• eve aldığım ecza dolabını banyoya asınca anladım ki "aga biz bu oyundan çok etkilenmişiz.."
  • max payne'e sıkılan bütün kurşunların max payne'e girmek yerine sağa sola gitmesinden dolayı filmi easy'de çektiklerinin düşünüyorum.

    ayrıca

    (bkz: rövaşata çeker gibi pompalı kullanmak)
  • serinin en iyi oyunu, çıkış yılıyla tezat oluşturacak şekilde ilk oyundur. böyle bir atmosfer, senaryo, soundtrack bir daha gelmez. hele ending'deki o bakış falan, çalan müzik... çok sevdiğiniz bir filmin sonunu izlemekle karışık bir burukluk.
    max payne 2'de işin içine rockstar falan iyice daldı, grafikler ve modellemeler değişti v.s. 3'ten bahsetmiyorum bile. sonuç olarak, 1 bir yana, 2 ve 3 bir yana derim. ilk oyun apayrıdır, karanlıktır, depresif bir atmosferi vardır, sıcacık kahve içilen bulutlu ve soğuk kış günlerini anımsatır, başlı başına bir ekoldür, ders olarak okutulmalıdır!
    android'de oynamaktan ciğerimi soldurdu, telefon hafızasının demirbaşından sayıyorum onu.
    ''iyi oyun için grafik neden önemli değildir''in cevabıdır ayrıca.
  • asansördeyken hoparlöre kurşun sıkıp asansör müziğini durdurursanız max payne size thank you der. o kadar hayattan bezmiş müziğe bile katlanayamayan bir abimizdi. şerefsizler onu ne hale getirmişti.
  • bu oyun çıkalı 12 yılı geçti, ben hala buna para harcamayı becerebiliyorum. iki gün önce rastgele telefonumda google play store'da gezerken recommended games'te bir anda karşıma çıkıverdi bu meret. paralıydı, ki şimdiye kadar android'de paralı bir uygulama indirmemiştim, yine de tıklayıverdim.

    fakat sonra bir baktım birkaç gb yer kaplıyor ve bende o kadar yer yok. birkaç uygulama sildim ama yeterli yer açmayı beceremedim. herhangi bir başka uygulama olsa siksen kasmaz vazgeçerdim. ama max'in sesi yankılanmaya başlamıştı bir kere kafamda...

    girdim gittigidiyor'a bir micro sd kart siparişi verdim. 50 küsur tl bayıldım sanırım ona. birkaç dolar da oyuna vereceğim o elime ulaşınca. sonucunda ortaokuldan beri bilmemkaç kez bilgisayarımda oynadığım oyunu bir kez de telefonda oynayabilmek için. çok güzel kitap okumaya başlamıştım işe gidip gelirken, o da yalan olacak şimdi sayende max.

    şu micro sd gelse de başlasam. "they were all dead. the final gunshot was an exclamation mark on everything that had led to this point. i released my finger from the trigger..."
  • soğuk kış günlerine en güzel giden oyun. 10 küsür yıl sonra tekrar başladım.

    http://imgur.com/tttkvcw
  • remedy entertainment tarafından geliştirilmiş, 2001 yılında piyasaya çıkmış ve -o yıllar için- devrim niteliğinde oyun içi dinamiklere sahip aksiyon oyunu. aynı isimde bir sinema filmi ve bir de devam oyunu vardır* lakin ilk oyun bir başkadır. öyle ki, o sırada çocukluğunu yaşayan bünyelerde, değişik etkilere neden olmuştur; misal ben.

