• filmin hatırlatması gerekeni yıllar önce eduardo galeona özetliyor.

    "bugün van gogh, ona yemek vermeyecek restoranların duvarlarını, onu akıl hastanesine kapatacak doktorların muayenehanelerini ve onu hapse tıktıracak avukatların yazıhanelerini süslüyor."

    eduardo galeano, aynalar
  • filmden çıktıktan sonra o çılgın avm kalabalığında aklıma yusuf atılgan'ın aylak adamında yer verdiği sinemadan çıkmış insan tasviri geldi. gözüm kapalı yürümek istedim, kimse ile tek bir cümle konuşmamak , ressamların ve müzisyenlerin oluşturduğu o büyülü dünyadan ve etkisinden uzunca bir süre çıkmamak istedim. çok fazla sanatsal ve kültürel yorum yapabilecek biri değilim ancak tavsiye verebilirim. perşembe günü vizyondan kalkıyor, yetişin ve bu filmi sinemada izleyin derim. sanki tabloların içerisinde yaşıyormuş hissine ancak sinemada ulaşabileceğinizi düşünüyorum.

    aylak adamdan gelsin

    "çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. sinemadan çıkmış insan. gördüğü film ona bir şeyler yapmış. salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur. ama beş-on dakikada ölüyor. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar."
  • “çoğu insanın gözünde neyim ben? değersizin biri ya da tuhaf, aykırı, hoşa gitmeyen bir adam, toplumda kendine bir yer bulamamış, yer bulamayacak bir yaratık, yani hiçten de daha aşağı bir şey. haydi diyelim ki bu böyledir, ben de inadına böyle değersiz, böyle aykırı bir adamın gönlünde neler bulunduğunu göstermek istiyorum eserimle.”

    loving vincent… rene magritte'ten sonra en sevdiğim ressam olan van gogh'un son zamanlarını anlatan muhteşem bir eser. van gogh'u neden bu kadar sevdiğimi tekrar hatırlatan bir film. van gogh gibi bu dünya için fazla hassas fazla naif olan bir sanatçıyı tıpkı onun gibi naif bir şekilde anlatan bir başyapıt. gözlerim dolarak izledim. herkes belki bu kadar etkilenmeyebilir, fakat ben oldum olası van gogh'da hep kendimle ilgili parçalar bulduğum için beni derinden etkiledi. bunun nedeni van gogh ile pek çok ortak yönümüzün olması. onun gibi bir insanın bu dünyada yaşamış olması, şu an resimlerine bakabiliyor, mektuplarını okuyabiliyor olmak benim için büyük bir nimet. fakat onun için de bir o kadar acılı. keşke dünya onun gibi merhametli, naif bir yer olsaydı, keşke daha mutlu bir yaşamı olsaydı, çok isterdim. umarım şu an her neredeyse çok huzurludur.

    film çok güzel, gerek müzikler, gerek resimlerle anlatım, gerek diyaloglar. clint mansell zaten bir müzik dehası. aronofsky filmlerinde bunu fazlasıyla göstermişti ama burada yeteneğini katlamış diyebiliriz. özellikle ilk dakikalarda çalan parça o kadar hüzünlü, o kadar güzel ki direkt gözlerim doldu. diyaloglar da bir o kadar güzel. van gogh'dan yapılan alıntılar çok yerinde olmuş. elimde olsa hepsini yazardım buraya. ve son olarak, van gogh resimlerine yapılan atıflar muhteşemdi. sonda gösterilen ve benim en sevdiğim van gogh tablosu olan ren nehri'nde yıldızlı gece tablosu… bir film ancak bu kadar güzel bitirilebilirdi.
  • van gogh meraklısı iseniz içinde kaybolmak isteyeceğiniz türden bir film, müthiş.

    bugüne kadar sinemada seyrettiğim en farklı "şey". film desem olmaz, yağlıboya animasyon desem, o da değil tam. çok güzel.
  • galasına katılabildiğim için kendimi şanslı addettiğim, 125 sanatçının toplamda 65 bin ayrı yağlı boya resimle oluşturduğu dünyanın tamamı yağlı boya tablolardan oluşan ilk filmi.

