gözlerle sevgilisine bakarken ve onu olduğu gibi kabul eder ve sever, değiştirmek için hiçbir şey yapmazken snob entel francois kızı hep bir kalıplara sokmak hep bir yerlere taşımak istemiştir. ama kız yaşamın getirdikleri ile mutludur. sevmektedir. arzulamaktadır. planlar yaparak bir yerlere gitme derdinde asla değildir. francois arkadaşına söylemektedir "benim o'na verebileceklerimi görmedi" arkadaşı da ona sormaktadır "peki sen o'nun sana verebileceklerini gördün mü?". dünyayı kendi yaşadığı dünyadan ibaret sanan ve her insanın hayatını yaşayış şeklinin kendi içinde bir rasyonalite barındırdığını kabul edemeyen insanlara lanet olsun. ayrılıktan sonra beatrice yemeden içmeden kesiliyor ve hastahaneye kaldırılıyor. francois o'nu ziyarete geldiğinde ise daha fazla kendini ezdirmemek için ayrılıktan sonra hayatında değişiklikler olduğunu tatile gittiğini başka erkek arkadaşları olduğu yalanını söylüyor. filmin sonunda beatrice delirdi mi? diye düşündürtüyor ama ben delirmediğine inanıyorum, inanmak zorundayım, beatrice gibiler bir yerlerde hep olmalı, birgün karşımıza çıkacakları hayalini bize hep kurdurtmalılar.
  • 50-60-70'li yıllarda yüksek tahsilli türk erkeklerinin evliliklerinde yaşadığı ama dışa vuramadığı bir durumu bu film vurmaktadır.
    ne var ki tahsilli genç, müstakbel eşine bu kültürel uçurumdan rahatsız olmadığından dem vursa da isabelle huppert değişime açık olamamıştır.
  • yillar once bir film festivalinde izlemistim. filmde islenen dram ya da dramin islenisi o kadar etkiledi ki, hizimi alamadim bir de kitabini alip okudum ki tam hasta etsin. filmin son sahnesinde isabelle huppert i akil hastahanesinin bahcesinde bir bankta oturmus, dantel orerken goruruz. filmin ismi de buradan gelmektedir, dantelaci kiz . su an hatirlamiyorum, bu sahne esnasinda bir anlaticinin sesinden mi veriliyordu, yoksa kitapta mi geciyordu, soyle de bir cumle vardi: la vie a coule comme un fleuve qui s enfuit devant elle. (hayat onunden bir irmak gibi akip gitti.)
  • filmin içindeki her sahnenin, sahne olmaması adeta içinden hayat fışkırması ve gerçek bir yaşamı izliyormuş hissi bırakılması adına çalışıldığı aşikar. çok ince dokunuşlarla büyük ayrıntıların gizlendiği bir film olmuş, özellikle isabelle huppert'ın sahnelerinde. mesela arkadaşıyla tatile gittiğinde çok bronzlaşmaz ama yüzünde çiller çıkmaya başlar, bu pek güzel bir ayrıntıydı. onun dışında yatağın üstüne serdiği geceliğin altında çıplak uyuduğu bir sahne var ki aslında dış dünyaya çok dökmese de kendini, içinde birtakım fırtınaların koptuğu bellidir ki françoise denen oğlan -filmin hiçte beklemediğim bir şekilde sonlanmasına neden olmuş biraz aktivist bir edebiyat öğrencisi bu- onca etkilendiği kızın içini göremeyecek kadar dar imiş meğer.
  • beri yandan film, delilik sürecine gündelik pratik bağlamında bakıyor: ayrılık travması ertesinde semptompların şiddetlenmesinin bir önemi yok, katalizör görevi görmüş olması daha makul: çünkü pomme, "normal.." değil öncesinde de, son derece içe kapanık, hassas olmasını huppert, nüanslarıyla öyle güzel veriyor ki, üzerindeki şey masumluktan ziyade tekinsiz bir tedirginlik halini alıyor..
    (http://yucitek.blogspot.com/…04/la-dentelliere.html)
  • "yanından onu görmeden geçebilirdi, çünkü o varlığını belli etmeyen kimselerdendi. ama onu anlamak için sabırla sorgulamak ve ona nasıl bakacağınızı bilmek gerekir.. bir ressam onu tablosuna konu edebilir, çamaşırcı ya da su taşıyan biri olabilir.. ya da dantelci bir kız.."

    (bkz: the lacemaker)
  • her insanın kendine özgü bir hikayesi vardır. o insanı görebilmek resmetmek kolay değil. hikayemizdeki kız dantelci midir ? inci küpeli midir? bilinmez. ancak bir ilişkide yapılabilecek en büyük hata karşısındakinin değişmesini beklemek, buna zorlamaktır... başkalarını suçlayarak kendinizi haklı çıkaramazsınız...sonu harika...
hesabın var mı? giriş yap