    yaş 10-11; cenk diye bir arkadaş vardı. ps1-ps2-xbox-pc falan ne varsa vardı çocukta ve bizi hep bilgilendirirdi "şu oyun iyi, şu kötü" diye. bir gün cenk'i bir başka arkadaşla tartışırken gördüm. tartışmanın konusu ise max payne ve ayrıca max'in telaffuzu idi. öbür arkadaş ali'ye göre, dondurma olan max'ı, maks diye okuyorduk ve o yüzden "maks payne" demek gerekiyordu; cenk'e göre ise "meks peyn" denilmeliydi. tabi o yıllar ingilizce seviyem "hello may neym is bla bla, how old are yu fine tenks end yu" dan ibaret olduğu için, tartışmaya katılmadım. zaten oyunun adı bana dandik gelmişti. yani bizdeki ali haydar’dan oyun yapmak gibi bir şey gelmişti (bu arada tüm ali haydar’ları tenzih ederim). cenk o kadar önerse, adeta yırtınsa da hiç dikkate almamıştım. neyse, bir kaç hafta sonra o zamanın çok popüler olan number one tv’de yayınlanan "sony ericsson life" adlı programında** max payne oynanmaya başlandı (bir oyun köşesi olurdu hep ve popüler oyunlar oynanırdı orada. oynayan elemanın adı emre başıbüyük'tü, burçin acer vardı ve iki tane adlarını hatırlayamadığım tipik tikican hatun daha vardı. emre ile burçin’nin muhabbetlerini çok severdim, neyse…). abartısız söylüyorum, ilk gördüğüm anda ağzım açık kaldı. "off harika, manyak ! anne, baba, abi gel izle, bak süper bişey" diye bağırdığımı hatırlıyorum. o bullet time efekti, silah çeşitliliği, ingram'ın çatır çatır kurşun yağdırması, zamana göre çok iyi grafikler, oyun arasında gerçek insanlardan yapılmış çizgi filmler (!) (o yaşta nerden bileyim film noir ve klasikleşmiş çizgi roman kültürünü), harika sayılabilecek animasyon yapısı vs. beni resmen hayran bırakmıştı kendisine. zaten matrix'i sinemada izlediğimden beri tam olarak o tarz bir aksiyon oyunu arzuluyordum (filmin felsefesi -o yaşta takdir edersiniz ki- benim için bir şey ifade etmiyordu; zaten 1999-2001 arası felsefe, necip milletimiz için ya mustafa topaloğlu’ndan ya da bbg’deki adını hatırlayamadığım top sakallı elemanın söylevlerinden ibaretti). neyse... emre denilen eleman max payne'i bildiğin 3-4 programda 1-1.5 sa civarı oynadı ve ben hepsini izlemiştim; sadece oyunun son programı hariç. onu izleyememiştim ne yazık ki ve meraktan ölüyordum "sonunda ne olacak?" diye. akabinde oyunu aramaya başladım. bilenler bilir, karşıyaka çarşı daki sinan elektronikten -o zamanların modası- gümüş cdli halini buldum oyunun. adamlar korsana o kadar özeniyor ki o dönemler, cdnin üstüne ayrıca kaplama yapıyorlardı. hatta bendekinin kullanma talimatları kağıdı bile vardı fotokopi (düşün, ne kaliteli korsan yılları ;-) ). eve geldim ve oyunu, vakit kaybetmeden hemen kurdum. ingilizcem o yıllar yukarıda belirtiğim seviyede olduğu için sıkıntı vardı ama oyunun genel akışının nasıl olduğunu izlediğim için bir sorun yok diye düşünmüştüm. oyun, ilerleyen dakikalarda abimin de dikkatini çekince -o da sağ olsun- ben oynarken yanıma geldi ve ara kısımları o çevirdi ve de ne olduğunu falan anlattı. bu sayede oyunun aslında "neredeyse amerikan rüyası'nı yaşayan bir kişinin hayatının, birden kâbusa dönmesini ve bunun getirdiği acıyı" anlattığını anlamıştım. max'in yerine kendimi koymuş ve neler hissederdim sorusunu kendime sormaya başlamıştım. bu oyun artık o saatten sonra benim için bir yemin olmuştu. max'in kaderi benim ellerimde şekillenecekti (şimdi diyorum da “mallığa bak, çocuk aklı işte”. sanki open world, rpg oyun oyun oynuyorum da 30 farklı son var, neyse). abartısız söylüyorum, sanki yemin etmiştim bende o intikamı almak için. her adam öldürdüğümde bir hafiflik hissetmeye başlamıştım hatta sona yaklaşınca -öyle bir içselleştirmişim ki oyunu artık- "dayan, az kaldı, hadi" falan diye gaz verdiğimi de hatırlıyorum kendi kendime. öyle ya da böyle o intikamı alacaktım.
    --- spoiler ---
    o k*ltak karının helikopterinin tepesine bomba atarlı silahımla o paratonerimsi şeyi indirdiğimde nasıl mutlu olduğumu, giren ara sahneyi izlerken yakalansam da "olsun hepsini geberttim oh bee" halimi ve o efsane bitiş müziği çalınca ufaktan sevinç göz yaşı döktüğümü asla unutamam.
    --- spoiler ---

    oyunun ikincisini de tahmin edeceğiniz üzere bitirmiştim fakat belki 3-4 yaş daha olgunlaşmış olmamdan; belki de yaşamın, içinde bulunduğum ülkenin saçmalıklarının üzerimdeki tesirinden, lgs döneminden veya muhtelif gerekçelerden ötürü ilk oyundaki tadı alamamıştım.

    --- spoiler ---

    ikinci oyun da güzeldi aslında. ilk oyunu iyi yapan şeylerin çoğu vardı hatta fizik motoru ve grafiksel açıdan ciddi gelişmeler de eklenmişti oyuna fakat ilk oyunun tadını asla alamadım. yani ailesi leş ve keş sokak serserilerince katledilen bir kanun görevlisinin kendi kanununu uygulama ve ailesinin intikamını alma mücadelesinden, çıktığı uzun ve zorlu yoldan sonra, mona sax'ın seksapelitesi üzerinden dönen bir hikaye, bana çok etkileyici gelmemişti. özellikle düşmanın vlad olması ufaktan zorlama gibi gelmişti bana.