    6 senelik kolektif bir sürecin ürünü olan filmin sahnelerinin hepsi van gogh'un 130 farklı tablosundan yola çıkarak resmedilmiş. izlerken kendinizi sarı tonların ağırlıkta olduğu van gogh tablolarında kaybediyorsunuz adeta. öyle ki saniyede 12 farklı yağlı boyanın gösterildiği sahneleri izlerken çocuksu bir sevinçle söz konusu sahnenin hangi van gogh eseri olduğunu hatırlayıp bir sonraki eseri merak ederken hikayeyi ikinci plana atıyorsunuz. neyse ki filmin hikayesi de çok sağlam. van gogh'un resmini yaptığı gerçek bir kişiyi melankolik, hafif alkolik ve dedektifvari bir karakter olarak kurgulayıp filme ana karakter olarak yerleştirip kahramanlaştırmışlar. filmin yaratıcılarından hugh welchman film sonrası düzenlenen soru-cevap kısmında bu karakteri "vincent ve diğer karakterler hayatlarını bildiğimiz karakterlerdi bu yüzden onların üstünde fazla oynayamadık ama armand öyle değildi. ona ne olduğunu bilmiyoruz ve bu ona istediğimiz gibi bir hikaye yazıp kahramanlaştırabilmemize yol açtı." diye anlatıyor. dolayısıyla filmin başrolü aslında vincent'in ölümünden kısa bir süre sonra kardeşi theo'ya yazdığı bir mektubu adresine teslim etmeye çalışırken kendini ressamı ölüme götüren sebepleri sorgularken bulan bu genç adam.

    içinden tren geçen uzak kasabalar, sapsarı ıssız buğday tarlaları, gecenin kör vakti bir barda sızan insancıklar ve starry night...bunların hepsinin ve çok daha fazlasının yer aldığı film, van gogh'a özel ilgisi olan benim gibiler için eşi benzeri bulunmaz bir eser.

    not: türkiye'de an itibarıyla yayınlanacağına dair bir gelişme yok ne yazık ki...

    not 2: fragman ve daha fazlası için filmin youtube kanalının linki: https://www.youtube.com/…l/uc1crc_sqhmxaoixnmzfxmiw
  • ressam kardeşim bundan 13-14 sene önce bir otele 200'e yakın van gogh reprodüksiyonu yapmaya başladı. ben de böylece sevgili vincent'la tanışma şerefine ulaştım. çalışmalar esnasında kardeşimin yanında bulundum, mümkün olduğunca ona yardımcı oldum. hal böyle olunca van gogh'un neredeyse tüm eserlerini birlikte santim santim inceledik. hayatını konuştuk. resimlerin hikayelerini araştırdık, kendimiz hikayeler uydurduk. tanıdıkça sevdik, sevdikçe anlamaya çalıştır. filmin yapılacağını ilk öğrendiğimizde havaya uçtuk. gösterim tarihini ağzımız açık bekledik ve nihayet muradımıza erdik.
    tüm zamanların en iyi ressamını kendi çizgileriyle sinemada görmek olağanüstü. sanki filmi vincent çekmiş gibi. hele bir de tüm kareleri biliyor, kısacık yolculuğunda bıraktığı izlere dokunmuş olmanın mutluluğunu yaşıyorsanız hissedecekleriniz bambaşka.
    gidip görenler; bu deli, yalnız, dahi, anlaşılmaz, merhametli, sıradışı adamı daha yakından tanıma şansı yakalayacak, kazanmış olacak.
  • "ı want to touch people with my art. ı want them to say 'he feels deeply, he feels tenderly'"

    resimler, sanat için gittik, hikaye için gözlerimiz dolarak çıktık.