    --- spoiler ---

    kısa bir zaman önce, steam'de rockstar games haftası vardı ve hiç düşünmeden hemen aldım max payne 1-2'yi. zira hem günah çıkarma (korsan oynamıştım) hem de arşiv maksatlı... tekrardan büyük bir hevesle başladım ve çocukluğumdaki hazzın, o anki duyguların aynısını - tabii olarak- yakalayamadım. zira yaşım, sorumluluklarım, beklentilerim, algım, vizyonum kısacası ve klişe olsa da "ben", değişmiştim, belki de sadece gelişmiştim. bu yüzden değil midir ki zaten arada sırada büyüdüğümüze sövmek; bilinçli olarak siyasetin, gerçeklerin algılanması sonrası yaşanan düş kırıklıklarına öfke duymak ve bazen ütopik olsa da peter pan olmak, "hiç büyümemiş olarak kalmak arzusu”…

    şimdi serinin 3. oyunu çıkacak ve ss'lerden gördüğüm kadarıyla oyun sanki özünü yitirmiş bir oyun olacakmış gibi bir intiba bırakıyor bende. o max'in son hali bile bana itici geldi nedense (ilk oyundaki davut güloğlu tipli herif bile bana daha samimi geliyor. ikinci oyundaki tip ise daha ciddi ve oyuna daha oturan bir tipti -ki 3. oyundaki de bu olacak galiba ama o fiziki değişimini -kelleşme, kilo alma vs.- biraz yadırgadım galiba). dilerim yanılırım ve bu yazıyı bu maksatla editler ve de 3. oyun da müthiş olmuş diyebilirim. belki de bu kaygımın sebebi, ilk oyun remedy entertaintment tarafından yapılmışken 3. oyunun sadece rockstar games tarafından yapılacak olmasıdır. rockstar games kötü oyun yapar demek istemiyorum ama oyunun bol amerikan soslu berbat ve gaz bir aksiyon olmasından çekiniyorum. unutmayalım ki, remedy o karanlık tarafı, dramı çok iyi yedirmişti.

    uzun lafın kısası, max payne –esasen derin bir felsefe, çok özgün bir senaryo sahibi olmasa da hatta bazılarına göre saf-klişe aksiyon oyunu olsa da- benim için böyle bir şeydir işte…

    düzenleme: nizam, bkz içerikleri vs.
  • hala atmosfer konusunda üstüne çıkılamayan oyun.

    bomboş şehirde kar yağar, fırtına şeklinde değil, yavaş yavaş ama yoğun bir kar. sadece sokak lambaları ve bir kaç binanın ışığı yanar. terkedilmiş bir oteldesinizdir. otelin de içerisinde ışıklar yanıp sönmektedir. odalarda ilerleyip camlara yaklaştığınızda ürperten bir atmosferi hissedersiniz. çatıya çıktığınızda ise rüzgar vardır. ceketinizi havalandırır. nereden kimin çıkacağından emin olmadığınız için hep tetikte beklersiniz. işte o tetikte beklemek, şehirde tek başınıza olduğunız hissi, karanlık ve kar.

    bu atmosfer başka oyunda olmadı.
  • döneminin çok üstündeki grafikleriyle, çizgi roman şeklinde tasarlanmış hikaye anlatımıyla, max payne'in dramatik sesi ve karizmatik yüz ifadesiyle, inanılmaz ayrıntılarıyla ve tabii ki bullet timeıyla hayatımda oynadığım en zevkli oyunlardan. rüya kısımları inanılmaz etkiliydi. ancak hatırlıyorum da soldier of fortuneu anaokulu düzeyinde bırakacak falan diye çıkmıştı haberleri ilk olarak ama sanırım sonradan oyundaki şiddet seviyesini abartmamaya karar verdiler.
    filmi de umarım sağlam bir prodüksiyon olur ve sinemada da başarıyı yakalar.
  • daha önceden defalarca oyununu bitirmiş biri olarak bu sefer sadece çizgi roman olarak okuyayım dedim. kelimesi kelimesine kasarak anlamaya çalıştım bu sefer. arkadaşım o nasıl bir edebiyattır, o nasıl göndermelerdir ya. bu bir oyun değil bildiğin edebi bir esermiş diyorsun. mitolojilere filmlere göndermeler, argo kelimeler, deyimler her bir bok püsür mevcut içinde. senaryosu da cabası. bir kez daha önünde eğiliyorum max payne.
hesabın var mı? giriş yap