    10/10

    keşke herkes senin kadar güzel görebilseydi dünyayı.
  • nereden başlasam bilemiyorum. ben 15 yaşında bir lise 1 öğrencisi iken resim dersinde tanıştım vincent van gogh ile. hocamız tüm sınıfa taklit etmesi için bir eseri verdiğinde bana van gogh'un ilk gördüğüm anda hayran olduğum bir tablosu denk gelmişti. ben de ergenliğimi ekin ve ayçiçek tarlalarına yürüme mesafesinde bir yerde geçirdim. van gogh'un anlattığı hisleri o an kavradım. hakkında tek bir kelime bilmiyor olsam da nasıl biri olduğunu yüreğimde hissettim ve onu çok sevdim. sonra diğer resimlerini de inceledim. insanlarla tartıştım belgesellerini izledim. en sevdiğim ressam hakkında böylesine bir film hazırlanması beni çok mutlu etti. ne kadar teşekkür etsem az vincent'in duygularını ortaklaşan ve bunu paylasmak için muazzam bir emek harcayan herkese. tekrar teşekkür ediyorum.

    film efsane güzeldi. beni o tarihi mekana ve zamana vincent'in duru, tantanasız gerçekliğine çekti ve oradan müthiş bir lezzet tattırdı. hayatımda izlediğim en güzel ve anlamlı filmdi.

    ve sonunda 12 yıl önce resim dersinde -tıpkı dr. gachet gibi- kopyalamaya çalıştığım o eseri finale doğru bir sahnede görünce göz yaşlarımı tutamadım. hayatta kıymeti bilinmemiş, görünür olamamış tüm değerli insanlara adanmış bir film.

    loving vincent . . .
  • güzel sanatlarla ilgilenenler kaçırmasınlar bu filmi. ayrıca sinemanın plastik niteliğini temaşa için de biçilmiş kaftan. en iyi sinema okulu tevekkeli polonya'da değil. film, polonya-ingiltere ortak yapımı. dili, aslına uygun fransızca olaydı daha şık olurdu tabii ama, haydi onu da nazar boncuğundan sayalım. filmde büyük emek var zira.

    en önemlisi, van gogh'un hassasiyetini, ruhundaki hüzünlü renkliliği çok iyi yakalayıp aktarabilmiş. bir benzerini, farklı bir biçimde mr. turner'da gördüydük. film olarak rodin de iyiydi, ama mesela giacometti* geoffrey rush'a rağmen sanatçının ruh portresini çıkarmada pek başarılı değildi. yavan biyografik seyirlikleri aşan, malzemesini iyi yoğuran filmler yapmak kolay değil. tıpkı edebiyatı sinemaya uyarlamanın her babayiğidin harcı olmadığı gibi...

    ... sevgiler vincent, bizden de sana çok sevgiler...
  • bu filmin öyküsünün görevi, tablo geçişlerini birleştirmek. öyküye görsel değil, görsele öykü oturtuluyor. kitap uyarlaması çekilirken bile sinema ve kitap arasındaki tempo farkı ve "öyküye mi özüne mi sadık kalmalı" ikileminde çoğu zaman başarısızlıklar yaşanırken, 900e yakın tablo ile hapsolunmuş bir alanda senaryo hiç de fena bir iş çıkarmıyor.

    insanlar mesela marguerite gachet pianoda tablosunun bir bağlam içerisinde canlandığını görmeye gidiyor bu filme. yoksa van gogh'un tarzına sadık kalarak dört senede 65.000 yağlı tablo yapma külfetine girmeye gerek yoktu. bbc, bu senaryoyu daha kısıtlı bir bütçeyle televizyon filmi olarak altı ayda çekebilirdi.

    senaryo merak uyandırıp havada bırakıyor belki. hatta havada da bırakmıyor, ithamından sebepsiz vazgeçiyor. çünkü filmin 120 yıl sonra şaibe yaratmak gibi bir derdi yok, sadece eldeki malzemeye nispeten ilginç bir öykü biçme derdi var; bunu da başarıyor.
hesabın var mı? giriş yap